Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Nisan '08

 
Kategori
Eğitim
 

Bir damla köy enstitüsi

Bir damla köy enstitüsi
 

1923türk.org


“Olmuş, bitmiş, geçmiş.

Tutturdular Köy Enstitüleri, Köy Enstitüleri.

Yahu, ne var bu Köy Enstitülerinde? Eski kafa bunlar, bir de yenilikçi geçinirler.Az görgülü yarı münevverler.”

Kaba taslak, yarım yamalak bir takım kulaktan dolma bilgiler ve ön yargılarla Köy Enstitülerine yaklaşırsanız yukarıdaki gibi düşünürsünüz. Bugünün koşulları ile o günün koşullarını birbirine karıştırırsanız, Köy Enstitülerinin, gelişen teknolojiye uyabilme yeteneğinin çok yüksek ve kıvrak olduğunu, bilimi kullanabileceğini ve geliştirebileceğini düşünemez iseniz, Köy Enstitülerini hala, toz, toprak içinde, tavuk ve ineklerle düşünürsünüz.

Hele İstanbul doğumlu olup, hali vakti yerinde bir aile çocuğu iseniz , o günlerin Anadolu köylüsünün durumunu, zahmet edip araştırmaz okumaz ve doğuştan üst yeteneğe sahip biriyseniz(!) Köy Enstitülerinin durumunu nasıl anlayabilirsiniz?

Okuma araştırma heveslisi, düşünce gücü gelişmiş, kaliteli, üretken üniversiteleri çoktan yaygınlaşmış, iyiyi kötüyü ayırt edebilen bir toplumun Köy Enstitüleri ile mümkün olabileceğini kavrayabilmek mutlaka donanım ve bilgi gerektirir.

“Yahu, ben o günlerin en gözde Üniversitesini bitirdim. Üstelik yıllardır yazar çizerim.”

“Geç onları, her dönemi kendi içinde değerlendirmek sizler için de geçerli.”

O günlerin Türkiye koşullarını bilir, halkın ne kadar okumasız, yazmasız ve cahil kaldığını, tarımın ilk çağ koşullarında yapıldığını öğrenir ve Köy Enstitülerinin kuruluş felsefesini bunlarla bağlantılı olduğunu sekiz on kitap okuyarak anlarsanız konuyu kavrayabilirsiniz.

Anadolu’nun yüzde sekseni kırsal kesimde. Okuma yazma oranı çok düşük. Belki yüz kişiden ancak beş on kişi okuma yazmayı ya biliyor veya bilmiyor. Köylünün çoğu, çadırlı Yörük yaşamından yerleşik düzene yeni geçmiş . Uygar yaşamdan habersiz.Doğru dürüst el becerisi yok.Köyde iki tekerlekli kağnıya iki öküz bulan, dört keçi ve sekiz koyunla on dönüm toprağı olan zengin görünüyor. Giysi yok , konut yok.Köye okul, sağlık ocağı rüyalarda bile görülmüyor. Yol yok, bel yok. Tozlu yollarla ulaşım sağlanıyor.Köylü doğru dürüst yıkanıp temizlenemiyor bile.

Ülke, toplu iğne dahi üretemiyor. Tüm yaşam, insan dayanıklılığına ve sağlamlığına bağlı.

Memleket, üst üste savaşlar yitirmiş, harap olmuş, bitkin, perişan, tarihinin hatırına ayakta durmaya çalışıyor.

Anadolu Bozkırı, arka arkaya yaşadığı kuraklıklardan dolayı ürettiği bir avuç buğdayı bile veremez olmuş. İnsanlar, açlıktan kıvranarak sağa sola savruluyorlar. Çoğu köylerini terk ederek günlerce ve aylarca yürüdükten sonra bir büyük şehre ulaşmaya çalışıyor karın tokluğuna zengin birinin kapısında kul köle olabilmek için.

