Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Eylül '09

 
Kategori
Felsefe
 

Bir de farkında olsan...

Bir de farkında olsan...
 

Her muhteşem doğuşun, pek de önemli olmayan batışı da vardır...


Bir de farkında olsan...

İnsanoğlu kuş misali derler ya…
Bir bakıyorsun doğuyor… bir bakıyorsun uğurlanıyor..
xxx

Bir içim su gibiydi, canlara şifa olan, binlerce mineral taşıyan..
Duramıyordu beslendiği, gelişip çoğaldığı karanlığında.
Zorladı kendine dar gelen taşını toprağını.
Bir yolunu buldu, coşkuyla aktı yeryüzüne..
.........
En yalın, en temiz, en duru haliydi yaşadığı, salınırken dalında...
Tomurcuğundan açan goncanın güzelliği vardı üzerinde.
Tazeliği baş döndürürdü.
Hele açıldığında, ayartıcı bir gül olacağını düşünmek, baştan çıkarırdı bakanı.
Işık onda coşar, kırılır bin renge dönüşürdü…
Kristal kadar berrak, çiğ tanesi kadar saftı…
Açılırdı, güneşi emdikçe içine... her çekişle, bir yaprak daha açan tomurcuktu…
En çok da sabahın ilk saatlerini severdi, açılmak için.
Açıldıkça kokusu baş döndürür, açıldıkça rengi alacadan kızıla döner, açıldıkça gülleşirdi.
..........
Her zaman bir yol bulurdu kendine.
Aceleciydi, coşkuluydu, telaşlıydı... bu yüzden hızlı akardı, yaşam saçarak dolaştığı yerlere.
Öyle çok uğraması gereken vardı ki, her kes yolunu gözlerdi...
Güneş haz alır, kristalleşirdi işlediğinde içine..
Ne güller ne de bülbüller, onsuz edemezdi.
Çiçekler en güzel renklerini, en hoş kokularını ondan alırdı.
Yarışırdı kuşlar birbirinin önüne geçip, onu en temiz haliyle içebilmeye.
Ab-ı hayat derlerdi onu içenler, inanırlardı ölümsüz olacaklarına....
Onda yıkananlar; biraz daha serpilir, biraz daha güzelleşir, biraz daha başı döner, biraz daha baş döndürürdü…

Ama... önce yorulmaya başladı, oraya buraya dolaşmaktan.
Yavaşlar oldu… ve yavaşladıkça coşkusu da azalır oldu.
Artık aceleyle ona buna koşmuyor, bulduklarında daha çok oyalanıyordu..
........
Renklerin en güzeli, güzelliğin en kusursuzu, gönülleri ayartmanın en coşkulusu ondaydı…
Pervasız dik duruşuyla muhteşem görünürdü, dalının en ucunda..
Bülbül lal olurdu şaşkınlığından gördüğünde onu..
Öyle edayla salınırdı ki rüzgarlar yarışırdı birbiriyle, daha önce sarabilmek için...
Edalıydı, nazlıydı ama...
Her rüzgâra eğilip kur yapmaktan, her ışığı içine çekip yeni renkler üretmekten,
Her seher ayartıcı kokusunu gecenin serinliğinden kalan yele vermekten,
Bülbülün başını döndürmekten, bakanın aklını almaktan yorulur olmuştu...
..........
Her uğradığı, biraz tortu bıraktı onda.
Her arındırdığıyla, biraz daha kaybeder oldu berraklığını…
Toprak tuzunu saldı, kuşlar içinde yıkandı, ayaklar içinde gezindi...dallar önünü kesti, insanlar ruhunu çaldı...
Yorulmuştu, isteği kalmamıştı telaşla akmaya..
Artık çabalamaz olmuştu, güle bile ulaşmaya…
Bülbül içmedikten, gül içine çekmedikten sonra ne anlamı vardı akıp durmanın.
Bir su birikintisi buldu.
Karışıp saklanmaya çalıştı içine, görmesinler diye bu yorgun, bu kirli halini.
Bir zamanlar içinde kristalleşen güneş, acımadı ona.
Isıttı, kaynattı düşmanca saldırdı yok etmeye.
Rüzgâr da haşin davrandı… Esti, savurdu, dağıttı, kurutayım diye.
Kaçmak kaybolmak istiyordu onlardan canını kurtarmak için.
Çabaladı, kendini kirleten çamurun içine sızıp saklanmaya..
........
Güneş, yakar olmuştu tenini, soldururken göz alıcı rengini…
Rüzgâr, alamaz olmuştu dağıtmaya can attığı kokusunu…
Hışımla esip örselemeye başladı dalını, yaprağını…
Her kızgınlığında bir yaprak döker olmuştu üstünden..
Can suyunu esirger oldu, tutunduğu dal bile…
Artık kimseyi etkilemiyordu ne kalmayan kokusu ne de solmuş rengi.
Çığlık atmaya çalıştı ümitsizce.... ben gülüm... ben gülüm... oralı olmadı...
Rüzgarın yaptığı düşmancaydı, dalından koparmak için onu..
Bülbül de uğramaz olmuştu değmeyeceği için dikenine katlanmaya...
Dalı istemez oldu onu... güneş kuruttu, rüzgâr savurdu...
İhaneti ise bülbülden tattı, bir zamanlar kur yapılan yapraklarını çiğnediğinde...

