Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Haziran '13

 
Kategori
Siyaset
 

Bir CHP klasiği daha: 'Tencere-tava' bahane, 'beleş iktidar' şahane!!!

Bir CHP klasiği daha: 'Tencere-tava' bahane, 'beleş iktidar' şahane!!!
 

Dün klavyemin başına oturdum ve sözde yazı yazacaktım...

Tabii ki yazımın konusu Taksim olayları olacaktı...

Polisin orantısız güç kullanması ve olayların dramatik bir boyuta ulaşması, vicdan sahibi herkesi yaraladığı gibi beni de yaralamıştı.

Kaldı ki çok doluydum da...

Halkın temayülünü yoklamadan, algı yanılsamalarını önemsemeden; yangından mal kaçırır gibi çıkarılan yasalar, alınan kararlar ve yapılan uygulamalar...

İşte alkol yasasından tutun, yeni köprüye verilen addan taksimdeki son uygulamaya kadar...

Madem demokrasiden bahsediyorsunuz, madem halkın iradesinin ülke yönetimine yansımasını önemsiyorsunuz; o halde halk içinden gelen değişik seslere neden kulak kabartmıyorsunuz?

Demokrasi sadece sandıktan ibaret değil ki!

Demokrasi olmasaydı, Kasımpaşa'da seyyar su satarak ailesine katkıda bulunan Kasımpaşalı bir çocuk nasıl dünya kenti koca İstanbul'un bir dönem başkanı ve ülkenin de son 10 yılının başbakanı olabilirdi?

Dikenli yollardan da geçse, kırık dökük de olsa; iyi ki de demokrasi varmış, iyi ki de siz İstanbul'a başkan ve ülkeye de başbakan olmuşsunuz.

Çünkü siz, üslupla ilgili tüm hatalarınıza rağmen, Cumhuriyet tarihinin gelmiş geçmiş en çalışkan, en başarılı belediye başkanı ve başbakanısınız.

Bunu tarih yazacak, yazmak zorunda... Aksi halde devasa eserlerinizi hangi kamuflajla saklayabileceklerdir?

Bunun örneğini Menderes'te gördük, Özal'da gördük...

Menderes'i darağacına çekenler, "Burada havaalanı mı yapılacak" diye onu karalamaya çalıştılar ama onun eseri Vatan Caddesini ortadan kaldıramadılar, kaldıramadıkları gibi yüzsüzce de o caddenin üzerinden lüks otomobilleriyle geçmeye devam ettiler. Bugün o cadde yetmiyor.

Yine, 1970'li yılların harabe Türkiye'sini teslim aldıktan sonra bir şantiye yerine çeviren ve sayısız eserler üreten Özal'ı sağlığında yerden yere vuranlar, ona Türkiye'yi dar edenler, daha Özal'ın cenazesi soğumadan, "Biz Özal'ın yolundan gidiyoruz" diyerek onun mirasına konmaya çalıştılar!

Hiç kuşku yok ki size de aynısını yapacaklar.

Çünkü size tuzak kuranların, ayağınıza çelme takmak isteyenlerin dilleri Atatürk, Cumhuriyet, şimdi de doğa dese de, onların esas niyetleri, sayenizde kaybettikleri iktidardır, iktidar nimetleridir.

Yeri gelmişken belirtmeliyim ki, siz de çok iyi biliyorsunuz ki, kendilerini ülkenin ve Cumhuriyet'in sahibi olarak gören o kişilerin tasarladıkları ve uygulamaya koydukları zekâ harikuladesi psikolojik harekât oyunlarına inanan azımsanamayacak sayıda iyi niyetli insanlar bulunmaktadır.

Demem o ki, iktidar ateşiyle yanıp tutuşan o kötü niyetli insanların tuzaklarına neden düşüyorsunuz; düşmekle de kalmıyorsunuz adeta onlara alıp da gol atsınlar diye asiste bulunuyorsunuz?

Alkol yasası bana göre de doğru bir yasa. Ama son anda eklenen bir maddeye ne gerek vardı. Bu maddenin de kamuoyunda tartışıldıktan, halk iyice ikna edildikten sonra yasaya girmesi daha doğru olmaz mıydı? Güzelim alkol yasası bir anda ideolojik amaçlı 'alkol yasağı' yasasına dönüştü!

