Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Haziran '10

 
Kategori
Öykü
 

Bir daha mı asla

Bir daha mı asla
 

Cevriye’nin yaşı otuzbeş olmasına rağmen siyahı neredeyse kalemle araya çizilmiş kadar azdı saçlarının arasında… Ayva, armut veya balık tipi değil de vücudu aslında eskinin sanayi tip tüplerine benziyordu. Üzerine bir de allı güllü lastikli basma eteğini geçirince, belinin nerede olduğunu kimse tahmin bile edemezdi.. Çakır gözlerinin kenarlarında parti amblemleri gibi derin oklar vardı.. Kaşlarının ortasında bir kavşak olmadığı için hep sert bir ifade yerleşmişti yüzüne..

Ellerini, belinin olmayan kavislerine yerleştirmiş, salonun kapısının önünde tutkallanmış gibi duruyordu. İçeri adım dahi atmadan gözleriyle salonun her noktasını geziyordu sanki…. Müzayede için hazırlanmış, içinde nadide eserlerin olduğu koruma altında ve fotoğraf çekimine bile izin verilmeyen bir müzeye bakar gibi bir hali vardı. Pek de yanlış sayılmazdı çünkü antikaydı eşyaları ama öyle kıymetli anlamında değil evlendiği zamandan bu yana hiç eşya değiştirmemişlerdi modası geçmiş fakat kumaşı hala idare ediyordu.

Sonra hafifçe eğildi ve “Nereden geliyor bunlar” diyerek arkasını dönerek doğru banyoya gitti ve deterjan dolabını açarak camsil ile toz bezini kaptığı gibi salondaki sehpanın köşelerini ve camını bir kez daha sildi.. Bir yandan da "bu tozlardan bıktım" diyordu. Hızlı adımlarla tekrar aynı yere geldi ve bu sefer de tülün halkalarından duvara yakın olanlarından birinin düştüğü fark etti ve; "Off duramam ki ben böyle.. Dürter tak onu diye. Aman bıktım hayattan!" diye söylenerek evin arka kısmındaki sandık odasına gitti. Dikiş makinasının yan gözündeki halkalardan bir tanesini yavaşça aldı.

Tülün yanına mutfaktan bir sandalye alarak geldi ama “Allah boy vermemişsin ki bana, üç minder olmadan erişemiyorum, şimdi Osman olsaydı içerden getir derdim iş yine bana düştü” diye içinden hayıflandı.

Tam yatak odasındayken eskiden çıkardığı ses kanarya iken şimdilerde kargayı andıran zil sesine geri antreye döndü ve kapıyı açtığında karşısında okuldan güler yüzüyle dönen oğlunu gördü ve:

- Gel bakalım Osman, dur bakayım bu pantoluna ne yaptın sen böyle! toz toprak içinde top mu oynadın sen yine! diyerek poposuna iki tane geçirdi..

- Anne dur ya! Türkçe dersinden yıldızlı beş aldım, vurma oynamayacağım bir daha söz…

- Tamam aferin sana.. ama seni bu halde içeri kesinlikle sokmam. Kımıldama sakın! üst baş getireyim. Osman içeri giden annesine sesini duyurabilmek için avazı çıktığı kadar bağırarak;

- Anne karnım çok aç benim, ne yemek var evde.. içeriden “zıkkımın kökü var” diyerek gelen annesi bir eşofman altı bir de tişörtü Osman’ın eline tutuşturarak,

- Çabuk getirdiklerimi içeri adım atmadan burada giyin, elini, yüzünü ve ayaklarını iyice yıkamadan sakın mutfağa gelme tamam mı?

Osman babasına benzeyen kara üzüm gözlerinin parlaklığıyla daha uzaktan görene “bu çocuk cin gibi” dedirtiyordu. Sınıftaki arkadaşlarına göre biraz kısaydı, azıcık heyecanlansa kılcal damarları cildinin yüzeyine yakın olduğu için kıpkırmızı olurdu.. Henüz üçüncü sınıfa gidiyor olmasına rağmen büyümüşte küçülmüş havası vardı. Banyodaki işini bitirip havluyu yerine astıktan sonra tekrar baktı ve “oh be neyse ki geri düşmedi, yoksa annem beni mahvederdi” diye düşündü ve sonra mutfağa doğru karnını ovuştura ovuştura geldi. Annesi daha tabaklara yemek koyarken başlamıştı bile;

- Bak Osman dikkatli ye, ne masaya ne de yere en ufak bir şey dökersen canına okurum bilmiş ol!

- Anne her gün aynı şeyleri söylüyorsun ama ben hiç dökmüyorum demeye kalmadan çorbadan birkaç damla yere döktü. Osman’ın yüzü çorbanın üstündeki salça gibi kızarmıştı ve başını öne eğerek;

- Anne özür dilerim kirlettim! diyerek içeri kaçarken annesinin sesini duymamak için elleri ile kulaklarını sıkıca kapatıyordu ama hala duyabiliyordu; - Benim canım çıkıyor şu evi temizlemekten, gözün kör mü, bir kaşık tutamıyorsun Allahım kurtar beni bunlardan! Osman odasında yastığının altına kafasını saklayarak bir yandan ağlıyor bir yandan da açlıktan guruldayan karnını tutarak;

- Niye döktüm ki, şimdi aç kaldım, annem ceza olarak yedirmez akşama kadar, öf ya! diyor düşündükçe daha çok ağlıyordu.

DEVAM EDECEK

Aysel AKSÜMER

08.06.2010

 
Toplam blog
: 334
: 482
Kayıt tarihi
: 22.03.10
 
 

Halkla İlişkiler bölümü mezunuyum. Iki çocuk annesiyim. "Bir Öykü Kadar Kısa Bir Roman Kadar D..