Rengi solunca, kokusu uçunca kendisinin de bir öneminin kalmadığını anladı…
Bıraktı kendini bir zamanlar sevgilisi olan haşin rüzgara, ufalasın, yokluğu onun elinden olsun diye..
Karışıp toprağa kaybolmak tek isteğiydi, kurtulmak için utanç duyduğu halinden…

.............. ....

Akarsu gibisin, gonca gül gibisin...
Kaynaktan çıkmış tertemiz dupdurusun.
Pırıl pırıl bir bebeksin, el bebek gül bebek türünden.
Ellerden düşmeyen, kucaklardan inmeyensin.
Öpülensin, okşanansın, en sevilensin, uğruna can verilensin...

Gençsin.. herkesin gurur duyduğu, bakanların iç çektiği, tenlerin kızardığı, yüreklerin çarptığı, hayallerin uçuştuğu.
Beyaz atlı prenssin, al kınalı gelinsin, yürüyüp giden afeti devransın...
Şafak kızıllığı gibi saçlar, yakut gibi dudaklar, kor gibi yakıcı gözler, deler gibi işleyen bakışlar...
Pervasız duruşlar, salınıp yürüyüşler...
Zamanı sana bağlar aşıklar.. bir gülüşüne can atarlar...
Dünyanın seninle döndüğünü, güneşin seninle doğduğunu, rüzgarın seninle estiğini sanırlar...
Besteleri aşk, sözleri sevgi üstüne olan tüm şarkılar sanadır......

Bir de bakarsın deli deli akmaktan, taştan taşa vurmaktan yavaşlamış, kirlenmişsin..
Gülden güle dolaşmaktan, bülbülden şarkı dinlemekten usanmışsın.
Her rüzgârda salınmaktan, her seher bir gülü ayartmaktan, her ışıkta parlamaktan yorulmuşsun.
Aşk şarkılarını duymaz, sevgi sözlerini işitmez olmuşsun.
Belin bükülür de, ah vah acımaların dışında kimseler bakmaz olur…
Ayaklar taşımak, nabız atmak, yürek çarpmak istemez hale gelir…
Gerçekte bir çocuk ölmekte içinde… hem de yavaş yavaş... değil ki aşk ölmesin...

Bir su birikintisine karışıp kaybolmak istersin, kimse görmesin diye…
Beklersin toprak seni emsin de, güneşten, rüzgârdan kurtarsın diye…

Dalından kopmak, un ufak olup toprağa kavuşmak olur bütün umudun.
Bir rüzgâr beklersin savursun, ufalasın, gözden kaybetsin diye…

Var mı çaresi boğacak diye su içmemenin,
Solacak diye gül koklamamanın,
Sonunda toprak olacam diye doğmamanın.

Bebek olun öpsünler, bebek olsun öpün.
İnsan olun sevsinler, insan olsun sevin.
Gül olun koklasınlar, gül olsun koklayın
Su olun kana kana içsinler… su olsun için…
İçinizde ki çocuğu sevin ki sizi sevsinler

İlk sevmen gereken, aynada gördüğündür
Hep sevmen gereken, ayna tuttuğundur...

Akıllı ol, her yaşı yaşa,
Akıllı ol, her yaşı yaşat…

Önce, barış kendinle,
Sonra, sevgiyle bak diğerlerine.
Sen gülmesini bilmezsen, el ne yapsın sana...

Almayı umduğun tat,
Ancak verdiğin kadar olacaktır.
Almak istersen daha çoğunu,
Önce vermesini bilmelisin...

Kuzun da sensin... kasabın da...
Bir de farkında olsan...

 
Toplam blog
: 193
: 1045
Kayıt tarihi
: 01.08.07
 
 

Bilecik doğumluyum. Emekli Eğitimciyim. Ankara'da ve yazları Kuşadası'nda yaşıyorum Günlük uğraşl..