Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Kasım '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir bayrama girerken düşündüklerim

Bir bayrama girerken düşündüklerim
 

İnsanları asmalı, kesmeli diyebilenler, her gün yedikleri etleri düşünmeden kurbanlıklara acıdıklarını söylüyorlar


Hepimizin olaylara bakış açısı farklı… Onlardan etkilenme şeklimiz de farklı… Çünkü  düşüncelerimiz, muhakemelerimiz, mukayeselerimiz farklı… Yaratılışımızda bile farklılık var… Boyumuz bosumuz, kilomuz, ten rengimiz, ırkımız, cinsiyetimiz ayrı değil mi? Bütün bunlar yetmiyormuş gibi biz de kendi çapımızda yeni farklılıklar yaratıyoruz aramızda… 

Doğduğumuz veya oturduğumuz ile mensup olmak bile bir ayrıcalık kazandırıyor bize. Ama olumlu ama olumsuz. Çizdiğimiz hayali bir sınırın bu tarafıyla öbür tarafında oturanlar kendi aralarında “hemşericilik” oynuyorlar da bizi dışlıyorlar. Yeni kurulan il ve ilçelerle ilgili düzenleme yapılırken, idari olarak A şehrinden B şehrine bağlananlar olsun, bu sanal ayrıcalığın ne kadar tabansız bir şey olduğunu algılamıyorlar mı bilmem... 

Tuttuğumuz takımlar da farklı… Bir maç sonrası arkadaşlar, hatta aile bireyleri arasında kimimiz sevinirken kimiz üzülüyoruz. Çalıştığımız şirketler, bindiğimiz arabalar, kullandığımız telefonlar, yediğimiz çikolatalar, bisküviler bile farklı… Hatırlarsınız bir dönem şu marka meşrubat içilmeyecek diye genelgeler bile yayınlanıyordu. İşte bu kadar farklılık arasında, ancak ortak bir noktaya varabildiğimiz ölçüde milletçe mutlu olabiliriz. 

Bu bağlamda bayramlar, çoğunluğumuzun ortak noktaya ulaşabildiği birkaç objeden biridir. Milletçe mutlu olmamızdan rahatsız olanlar, bu sevincimizi de elimizden almak için uzun süredir çetin bir uğraş veriyorlar. Bu tür mücadelelerde her şey kitabına uygun yapılır. Düşman doğrudan doğruya sizin değerlerinize hücum etmez. Çünkü o zaman siz tam tersine doğruyu yanlışı düşünmeden ona daha çok bağlanırsınız.

O sizin aklınıza şüpheler sokar. Sizin içinize fitneler yerleştirir. Kendi doğrularınızı siz kendiniz sorgulamaya başlarsınız. Yeterli bilginiz, sağlam bir kültürünüz yoksa, bazı şeyleri savunamazsınız da… Sonra da bunun gereksiz ve hatta yanlış bir uygulama olduğunu söylemeye, kendi kendinizi dinamitlemeye başlarsınız. Bunu yaparken de yüzyıllardır kimsenin fark etmediği yanlışları ilk kez siz fark etmiş gibi kendinizi yüksek bir pâye de verirsiniz. 

*****

Ramazan ve kurban, İslâm dünyasının din kaynaklı iki önemli bayramıdır. Kutlamaları, hiçbir inanca mensup olanları ayırmayacak şekilde tamamen insancıl bir yapıya sahiptir. Bayram ikramlarından nasiplenmek için ille de Müslüman olmak gerekmez. Tatlılar, börekler, çörekler, çikolatalar eve gelen konu komşu herkese ikram edilir. El öperek bayram tebrik eden çocuklara, büyükler karınca kararınca harçlık vermeyi ihmal etmez. Kurban bayramında yine inanç farkı gözetilmeksizin kurban etinin büyük bir kısmı fakir komşulara dağıtılır. 

Kandil günlerimizin işareti olan simidi bilirsiniz. Günümüzde pastanelerimizde bu simidi üretmeyen, tadını beğendiği halde “kandil simididir” diye almayan gayrimüslim var mıdır? Aynı şekilde “paskalya çöreği” bir hıristiyan bayramı yiyeceğidir. Bu tadı sevenler arasında bunu düşünerek bu çöreği yemek istemeyecek bir müslüman düşünebilir misiniz?