Şimdi Taksim olayları sebebiyle, farklı görüşlere de duyarlı olmalıyız mealinde açıklama yapan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Üçüncü Boğaz Köprüsü'nun adını sürpriz bir şekilde 'Yavuz Sultan Selim' diye söylerken, bu ülkede önemli bir nüfusa sahip Alevi vatandaşlarımızın Yavuz Sultan Selim'e 40.000 Alevi'nin katili gözüyle baktıklarını ve ondan nefret ettiklerini neden düşünmedi acaba?

Son olarak, Gezi Parkı'nda yapılan çalışmanın bir ağaç nakli olduğu, ağaç katliamı olmadığı neden yeteri kadar anlatılmadı ve bu eksiklikten istifade edip olayı provake den insanlara inanıp Taksim'e giden iyi niyetli vatandaşlara neden o kadar şiddetli muamele edildi?

Sayın Başbakan, siz çok başarılısınız ve çok çalışkansınız. Biliyorum, sağlığınızı da hiçe sayarak adeta gece-gündüz bir işkolik gibi, kendi deyiminizle hizmetkâr olarak verdiğiniz bunca emeğin ve ürettiğiniz bunca eserin karşılığı olarak size söylenen çirkin sözlerden hayal kırıklığına uğruyorsunuzdur ve kızıyorsunuzdur. Sanırım sonra sizi takdir eden ve her geçen gün desteğini artıran halkı düşünüyorsunuz ve yolunuza devam kararı alıyorsunuz.

Bu hayal kırıklığıyla, bu kızgınlıkla ve çok muhtemeldir ki arkanızdaki güçlü halk desteğinin verdiği aşırı özgüvenle yukarıda örnek olarak verdiğim üslup hatalarını yapıyorsunuz...

Tabii ki, her dönemde olduğu gibi sizin de etrafınızı saran iktidar yağcılarının, avanelerinin sizi yanlış bilgilendirmelerinden nüks eden 'Ankara Körlüğü' hastalığının septomları da olabilir bütün bunlar.

Unutmayınız ki Sayın Başbakan, siz bu yola çıkarken, Edebali'ye atıfta bulunmuştunuz. Onun Osman Gazi'ye söylediği ve çağlar boyunca da geçerli kalacak pırlanta değerindeki sözleri ben sizden bu vesile ile duymuş ve öğrenmiştim. Bilmiyorum var mı, eğer yoksa bu sözleri makam koltuğunuzun hemen karşısına büyük harflerle çerçeveletip asmanızı ve her gün yeniden okumanızı öneriyorum.

Tekrar etmekte fayda var. Bakın Edebali Osman Gazi'ye neler söylemiş:

Ey Oğul,

Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana...

***

İşte bütün bunları yazacak ve Başbakan'a sitemde bulunacaktım...

Saat 21.00 sıralarıydı ve odamın penceresi açıktı...

Bir anda kulakları aşırı rahatsız eden bir sesle irkildim. Mahalleyi sanki cin atlıları basmıştı. Şaşkındım... Neden sonra hanım yanıma geldi ve bu gürültü kirliliğinin sebebini bana söyledi.

Mahalledeki CHP'liler tencere ve tavaları birbirine vurarak sözüm ona hükümeti protesto ediyorlarmış! Bu şekilde hükümeti istifaya zorlayacaklarmış!

Laf aramızda, bizim mahallede CHP'liler çoğunlukta. Dün mahallenin muhtarı CHP'li kadınları örgütlemiş, mitinge götürmüş. Sanırım mitingte de bütün Türkiye'de uygulanmak üzere bu eylem kararı alınmış.

Gürültü dayanılacak gibi değildi, pencereyi kapatmak zorunda kaldım, ama yine de sesler içeriye geliyordu.

Derin bir uykudan uyanmış gibi oldum. Sözüm ona çevre duyarlılığı diye bindirme kıtalar şeklinde Taksim'e otobüslerle taşınan insanlar, bir çevre felaketi olan gürültü kirliliğinin danıskasını yapıyorlardı.

