Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Temmuz '09

 
Kategori
Öykü
 

Bir Cenaze Töreni

Bir Cenaze Töreni
 

Okula gitmiyordum henüz. Yaşım dört- beş olsa gerek. Küçük bir kasaba. Bir memur ailesi. Bir dediği iki edilmeyen, yaşından büyük laflar eden, küçük, şımartılmış bir kız.

Arkadaşlarım, oyuncaklarım, annem, mutlu dünyamın sınırlarını çizen şeyler.

Genelde memur ailelerinden oluşan dar çevremizde, büyüklü küçüklü birçok çocuktan oluşan bir arkadaş grubumuz var. Ara sıra kasabanın yerlilerinin çocukları da katılıyor oyunlarımıza. Güzel havalarda mahallemizin sokaklarında, bahçelerinde, hava kararıp, annelerimiz bizi birkaç denemeden sonra nihayet evlere almaya muvaffak oluncaya kadar dışarıda oynuyoruz.

Bebeklerim var bir sürü. Taş bebekler. Değişik malzemelerden yapılmış, kimi porselen başlı, kumaş bedenli, kimi tamamen kumaştan, çeşitli boylarda. Ağlayan, “mamma” diyen, bunu diyemiyen. Hepsinin isimleri var şimdi anımsayamadığım. Bir kısmı çeşitli akrabaların hediyesi, çoğunu tabii ki annem satın almış. Sokakta arkadaşlarımla oynarken bu bebekleri birer ikişer dışarıya götürüyorum. Oynadığımız oyuna göre her biri birer rol üstleniyor. Akşam eve girerken hepsini tekrar sepetlerine koyup eve götürüyorum. Bebeklerim mahallede benimle birlikte oynayan arkadaşlarımın ellerinde geziyor bütün gün. Hiç sorun değil benim için, seviyorum paylaşmayı.

Öteki arkadaşlarımın bu kadar zengin bir bebek kolleksiyonu yok. Olsun, benimkilerle oynuyoruz işte hep birlikte. O zamanlar aklımın ucundan bile geçmiyor tabii ki, sevinçten, birlikte oynamaktan hoşnut olmaktan başka duygular da olabileceği arkadaşlar arasında. Çok küçüğüm daha böyle şeyleri farketmek için. Ve taze yüreğime henüz kötülüklerin, kıskançlıkların, insanoğlunun öteki yüzünün gölgeleri sızmamış.

Çocuklar yaşamı oyunlar oynayarak öğrenirmiş. Bizler de beraber çeşitli senaryolar yazıp yine hepimizin katılımıyla oynuyoruz. Bazen bir aileyiz, bebekler çocukların rolünü üstleniyor. Bazen okuluz, bebekler öğrenciler. Bazen hastahaneyiz, bebekler hastalar olarak dizi dizi yatıyorlar hayali hastahanemizde.

Güneşli güzel bir günde, yine yanaklarımız al al, heyecan içinde çeşitli oyunlar oynarken, arkadaşlardan biri bir fikir atıyor ortaya. Kim olduğunu da anımsamıyorum. “Bebekler hastaydı” diyor “Şimdi bunlar ölmüş olsun ve biz onlara cenaze töreni yapalım, gömelim onları.”

Heyecanla karşılanıyor bu teklif grupta. Yepyeni bir şey! Cenaze töreni yapacağız. Tabii ben de büyük hevesle katılıyorum hatırladığım kadarıyla. Bebekler hazırlanıyor, bu işleri bilenler töreni organize ediyorlar ve neticede bebekleri gerçekten çeşitli yerlerde açtığımız çukurlara gömüyoruz. Herkes memnun, güzel ve heyecanlı bir gün daha yaşadık!

Karanlık çöktüğünde herkes evine dağılıyor. Kapıdan parlayan gözler ve mutlu bir tebessümle girdiğimde annem süzüyor beni yukarıdan aşağıya. “Bebeklerin nerede kızım?” Bir kulaktan öteki kulağa uzanan geniş bir tebessümle cevaplıyorum: “Ha, onlar mı? Onlar öldü anne, biz de onları gömdük.”