***** 

Kurban, “yakınlık” anlamı ifade den Arapça bir kelimedir ve kurban ibadetiyle de, “kendisiyle Allah’a yaklaşılan şey” veya “Allah’a yakınlık sağlamak için yapılan bir ibadet” anlaşılır. Kâinatı ve canlı cansız bütün varlıkları yoktan var eden Allah’ın bize verdiği nimetlere karşı, ne kadar şükretsek azdır. Onun bize bağışladıkları yanında bizim onun uğruna yapabildiğimiz fedakârlıklar öylesine sayılı ve sınırlıdır ki…

Hazreti İbrahim’in, ömrünün son yıllarında sahip olduğu biricik sevgili oğlu İsmail’i kurban etmesi emredilerek, Cenab-ı Hakk’ın buyruğuna mutlak itaatle sınanması, onun da bu konuyu oğluyla konuşması, Hz. İsmail’in de hiç tereddütsüz, “babacığım, emrolunduğun şeyi yap” demesi, Hz. İbrahim’in bir insan ve bir baba olarak dayanılmayacak bir durum olmasına rağmen, samimi olarak Tanrı’ya sadakatini göstermesi, bu imtihanı başarıyla vermesine ve daha sonraki neslin, böyle zor bir durumdan kurtularak, sadece kurbanlık bir hayvan keserek bu görevi yerine getirmiş olmasına imkân tanımıştır.

Hani, efendim çocuklar, ev halkı kuzuyu çok sevmiş de, sonra da hayvan kesilmiş de yazık olmuş da diye ağıt yakanlar var ya, onların düşüncelerinin tam tersine, insanın sevdiği, bağlandığı bir şeyi Allah yolunda feda edebilmesinin bir örneği, bir timsalidir kurban kesmek…

Gece gündüz sofralarımızdan eksik olmayan etler, bildiğiniz gibi tarlada yetişmiyor. Onların hepsi can sahibi birer hayvan. Mis gibi fırında kızarmış olarak soframıza geldiğinde afiyetle yerken hiçbirimiz onların da bir can taşıdığını hatırlamazken, kurban bayramında tamamen dini bir gayeyle, etini fakirlere dağıtmak, yardımda bunmak, yıl boyunca kursağından et geçmeyenlere bir ayrıcalık sağlamak için yapılan bir işlem, iyiliksever, hayırsever vatandaşlarımızın tepkilerine sebep oluveriyor.

Hem de kimler tarafından? Gece gündüz sofralarından et eksik olmayanlar tarafından…

Bütün anlattığımız bu dini sebeplerin bile olmadığını, bunların bir hurafeden ibaret olduğunu varsaysak bile, kurban bayramında kesilen hayvanların, buna karşı çıkanlara ne gibi bir zararı vardır, anlamak mümkün değil…

Türkiye’de bir günlük et tüketimi için kesilen hayvan sayısı kaçtır, hiç düşündünüz mü? Googlede yaptığım bir aramada Temmuz 2010’da gazetelerde yayınlanan bir haber, kişi başına yıllık et tüketimimizin 12 kilogramdan az olduğu şeklinde… (http://www.birgun.net/economic_index.php?news_code=1279026619&year=2010&month=07&day=13)

Bir başka haberde ise rakamlarla kişi başına et tüketiminin 20 kilo olarak gösterildiği, ancak bunun sadece 3 kilosunun kırmızı et olduğu belirtiliyor. http://www.haberler.gen.al/2010-04-29/avrupada-yillik-kisi-basi-et-tuketimi-105-turkiyede-3-kilogram-sebebi-ise-pahalilik/

Avrupa’da ise kişi başına yıllık et tüketimi ortalam tam 105 kilo… Yıl boyu kesilen hayvanlara, özellikle de yurt dışında bizim en az on misli tüketilen etlere hiç bakmadan, sadece kurban bayramında dini kaygıyla kesilen kurbanlara karşı “insancıl” bir tavır göstermek, ya düşüncesizce, bilinçsizce yapılan bir karşı çıkıştır, ya da bilinçli olarak bizi dinimizden soğutmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürmemizi sağlayan bir ahmaklıktır.

