Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Nisan '12

 
Kategori
İlişkiler
 

Bir bunlar kalmış...

Bir bunlar kalmış...
 

koruk (google görsel)


Eski tahta kapı, bir zamanlar maviymiş. Kâh yağmur kâh güneş, zamanla solmuş olmalı. İbrahim, senelerdir geldiği için aşina olduğu kapıya gülerek yaklaştı, zile bastı. "Uyuyordur belki de... Sabah namazından sonra tekrar yatmıştır, uyuyakalmıştır."  Zil sesi içerilerde bir yerden duyulsa da, kapıyı açan olmadı. Kapının tokmağına asıldı bu sefer, bir kaç kere vurup "Acaba teyzemlere mi gitti yatıya? Annem 'evdedir' demişti ama..."  diye düşünceli mırıldandı. Hah, işte bir tıkırtı duyduk! Ağır ağır yürüyen birinin terlik sürüme sesi giderek yaklaştı ve kapı, biraz gıcırtılı açıldı.

Kapıyı açtığında, arkamızdan gelen güneş gözünü alınca, önce bizi tanıyamadı. Uykulu ve pek iyi görmeyen gözlerle, hatırlamaya çalışır gibi bize dikkatle baktı; sanki korktu bir an. Belki de tanıma gayreti yüzünü donuklaştırdı. "Benim anneanne, İbrahim! Uyuyor muydun? Uyandırdık seni... Annem haber vermedi mi geleceğimizi?"  Torununun adını duyar duymaz yüzü aydınlandı, mavi gözleri ışıldadı. " Söyledi söyledi de, yaşlılık işte, gözlerim iyi seçmiyor oğlum, hemen tanıyamadım, hoşgeldiniz!"  derken şaşkınlığından utanır gibi oldu. Sarılıştık, elini öptük, "Sen de hoşgeldin kızım!" dedi bana. O güne kadar karşılaştığım en sakin görünüşlü ve en yumuşak sesli kadındı.

Rumeli göçmeniydi. Vaktiyle Yunanistan'dan kaçıp buraya, Söke'ye yerleşmişler. Henüz çocuk yaşındayken evlenip ‘beyim’ diyeceği genç adam, Çanakkale'de süvari olarak savaşmış. Yani İbrahim'in dedesi. Sonraları dede, çocuklarını alıp senede bir kez Çanakkale'ye gider, şehitleri ziyaret edermiş; " Ne yiğitler gitti burada!" der, gözleri dolar, şehitlere dua okurmuş. Şerefli ama acı yüklü savaş anılarını çocukları hep bilir anlatırlardı fakat gençlik var ya, dinleyip geçmişim. Neyse işte... Savaş bitince, genç süvariyle Hayriye'yi baş göz etmişler; iki genç evleninceye kadar birbirlerini görmemişler bile. Sonra... Sonra bu güzeller güzeli kız, kocasını çok sevmiş, çocuklu çoluklu  kocaman bir aile olmuşlar, kavgasız gürültüsüz uzuun yıllar geçirmişler beraber. Bir gün kocası, tam da çocukları hale yola koymuşken, birlikte yaşlanacakken terkedip gitmiş O'nu; kalpten... Hani çocuklarının onları, birbirlerine tek kötü söz söylerken duymadıkları eşi...

Terziymiş anneanne, çok güzel dikiş dikermiş. Daha doğrusu dikerdi... Bana da, Ankara'ya geldiğinde mavi desenli ipekten, pileli etekli, dikişi zor bir elbise dikmişti; az gören gözleri, yorgun parmaklarıyla ama güzel. O'nu, düğün öncesi telaşlı günlerde, hep başı elindeki işe eğik, benim elbisemi dikerken görmüştüm. Az konuşan, temiz yüzlü bir ihtiyar anneanne...

Söke'deki evleri, kamyonların geçit yolu üstünde. Bu bereketli topraklardan başka bölgelere mal taşıyan kamyonların yoldan geçerken savurdukları toz bulutu ve egzos dumanları her an havada asılı sanki. O kadar da sık kamyon geçiyor ki, evin tozu eksik olmazmış hiç. Sabah olmasına rağmen kendini hissettirmeye başlayan yaz sıcağı ve ortalıktaki egzos kokusundan sonra, evin içinin serin ve dinlendirici havası, beni rahatlattı. Önce misafir odasına buyur etti bizi; eski ama rahat koltuklara oturduk. Pencere içlerinin derinliğine takıldı gözüm: "Buraya oturup kitap okuması ne zevkli olur kimbilir!" diye de düşündüm hatta... Geniş pencereden odaya, sabahın taze ışığı dolmuştu.