Üstelik; onların protesto ettikleri olayın gerçeğinde Taksim'de trafik yer altına alınacak ve Taksim ses ve egzos gazlarından kurtulmuş olacaktı. Yani yapılan eylem, çevre adına çevre karşıtlığıydı.

Ve yine üstelik; onların devri iktidarlarında İstanbul çevre açısından en karanlık dönemini yaşamıştı. Sular günlerce akmazdı, aktığında da bulanık akardı; çünkü su şebekesi delik deşikti ve ters basınçla kanalizasyon suları şebeke suyuna karışmaktaydı. Hava kirliliği tavan yapmıştı; toplu ölümler yakındır deniyordu ve gazetelerde sokaklarda dolaşmak için maske takılması uyarısı yapılıyordu. Trafik ise arap saçıydı; duran trafikte araçların yaydığı egsoz gazi ise başka bir felaketti. İstanbul'un bütün caddelerini ve sokaklarını esir almış olan çöp yığınları sebebiyle caddelerde, sokaklarda burunlar kapatılarak dolaşılıyordu. Ve eskinin dillere destan Haliç'inin içinde ve etrafında hayat neredeyse durmuştu.

Bugünkü İstanbul'la CHP'nin İstanbul'u kıyas dahi edilemez? Bu, siyahla beyaz farkı gibi bir şeydi.

Bugün Taksim Gezi Parkı'nda 12 ağacın naklini bir ağaç katliamı olarak sunup çevre düşmanı ilan ettikleri bu iktidarın yönettiği İstanbul'da sadece 2004-2010 yılları arasında 1.005.190 ağaç dikilmiş. Bu mu ağaç katliamı?

Tencere-tava sesleri bana başka şeyleri de hatırlattı. Bu eylem zaten orijinal bir eylem değildi; imitasyondu. Tencere-tava sesleriyle beraber ışıkların yanıp söndürülmesi ise başka bir imitasyondu. Yani eylem, geçmişte iktidar değişimine vesile olmuş değişik oyunların taklidinden oluşmuş bir karışım, bir aşure çorbasıydı.

Malum, 1991 genel seçimleri öncesi Demirel yeniden meydanlara inmiş ve 10 yıllık iktidar perhizini (gerçek anlamıyla) bozmak için, "Mutfakta yangın var" naraları atmış, ev kadınlarına 'tencere-tava"larını alarak meydanlara inmelerini ve onlardan tencere-tavaları birbirine vurmalarını istemişti.

Oysa o, 1980'de kendi ifadesiyle 70 cente muhtaç bir Türkiye bırakmıştı. Mutfakta yangın var dediği Türkiye'nin ise borçlarının GSMH'ya oranı % 15 seviyelerindeydi. Özal'ın teslim ettiği Türkiye'nin  ekonomik durumundan eski bir CHPli olan Kemal Derviş de övgüyle bahsetmektedir.

Peki, mutfaktaki yangını söndürmek için tencere-tava sesleriyle iktidarı teslim alan Demirel, Türkiye'yi nereye götürdü? Uçurumun başına. Bütün 10 yıl boyunca süren yağma ve hortumlardan sonra süreç, Cumhuriyet tarihinin en büyük ve en yıkıcı ekonomik krizi olan 2001 kriziyle sonlandı. Bu aslında açık bir iflastı.

Demek ki mesele mutfaktaki yangın değilmiş. Mesele, mutfakta yangın varmış gibi göstererek, böyle bir orta oyunu oynayarak, Özal'ın 10 yılda oluşturduğu devasa pastasını afiyetle yemekmiş!

İkinci orijinal eylem, 3 Kasım 1996 yılında Susurlukta meydana gelen bir trafik kazasının ortaya çıkardığı derin devlet yapılanmasını protesto etmek için yapılan 'Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık' eylemiydi.

Her gece saat dokuzda evlerdeki ışıklar bir dakika boyunca yakılıp söndürülüyordu.

Bu eylemin sonucunda ne mi oldu dersiniz?