“Ayağımızda çarık, sırtımız çıplak, düştük yollara Yürü babam yürü. Ot kazdık, onu yedik, kızılcık çorbası yapıp içtik yolculuğumuz boyunca. Ne maceralar yaşadık. Yol üstünde, kah misafir olduk bir köy odasına, kah arazide yattık. Ne oyunlar döndük bir parça ekmek hatırına, ne gurbet türküleri yaktık hasretliğimiz için.Kimimiz sıtmaya yakalandı, kimimiz ince hastalığa. Çoğumuz da dönmedi memleketine. Çoluk çocuk yıllarca yolumuzu bekledi.”

Her yerde söylenen ve yazıp çizilen memleketin genel manzarası böyle .

Ülke nüfusunun yüzde sekseninden fazlasını oluşturan köy ve köylünün durumu Cumhuriyet sonrası bu tablo olunca, köy ve köylü nasıl hızlı kalkındırılacaktı? Ülkeyi yönetenlerce işe eğitimden başlanmalı ve eğitime öncelik verilmeliydi. Nasıl olacaktı bu iş? Atatürk’ün düşüncesi , okuma yazma öğretimini hızlandırmak açısından, asker ocağında iyi okuma yazma bilen, eli ayağı düzgün, konuşması güzel, uyanık köylü evlatları tespit edilmeli, kısa süreli kurslardan geçirildikten sonra kendi köylerine okuma yazma öğreticisi (Eğitmen) olarak görevlendirilmeliydi.

1934 yılında deneme şeklinde Ankara çevresinde başlayan kurslarda başarı sağlanınca işe devam edilmesi düşüncesi hakim oldu.

Hasan Ali Yücel bakan olduktan sonra 17 Nisan 1940’da Köy Enstitüleri yasası, 1942’de Köy Okulları ve Teşkilat Yasası çıkarıldı.Aynı yıl Yüksek Köy Enstitüsü, bir yıl sonra da Köy Enstitülerinin Sağlık Kolları açıldı.

Bu okullardan yetişecek öğretmenler, eğitim formasyonlarının yanında, başta ziraat olmak üzere, tavukçuluk, arıcılık, hayvancılık, demircilik, marangozluk, duvarcılık ve sağlık konularında donanımlı, bilgili köye girecekler onu kalkındıracaklardı.

Plan üstüne işe başlandı. Öğretmen adayları önce kendi binalarını yaparak, malzemelerini tedarik ederek işe koyuldular. Sonra, eğitimlerini aldıkları ve içinde bulundukları enstitülerine yakın köylere okul yaptılar. Daha sonra da gittikleri yerlere.Her birisi birer ışık oldu, Anadolu’yu aydınlattı.

Böyle olmasaydı onbeş yılda gelinen eğitim düzeyine yüz yılda gelinemezdi.

“Yağmurlu bir Nisan günü. Ilgaz tarafındayız. Sisler arasında uzakta bir köy. ‘Sür.’ dedim, şoföre. Sürdü. Yağmur altında girdik köye. Gördüğümüz bir çocuktan, okulun yerini sorduk. Gösterdi. Mesai günü ve saati olmasına rağmen okul kapalı. Şaşkınlık içindeyiz.Okul müdürlüğüne bakan arkadaşın evini sorunca, okula getiren çocuk bizi aldı götürdü. Pijaması ile içeriden çıkan müdüre, “Okula kadar gidelim.” dedik.Yolda okulun niçin kapalı olduğunu sordum, “Tavan akıyor, hoca hanım da pazara gidince ben de, baktım okul böyle, tatil ettim.” Okul bahçesinden içeri girdik.Gözüme, bahçe duvarında kayılı kiremitler ve dayalı merdiven çarptı. “ Hocam, şu merdiveni getir. “ dedim. Arkasından da kiremitleri bana uzatmasını söyledim.Çatıya çıktım, o verdi, ben sekiz kiremidi değiştim, Üstümü çırpıp indim. Cebimden kartımı çıkarıp verdim. “Hocam bir daha tavan akacak olursa beni çağır, ben yaparım.” dedim.

Kartın üstünde, İsmail Hakkı Tonguç, Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürü yazıyordu.

 
Toplam blog
: 498
: 1546
Kayıt tarihi
: 12.08.07
 
 

Öğretmen Okulunu ve İktisat Fakültesi Kamu yönetimi bölümünü bitirdim, eğitimciyim, İyi derecede ..