Ramazan bayramımızın da adını ramazan mı şeker mi diye tartışmaya açanlar, kurban bayramına “kavurma bayramı” deme cür’etini gösterenlerden başkası değildir. Biz de çoğu kez çağdaşlık adına bunlara âlet oluyoruz ve farkında olmadan milli değerlerimizin yok olması için çaba sarfedenlerin yanında yer alıyoruz.

Kurban kesenlerin cahilliği, yaptıkları hatalar ve kurbanlıkların şehir içinde meydana getirdiği pislik, kurban kesenlerin hijyenik temizliğe riayet etmemesi gibi sebepler, tamamen dinin dışında gelişen, cehalet, bilgisizlik, sorumsuzluk ve idari zaaf örnekleridir ve elbette bunların savunulacak bir tarafı da yoktur.

*****

Geçmiş zamanlarda bayramlar, insanların çocuklarına yeni bir elbise, yeni bir ayakkabı alabildiği özel günlerdi. "Bayramda bir çorap da olsa yeni bir şey giymek lâzım" derlerdi bizim çocukluğumuzda büyüklerimiz. Zaten güçleri de bayramdan bayrama yeni bir şey almaya ancak yeterdi. 

Bayramda alınan elbisesiyle, ayakkabısıyla, oyuncağıyla o gece sabaha kadar beraber yattığını anlatan nineleriniz, dedeleriniz, hatta anne ve babalarınız bile vardır. “Yamalı elbise giymek” diye bir kavram, bugünün gençliğine o kadar uzak ki… Allah’a şükür ülkemizde yaşayan insanların büyük bir çoğunluğu, artık canları istediğinde “yeni” bir şeyler alabiliyorlar. Bir anlamda hepimize artık her gün bayram.

Peki bu durum bizim bayramda hediyeleşmemizi, imkân nisbetinde çoluğumuza çocuğumuza yeni bir şeyler almamızı engellemeli mi? Hayır!...

Türkiye yeni yeni kişi başına milli gelirini 3-5 bin doların üstüne çıkarmaya çalışırken, hayran kaldığımız Batı ülkelerinde insanların ortalama kazançları bizden çok daha fazla. Onların ekonomik durumları bizden daha iyi. Markaları yaratanlar onlar. Bizim ülkemizde bile zamanında ayağına giyecek ayakkabı bulamayıp yalın ayak gezen bir çok ana babanın çocukları, bugün markası olmayan giyeceklerin yüzüne bile bakmıyor. Avrupa’da bu daha fazla geçerli.

Ama onlar Noel geldiğinde aile bireylerine mutlaka bir hediye almayı ihmal etmiyorlar. Onun zaten elbisesi, ayakkabısı, oyuncağı var demiyorlar. Bizse bayramlarda böyle bir hediyeleşmeyi aklımızın ucundan bile geçirmezken, dinimizin ve geleneklerimizin kuralları arasında olmasında rağmen, bir kutu çikolatayla büyüklerimizi ziyaret etmeye üşeniyoruz.

Ben insanı hep “düşünen bir varlık” olarak anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum. Yaptıklarını ve yapmadıklarını düşünmeden, neyi niye yaptığını veya yapmadığını bilmeden, bir canlı insan olamaz diye düşünüyorum.

Bayramlarımızı da, onların bize kattığı değerleri de, onlardan uzaklaştıkça içine düştüğümüz durumu da düşünmek zorundayız.

Bu duygularla hepinizin, Milliyet Blog camiasının, bize emeği geçen herkesin ve bütün milletimizin bayramını en iyi dileklerimle kutluyorum. Bayrama acılı giren, evlâtlarını vatan uğruna kurban eden ailelere de sabırlar, metanetler ihsan etmesini Allah’tan niyaz ediyorum.

*****

Önümüzdeki zamanlarda milletçe daha güzel, daha mutlu, daha müreffeh, daha sevinçli bayramlar yaşamamız dileğiyle…

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..