“Ne? Ne ölmesi? Ne gömmesi? Ne yaptınız siz?”

Annemin gösterdiği tepki ve dehşet içindeki yüz ifadesi ilk defa olarak kafamda bir şüphenin belirmesine yol açıyor. Ağzım kulaklarımdan kopup eski yerine dönüyor yine. Acaba kötü birşey mi yaptım ben? Keyfim bir hayli kaçmış olarak anlatıyorum o zaman olanları. “ Ah benim iyi niyetli kızım, benim akılsız kızım. Hiç taş bebekler toprağa gömülür mü? Onlar canlı mı ki ölsün? Haydi gel, çıkıp arayalım.” Annem hemen mutfak önlüğünü bir kenara atıp bir çekmeceden bir el lambası ve bir dolaptan bir kazma buluyor. Beni elimden tuttuğu gibi sokağa çıkarıyor.

“ Haydi göster , nereye gömdünüz?” Hava iyice kararmış. Sokak lambalarının ışığı var ama yeterli değil. Oyun oynadığımız yere geliyoruz. Sağa sola bakınıyorum. Nereye gömmüştük sahi? Hah, çeşme başında idi. Gösteriyorum anneme yeri. Annem elindeki kazmayla biraz açmaya çalışıyor toprağı. Görünürde hiç birşey yok. Ben de zaten birden emin olamıyorum. Galiba orası değildi. Yoksa yan bahçedeki şu kümbelti mi? Ben el fenerini tutuyorum, annem kazmaya çalışıyor. Orada da birşey yok. Bir iki yer daha denedikten sonra, annem: “Bu böyle olmayacak.” Diyor. “Zaten bu karanlıkta birşey bulmaya da imkan yok. Yarın ararız.”

Annemin elinden tutmuş eve doğru yürürken son derece şaşkınım. Bebekleri gömmek kötü müydü? Ve şimdi neden bulamıyoruz? Küçük dünyam alt üst olmuş vaziyette.

Ertesi günü ve daha sonraki günlerde, komşuların ve benim tüm arkadaşlarımın da katıldığı tüm aramalar bir netice vermiyor. Arkadaşlarımın da hatırlayıp gösterdikleri her yer didik didik aranıyor. Bebekler sırra kadem basmışlar!

Aramalara son verilip eve dönüldüğünde, gözlerimden akan ip gibi yaşlar karşısında, annemin yüreği dayanmıyor yine. Ağlamam, bebeklerin kaybolmasından ziyade, yaşamımın, aldatılma hissiyle ilk karşılaşmasından herhalde.

“Ağlama artık” diyor “Yenilerini alırız üzülme.” Yaşlarımı silip saçlarımı okşuyor:” Ama umarım sen de öğrenmişsindir, taş bebeklerin toprağa gömülmiyeceğini ve sana söylenen her söze inanıp, söyleneni yapmaman gerektiğini.”

Daha sonraları, daha büyük bir çocuk ve yetişkin insan olduğumda ve bu olay her aklıma gelip üzerinde düşündüğümde, acaba o zamanki hangi arkadaşımın, bebeklerimi kıskanıp, bu ustaca oyunuyla beni onlardan ettiğini düşünmüşümdür.

Acaba hangi arkadaşımdı, bebekleri gömdüğümüz yerden sonradan çıkarıp, kendi oyuncak sandığına atan ve onlarla gizlice oynayıp, kıs kıs gülen?

Ve bu arkadaş acaba daha sonraları, daha kimleri nelerden edip, bu yoldan nelere sahip oldu? Para, ev, servet, eş, sevgili, kariyer, bütün bir yaşam?

 
Toplam blog
: 165
: 1414
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Uzun yıllardır yurt dışında yaşıyor. İsviçre'de Adalet Bakanlığı'ndaki mesleği yanında tiyatro ya..