Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

güne_bakan(Nazenin yavrusu)

http://blog.milliyet.com.tr/gunebakanlar

07 Ekim '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir çiçek bir insan

Bir çiçek bir insan
 

Telgraf çiçeği

1997 yılı tıpkı 94 yılı gibi korkunç med-cezirlerle yüklü bir yıldı benim için. Aynı zaman dilimleri içinde mutlulukların en güzelini yaşarken birden acıların en korkuncuyla tepetaklak oluveriyordum. Hani uçaktan paraşütle atladığınızda ilk anlar muhteşem gelir ya insana. Kuşlar gibi uçuyor, bulutlara karışıyor, özgürlüğün doruk noktasında tek başına dünyaya meydan okuyorsunuz sanki. Fakat yere yaklaştıkça heyecan basar insanı, adrenalin tavan yapmıştır, al al olursunuz. Ya paraşüt açılmazsa?

Herşey okadar kısa zaman dilimlerinde olup bitiyor, mutluluklar mutsuzluklar birbirini kovalıyor du ki sanki kısa metrajlı bir film çeviriyorsunuz, adı "yaşam" olan.. Korkunç bir hızla yaşadıklarınızla ne yapacağınızı bilemiyorsunuz. Siz zamanın dışına çıkıp seyirci olmak istiyorsunuz. Gerektiğinde sağduyulu bir düşünceyle müdahale edebilmek adına. Ama herşey o kadar hızlı gelişip olup bitiveriyor ki, olayların ortasında, kavganın, düğünün, sevinin, ölümün, yaşamın tam ortasında yani.. Kalabalıklarda annesinin elini yitiren bir çocuk kadar çaresiz, kimsesiz, etrafınıza korku dolu gözlerle bakıyorsunuz. Bir ışık umudunuz ya var ya yok.

Ben de işte tam böyle, dünyaya biçare, endişeli, acıklı gözlerle bakıyormuşum. O kız dedi bunu bana. Ben kadar ya var ya yok diye düşünüyordum. Oysa benden bir hayli büyükmüş, hayretten ağzım açık kalmıştı. Gözleri öylesine ışıl ışıldı ki, insana bu ışıkla tüm karanlıkların üstesinden gelinebileceğini düşündürten, canlı, dipdiri bir hayat duruşu vardı. Umut dolu, hep gülen yüzüyle işte tek başına hayata sımsıkı sarılmış, yaşamı olabildiğince en güzeliyle yaşıyordu. Hiçbir mutsuzluğun onu alt etmesine izin vermiyordu. Hayatın tüm olumsuzluklarıyla ailesini, o kız hafif aksayan ayağına rağmen sırtlamış hiç yüksünmeden, "of" demeden taşıyordu,o gülen ışıl ışıl gözleri, yüreğinden dolup taşan sevgisiyle...

Onu daha yakından tanıma arzusu uyandırıyordu insanda.Tanıdıkçada sevgim, saygım, hayranlığım kat be kat günden güne büyüdü.

Bir gün O'na bunu nasıl başardığını, bunca sorunun üstesinden nasıl kolayca, gülümseyerek gelebildiğini, sözün özü onca sorunla hâlâ nasıl ayakta, dimdik, yaşama dört elle sarılabildiğini sordum. Cevabını gerçekten merak ettiğim bir soruydu bu. Çünkü ben başaramıyordum, yaşadığım med-cezirler beni okyanusun girdaplarına sürüklüyor, kendimden onca emin ben, en ufak dalgalı suda çırpınıyor, boğuluyordum adeta... Ne yapacağımı bilemiyor, bunalımlarla tükeniyordum. Sanki dünyanın tüm kabusları, gizli köşelerde saklanan karabasanları üstüme çullanmıştı. Sanki dünya beni ezmek, yok etmek istiyormuşcasına tüm kötülükleriyle işbirliği ediyordu. Fakat o gülen gözlü, yüreği sevgiyle dolu kız bana telgraf çiçeğinin öyküsünü anlattığında, bende yaşamımın en önemli cevaplarından birini buldum.

Çiçeklerine çok düşkün olduğunu biliyordum. Fakat bir sevgili yüreğin hediyesi olan telgraf çiçeğine daha bir özenirmiş, saksının, ışığın en bol olduğu yerde durmasına dikkat eder, suyunu gübresini eksik etmez, kışları üşümesin diye kaloriferin yakınına koyar, üstüne titrermiş. Titremesine titrermiş ya çiçek bir türlü gelişmez, cılız dalları, pörsük yapraklarıyla adeta yarın ölüverecekmiş gibi dururmuş. O ara evlerini taşımışlar ve çiçek balkonda unutulmuş. O dönemde yaşadığı olaylar vb. nedeniyle herşeye ilgisini yitirdiğinden telgraf çiçeği de bütün bir kışı balkonda karlar altında geçirmiş.

Yeniden bahar geldiğinde balkonun bir köşesinde yaşam mücadelesi veren çiçeği gözüne ilişmiş. Önce gözlerine inanamamış. Çünkü çoktan öldüğünü düşündüğü çiçek öylesine güçlü filizler, öylesine yemyeşil sürgünler vermiş ki işte o an benim bildiğim gülen gözlü kız oluvermiş. Yaşamında bir yeşil ışık yanmış o çiçekle adeta...

"Gözünün içine baktığım, koruduğum sakladığım ama bir türlü gelişemeyen cılız bir çiçek bile, bütün bir kışa, kara, soğuğa direnmiş benim gösterdiğim ihtimamla büyümediği halde şimdi pırıl pırıl, yemyeşil yapraklarıyla yaşama böylesine sımsıkı asılabiliyor, bahara gülümsüyor da, bir çiçeğin kazandığı yaşam savaşını biz insanoğlu nasıl kaybetme cüretini gösterebiliyoruz ki? Allah'ın bütün güzellikleri, yetenekleri, en önemlisi aklı cömertçe ihsan ettiği bizler, böylesine acımasızca kendimizi, dünyamızı tüketirsek tüm kainatın yüz karası olmaz mıyız sence?" dedi.

Çok haklıydı. El bebek, gül bebek büyütülen, ömrü boyunca bebek kalabiliyor, acılar karşısında hemen soluveren bir çiçek olabiliyordu. Yaşam güzel bir armağan olunca acılarıyla yaşanması zor geliyor insana. Ama acılarla bilendikçe, yaşama sarmaşık inadıyla, inançla, sevgiyle tutunabilirsek, birbirimize kanat olabilirsek hangi şaşkının sözüne inanılır : Bir kelebeğin ömrü bir gün mü abaca?

Yada bilmeyenin "tırtıl ölmüş" dediğine bilenler "kelebeğin doğumu" demezler mi ?

****************************

İşte bu hikayem de böyle Deniz Kelebeğim.İnan bana, daima sevgiyle atmalı koca koca adımlarımızı dünyaya ve sevgiyle sarmalı tüm korkuları. Korkunun da gözlerine sevgiyle bak daima. Ozaman gördüklerinden de korkmayacaksın.

 
Toplam blog
: 54
: 1026
Kayıt tarihi
: 05.10.06
 
 

Ata toprağı Karadeniz'den, terbiye ve eğitimi Trakya'dan, günebakan ve İstanbul sevdalısı eski bir m..