Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Nisan '07

     
    Kategori
    Kişisel Gelişim
     

    Bir buçuk acılı Adana

    Bir buçuk acılı Adana
     

    Adana'ya gidiyorum bayramda. Geçerken uğramalarımı saymazsak iki yıl oldu memleketim Adana'yı yaşamayalı. Yaşamak derken bir hafta, on günlük bir yaşamdan bahsediyorum...

    Nasıl yaşanır Adana?

    Öncelikle kışın gidin yaşayacak daha çok şey bulursunuz. Ailemi akrabalarımı ve gezerken anılarımı görmek ilk sırada. Ardından yemekler geliyor. Şalgam suyu ve içindeki kara havuçlar. Yol kenarında yabancıların portakal ağacı zannedip "Nasıl oluyorda kimse toplamıyor bunları?" sorusunu sordurup hayrete düşüren, yediğiniz tüm turunçgillerin ilk hâli turunç ağaçları. Çarşının ortasında geçerken ayakta yenilip yola devam edilen taş kadayıf, halka tatlı. Yazın harareti alan soğuk içilen meyan kökünün suda bekletilerek demlenmesinden olan böbreklere şifa veren haşlama. Yaza mahsus başka yerlerde kıymeti anlaşılamayan bici bici, karsambaç. Ve tabi ki en meşhuru ve mağruru Adana kebâp... Onun bir suretini mutlaka yemişsinizdir. Aslını yiyenler bir daha suretine dönüp bakmazlar. Eti makina ile değil bıçakla elde kıyılır. Yanında birşey demeseniz de üç çeşit salata gelir. İçecek olarak ayran mı alırsınız, şalgam mı? Acılı olma konusu biraz göreceli ve muallâktır. Adana'yı yaşamamış arkadaşlarımla kebâp ısmarlarken genelde aynı tepki olur. "Ya ben de Adana kebâp yiyeyim ama acılı olmasın." derler utana sıkıla racona ters düşmenin verdiği buruklukla. Ama zaten herhangi bir kebapçıya oturup yediğiniz acılı Adana acı değildir. Şimdi "Sana öyle geliyordur." diyeceksiniz. Tamam, acısı yoktur demiyorum ama sanıldığı gibi yakıp kavurmaz. Acıya hiç tahammülü olmayanlar zaten yemesinler.

    Herkesin acı eşiği farklıdır. Bizim evde hemen hemen her yemek kırmızı renk olur biber salçası kullanıldığından ötürü ve her yemek biraz acı olur. İstanbul'a ilk zamanlar yemekleri çok yadırgamıştım. Gerçi İstanbul'da yaşasak da evde yemek yaparken hâlâ Adana usulü yaparız yemekleri. Acılı mutfaklardan yiyerek büyüyünce, adı üzerinde acı veren, boğazını yakan kavuran, hâttâ aşırısı hıçkırık tutturan baharat damak tadı olabiliyor. Tad aldığınız kadar acı zevk veriyor. Kahvaltıda küçük süs biberlerinden bir avuç yiyenler olduğu gibi bu biberi görünce dokunmaya cesaret edemeyenlerde var.

    Benim bildiğim, kitaplardan öğrendiğim "Acıdan kaçılır zevk verenin peşinden koşulur" doğa kanununun çalışmadığını görmek beni önceleri çok düşündürse de tecrübe etme fırsatım çok olduğundan bedenî acıdan zevk almanın nasıl çalıştığını araştırıp öğrendim. İnsan vücudunun tepkisi olduğunu öğrendim. Vücut tehlikeyi algılayınca savaş veya kaç tepkisi veriyor. Beyin savaşmak veya kaçmak için gerekli kas gücü ve dikkati sağlamak için adrenalin salgılıyor. Belgesellerde sık seyrettiğimiz kaplanın ceylanı kovalayıp parçaladığında acısını anlamasın diye doğanın armağanı olan endorfin salgısı var. Acı yediğimizde de bu devreye giriyor. Beyin uyuşturucu olan morfinin bir değişiği olan endorfini damarlarda dolaştırınca insan mutlu oluyor.