O gün akşama kadar neler konuştuğumuzu hiç hatırlayamıyorum! Tek hatırladığım bir yemek, bir bulaşık faslı, bir de bembeyaz ipekten sicim gibi iki omzundan inen örülmüş saçlarıyla pembe beyaz teninde parlayan masmavi gözleri...

"Köfteyi kendinize yaparken kıymaya ekmek koyma hiç; eğer yoğururken toparlanmazsa biraz un koy yeter. Kalabalık misafirin varsa koyarsın ekmeği."  Bir taraftan köfte içini hazırlıyor, bir taraftan benimle tatlı tatlı konuşuyordu:  "Kocanla her şeyin en güzelini ye. Köftenin de iyisi ekmeksiz olur."  Köfteyi yoğurmaya başlamadan önce büyükçe bir bakır tencerede, benim ayıkladığım uzun ve iri bamyaları, sızma zeytinyağında kavurduğu ince doğranmış soğanın üstüne döküp karıştırdı. O bir kenarda hafif kavrulurken, mutfaktan çıkılan zemini beton bahçedeki, artık üzüm vermeyen asmanın koruklarından topladı; onları suyun altında iyice yıkayıp bir kaseye suyunu sıktı. Koruk suyunu, “Bamyaya çok yakışır." diyerek, iri doğranmış domatesle bezediği bamyanın üstüne gezdirdi. En son yemeğin tuzunu, suyunu ekledi. Tencerenin kapağını kapatırken minicik, incecik bir kahkahayla, "Tazecik bamya, şimdi pişer." dedi. O köfteyi kızartırken ben de salatayı yaptım.

Konuştuklarımızı hatırlamasam da, çok lezzetli bir yemek yediğimizi hatırlıyorum. Yemekten sonra onca yalvarmama rağmen bulaşığı yıkamama izin vermedi. Yetmiş küsur yaşındaki bir kadına, o bulaşığı bırakmak beni rahatsız etmişti. "Yeni gelin bulaşık mı yıkarmış?! Evime ilk geldin, yıkatmam. Sonra daha çook yıkarsın." demişti... Beyaz tülbentini ensesinde bağlayıvermişti. O iki örgü omuzlarından aşağı usulca dökülmüş; gözleri usulca neşeli, utangaç, yargılamadan anlayış dolu pırıltılarla gencecik...

Kuşadası'ndan Söke'ye, balayımızın bir gününü ayırıp Anneanne'yi ziyarete gelmiştik. Bana kalsa, buraya gelmek gereksizdi; başbaşa gezip eğlenmek varken... Şu akrabalık ilişkileri!... İçim biraz sıkıntılıydı doğrusu ama anlamaya çalışıyordum:  " Kuşadası'na gitmişken, Söke oracıkta, anneme uğrarsınız, sevinir." ... 

Şimdi düşünüyorum da, ne iyi olmuş da gitmişiz! O gidişimizden sonra, bir daha O'nu göremedik. Biz evden akşamüstü ayrılmıştık, gecesine hastalanmış. Zaten kalp rahatsızlığı çekiyormuş bir zamandır; tam bilmiyorum kaç gün hasta yatmış, çocukları başucunda. Baygın zamanlarında, küçük yaşta kaybettiği iki çocuğuna seslenir, sayıklamasından onları beslediği anlaşılırmış. "Sevdiklerinin yanına gitti." dediler. Umarım öyledir...

O gece hastalandığını duyunca, "Ah o kadar ısrar ettim; bulaşığı bana yıkatmadı! Bilsem dinlemezdim!" dedim... 

O gün neler konuştuk hatırlamıyorum da, bir o yemek, o bulaşık, bir de iki örük saçın çevrelediği temiz, berrak, sıcacık bir çift mavi göz. Aklımda bir bunlar kalmış...
 

 
Toplam blog
: 33
: 3988
Kayıt tarihi
: 07.06.09
 
 

İyi bir okurum. ..