İsterseniz onu da eylemin mimarlarından o zaman ki Özgürlük ve Dayanışma Partisi Genel Başkanı Ufuk Uras'tan öğrenelim. Bugün 'a haber' kanalında Canan Barlas'ın sunduğu programın konuklarından biri Ufuk Uras'dı. Taksim olayları tartışılıyordu. Ufuk Uras sözlerinin bir yerinde,  "Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" eylemini biz organize ettik. Ama sonradan bizim kontrolümüzden çıktı ve laiklik eksenine kaydı dedi.

Düşünüyorum da, sandıktan kendilerine oy çıkmadığında halka 'aptal' damgasını yapıştıranlar, acaba gerçekten halkı aptal ya da 'balık hafızalı' mı sanıyorlar.

İki tane imitasyon eylemi harmanlamışlar ve bundan bir iktidar beklentisi içerisine girmişler.

Dün Ufuk Uras ve arkadaşlarından 'rol' çalanlar, bugün de çevrecilerden rol çalmaya çalışıyorlar!

Olay bu kadar net ve berraktır.

İyi niyetli çevrecileri bu duyarlılıklarından dolayı kutluyorum. Umarım rollerine sahip çıkarlar ve iktidar hesapları güden maskeli imitasyon oyuncularına fırsat vermezler.

Taksim olaylarının öne çıkan ismi BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder de, "CHP, ambulans arkasında giden fırsatçı taksi gibi" diiyerek bu gerçeğe dikkat çekmiş.

Beklentim ve tahminim odur ki bu defa oyun tutmayacak gibi. Oyunun taklit ve zorlama olduğu o kadar belli oluyor ki!

Demirel'in tencere-tava oyunu, 'mutfakta yangın var' sloganıyla birebir örtüşüyordu.

Siz ise tencere-tavayı birbirine vuruyorsunuz ama; mutfakta yangın var diyemiyorsunuz!

Çünkü bu hükümet çok başarılı.

Dünya krizle çalkalanırken, Avrupa ülkelerinde bile ekonomik kriz sebebiyle büyük gösteriler yapılırken, Türkiye'de doğayı koruma adına gösterilerin yapılması sizce de tuhaf ve bizim hiç alışık olmadığımız bir şey değil mi?

Bilmiyorum farkında misiniz; aslında siz bu eyleminizle hükümetin başarılarını itiraf etmiş oluyorsunuz.

Işık yakıp söndürmekle de inkâr etmekte olduğunuz ve avukatlığına soyunduğunuz Ergenekon'un varlığını itiraf etmiş olmuyor musunuz?

Blogger arkadaşımız ve Milliyet İnternet Yazarı Sayın Gülgün Karaoğlu, facebook'da not düşmüş: Şuraya yazıyorum, Taksim olaylarını da Ergenekon'a yükleyecekler demiş...

Sayın Gülgün Karaoğlu'nun iyi niyetinden kuşku duymuyorum, ama kendisine sadece şunları hatırlatmak istiyorum:

Burası Türkiye... Ve bu ülkede maalesef geçmişte benzer çok kötü ve karanlık olaylar yaşandı. Tarih, bugünümüzü aydınlatıp yarınımıza güvenle yürümemizi sağlamayacaksa başka ne işe yarar?

Türkiye'de iktidar yapıp iktidar bozan örgütü bugün Silivri'de yargılanan 300-500 kişiden ibaret görürsek esas o zaman ergenekon yalanmış demek gerekir.

Ve böyle bir devasa örgüt Gezi Parkı'ndan bir iktidar senaryosu çıkaramıyorsa yine bu örgüt yalanmış demek gerekir.

İnternetteki onlarca fake hesaptan otomatik bir makine gibi servise konan yalan haberler, teknoloji harıkası montaj görüntüler sıradan insanların becerilerileri mi?

Işık yakıp söndürmek, beleş iktidarla sonlanmıştı.

Adında halk olmasına rağmen, halkla arasında büyük duvarlar olan CHP ise beleş iktidara hiç de yabancı değil!

Onun için...

Milleti kandırmaya gerek yok, ki kandıramıyorlar, adını doğru koyalım:

Tencere-tava bahane, beleş iktidar şahane!

Hasan Basri Özgen

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..