    Büyüdüğüm yemek kültürünün acısı diğer alanlarda da paralellik göstermiş. En acılı sanatçılarımız Adana'dan çıkmıştır. Ferdi Tayfur gibi. Müslüm Gürses aslen Adanalı olmasa da Adana'da meşhur olmuştur. İcrâ ettiği musikînin acısı Adana'da anlaşılmıştır. "Bu akşam ölürüm beni kimse tutamaz" diyen Murat Kekilli de aynı toprakların çocuğudur. Bu şarkıyı dinleyip kimsenin tutamayacağı ölümleri tatmak isteyenler olmuştur.

    İnsan bedeni bütünlüğünde çeşitli organlar ve bunlar arası ilişkileri sağlayan bir takım salgılar olduğu gibi, toplum gibi büyük organizmalarda da bu mekanizma mevcuttur. Evinde cenaze olduğunu bildiğimiz birisini yalnız bırakmayız. Bir hafta cenaze evi kalabalık olur. Yakını ölen insanlara bir süre bu acı hissettirilmemeye çalışılır. Acı paylaşılır, azalır. İlgi toplumların endorfinidir. Savaş zamanıda adrenalin benzeri tepkiler görülür. Müslüm Gürses hayranları gerek kalabalıktan sıyrılıp sanatçının ilgisini kazanmak için, gerek uyuşturucu bağımlısı vücuduna doğal uyuşturucu olan endorfini salgılatmak için kendini keser. Her zaman uyuşturucu bulamayan gariban yöntemidir bu. Matematik gibi mutluluk dersi olmadığı için müfredatta herkes ailesinden öğrenir mutlu olmayı. Evde bu ders hoca eksikliğinden boş geçtiğinden yada boş geçmesin diye matematik hocası girdiğinden bu dersten sınıfta kalanlar çoktur. Düşük gelir seviyesindeki uyuşturucu bağımlıları bunu her zaman dışarıdan sağlayamazlar. Çözüm kendi beynini kandırmaktır. Mutlu olmak için acı bağımlısı olurlar. Maddi durumu iyi olanlar için ise kendini kandırmaya gerek yoktur. Parasını bastırır alır mutluluğu. Taşıma suyla değirmen dönmez.

    Macellan'ın batıya giderek doğuyu bulması gibi mutlu olmak yolunda karşısına çıkan engelleri aşabilecek kadar kendine güvenmeyen, haksızlık olarak görenler ya da ölüm gibi elden birşey gelmeyen durumlarda insanlar ters yöne gider yada olduğu yerde kalır. Acıdan kaçmayarak mutluluğu bulurlar. İşin en kötüsü bu bir ispattır. Dünya yuvarlaktır.

    Kovboy filmlerinde iyi niyetli beyaz adamın kızılderili arkadaşına kötü beyazların saldırması durumunda savunma yapabilsin diye tüfek verilir. Kızılderili tüfeği bir balta gibi kullanarak hasmına, tüfeğin namlusundan tutmak suretiyle dipçiğini savurur ve düşmanı devirir. Kızılderili başarılıdır ama takdir edersiniz ki böyle giderse çok yaşamaz.

    Ben damak tadı olarak acı sevsem de, doğuya gitmek için doğuya doğru gitmek taraftarıyım. Doğuyu özleyip olduğu yerde doğu masalları dinlemek daha zor bana göre. Bir kez başarı ve tatmini duygusunu yaşayanlar, aksi tarafa yürüyenler gibi bu duyguya bağımlı olurlar. Halkımız taşı kaldırmaktansa dağ ardına yolculuğu daha kolay bulmuş. Doğrudur. Macellan'ın niyeti bu olmasa da bunu ispat etmiştir ama yolda ölmüştür.

     
    Toplam blog
    : 1
    : 831
    Kayıt tarihi
    : 12.04.07
     
     

    Ben analitik düşünebilen, 35 yaşını aşmamış, takım çalışmasına yatkın, sıradan "B sınıfı" ehliyeti o..