Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '06

 
Kategori
Mimarlık
 

Bir damlanın yaşam hikayesi

Bir damlanın yaşam hikayesi
 

Yağmurlu bir gündü, bir sonbahar da rahme düştü, yaşamak için çok mücadele etti ve sonunda dünyaya gelmeyi başardı, tabi ki doktoru bulutun, yağmurun dünyaya gelme aşamasın da büyük katkıları olmuştu. Yağmur büyüdü ve fırtına gibi bir delikanlı oldu, fakat yaşadığı yer kendisine dar gelmekteydi, daha 17'sinde ve lise son sınıf öğrencisi olan Fırtına üniversiteye mutlak gitmeliydi, bu onun bu dar alandan çkışı için son umuduydu.

Fırtınanın yaşadığı yer; Karadeniz'e kıyısı olan güzel bir kasabaydı; denizin iyotlu kokusu insanın nefesini açmakta, arkasındaki dağların ve ormanların ihtişamı yürekleri titretecek güzellikteki bu yer; genelde her şehirli insanın yaşamak için hayalini kurduğu bir yerdir. Ve sonunda, en nihayet Fırtına'nın istediği olmuştu, üniversiteyi kazanmıştı. Her ne kadar da ilk tercihi bilgisayar mühendisliği olsada o ikinci tercihi olan hekimligi kazanmıştı. Haberi vermek için evine koşan Fırtına müjdeli haberi ailesine iletmesiyle, büyük bir sevinç yaşanmıştı. Evi taş ve ahşaptan yapılmış eski bir evdir. Ardından çantasını topladığı gibi İstanbul'a geldi, okuluna kayıt yaptırdı ve bir öğrenci yurduna yerleşti; odalar sekiz kişilikti, yatay, yirmi santim eninde ince, uzun pencereleri vardı ve kuzey cephesiydi, Fırtına burayı ilk gördüğünde hissettikleri; kaybolmuşluk, değersizlik, suçluluk… Sanki bir hücre şeklini andıran bu oda oldukça da küçüktür; dört adet çift katlı ranza bulunmakta ve oldukça havasız…

Fırtınanın yurtta geçen iki koca yılı; ve artık Fırtına oldu Poyraz, bronz teni beyazlaşmıştı artık ve elma yanakları yerini solgun yanaklara bırakmıştı, anlaşılan yurt ona yaramamıştı. Dört arkadaşıyla anlaştı ve eve çıkmaya karar verdi, fakat ev kiraları ateş pahası, sonunda güneş gören bir gecekondu kiraladılar; damı akan, pencere ve kapı kasalarından oldukça şiddetli derecede rüzgar alan, bu kargir yapının ne kadar sağlıksız olduğunu bilse de Poyraz, ruhu hiçbir zaman o evin içinde yaşamadı, yatağına girdiği zaman hep memleketindeki evinde hayal etti kendini, başka türlü uyumasının imkanı yoktu. Nem, soğuk titreyen dizlerindeki romatizmayı her geçen gün daha da ileri götürmekteydi, bu da yetmezmiş gibi sigaraya başlamıştı arkadaşlarına uyup. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, uykusuz geçen uc yılın ardından beşinci sınıfa geldi Poyraz.Yirmi kilo vermişti beş ayda, alnındaki kırışıklıklarda artmıştı, mezuniyetine bir buçuk ay kala şidettli öksürük başladı kendisinde.

Doktora danıştı...
Poyraz: "Ne oldu bana hocam?" Doktor:"Kesin bir tanı koyamıyorum fakat …" Tetkiklerin ardından doktor teşhisi koymuştu: "Poyraz, akciğer kanseri evladım"

Poyraz büyük bir şok içindeydi ve o artık bir Eser'di. Mezun oldu ve tedavisi başladı Eser'in, fakat bir türlü yanıt vermiyordu tedaviye çünkü oldukça ilerlemişti hastalığı ve hastanede yatarken düşündü; bir gün bir kuş yakalamıştı ormanda çocukken ve beslemeye çalışmıştı kendi evindeki küçük kafeste. Beş gün yaşatabilmişti ancak kuşu ve anladıki, serbest bırakmalıydı onu, ormandaki barınağı en sağlıklı yerdi kendisi için. İstanbul'da yaşayan sınıf arkadaşı Savaş geldi ziyaretine...

Eser: "Savaş oldukça sağlıklı gözüküyorsun, bunu neye borçlusun?"
Savaş: "Güzel bir evim ve ailem var galiba ona"
Eser: "Evim derken..?"
Savaş: "Yani eve her girdiğimde büyük bir mutluluk doluyor içime, gerçekten yapan mimar iyi yapmış"
Eser anlamıştı bazı şeyleri ve olmuştu bir damla su, yeniden doğmak umuduyla merhaba dedi toprağa ve toprakta usulca ilerlerken dedi ki "bir daha gelirsem dünyaya mimar olacağım".

Mimara bu kadar çok ihtiyacımız var mı? Yoksa mimarlar işlerini layıkıyla yapamıyorlar mı?

Belki de Fırtına kanserden ölmeseydi, gecekondudaki evinde bir depremden ölecekti. Kendinize dikkat edin!

 
Toplam blog
: 15
: 2438
Kayıt tarihi
: 22.11.06
 
 

Deniz Adamı ..