Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mayıs '13

 
Kategori
Bebek - Çocuk
 

Bir Denklem: (Bebek + Havuz = Deli İşi)

Bir Denklem: (Bebek + Havuz = Deli İşi)
 

Bebek, havuz, deniz, anne, tatil


Yaz geldi. Havanın sıcaklığına höfff-pöfff edip, evde miskin-miskin oturuyorsunuz. Deniz ve havuz fikirleri tatlı tatlı dimağınızı kaşındırıyor. İçeceğini eline alıp şezlonga kurulmuş kadınlar, suyun içinde cıbı-cıbı yüzen çocuklar ve neşe içinde barbekü yapan adamlar. Hava pırıl-pırıl. Fonda hareketli bir müzik çalıyor. Hayali bile güzel değil mi? Şeytan diyor ki giy bikinini, at çantaya havlunu, güneş yağını, Dan Brown’unu… Tak şıpıdık terliklerini ayağına. Doğru su kenarına… Ahhh! Anladım… Siz bekarsınız ya da “evli ve çocuksuz” dediğimiz familyadan. Hani şu yıkandıktan sonra ütü istemeyen “dertsiz” masa örtüleri var ya… İşte tam onun gibi :)

Yaz mevsimi geldiğinde benim gibi evli ve çocuklu kadınları deriiin bir düşünce alır. Yaz, tatil yapmak, hele hele içinde “deniz ve havuz” kelimeleri geçen bir tatil bizim için ekstra çalışma ve yorgunluk demektir. Yine de kendimizi bu tür ortamlara girmekten alamayız. Ne de olsa çocuğumuzun büyümesi, gelişmesi ve hayattan zevk alması için bol bol suya girmesi, yerlerde debelenip ağzına/burnuna kum kaçırması ve eve geldiği anda bir köşeye fırlatılıp unutulan deniz kabuklarından toplaması gerekir. Dur, o kadar nankör olmayayım. Çocuğunuz bu işleri yaparken siz de suya bir batıp-çıkarsınız işte. Zaten fedakar annenin fazla çalışmaktan her daim hararet yapan beynini serinletmek için o kadarı da yeterlidir.

Bunları neden anlatıyorum? Efendim, pazartesi günü bizim buralarda tatildi. Koca kişisi evde ve hava da güzel olunca bize bir deli cesareti geldi. Bebek-çocuğumuz olduğunu unutup, bari havuz sezonunu açalım dedik. Lakin öyle hemen havuza gitmek yok. Zira önce güneşin etkisinin geçsin de, bebe yanıp, kavrulmasın diye için akşamüstü beklenecek. Biz de bu arada havuz başında besleneceğimiz mamaları hazırlamaya karar verdik. Menümüzde balık ve patates salatası var. Patates salatası kolay. Patatesleri haşla, bir demet maydanoz, bir demet yeşil soğan doğra, biraz da baharat. Hooop salata hazır. Balıklar da zaten havuzun demirbaşı olan barbekülerde yapılacak. Böylece kokusu falan da eve sinmeyecek. Lakin bu malzemeleri taşımak için bir çanta lazım. Patates salatası dibe, üzerine balık, balığı ızgarada çevirmek için maşa. Tabak koyalım, çatal-kaşık… Eh güneşin altında susanacak, öyleyse 3-4 pet şişe su. Peçeteyi de unutmayalım. Ohhh! Şimdiden halter gibi oldu.

Gelelim annenin çantasına… İlk olarak bebeğe bir kat temiz kıyafet konulacak ki havuzdan çıkıp yemek yerken üşümesin. Eh, “adı anılmaması gerekli şeyleri” (Heri Potır’a selamlar) istemeden havuza bırakmasın diye takılan bezin yedeği. Annenin, babanın ve bebenin battal boy havluları… Güneş yağı… Bunlar asgariler… Annenin maceraperestlik katsayısına göre o çantaya kitap, örgü, Ipad, Kindle vs. gibi muhtemelen kullanılmayıp aynen geri getirilecek eğlencelikler de konulabilir.

Üçüncü bir çanta da bebeye… Kolluğu, şişme simidi, üzerine giydirilen can yeleği bozması zamazingo… Ayrıca havuzda sıkılıp üç kuruşluk keyfimizi bize dar etmesin diye top, suda yüzen plastik gemicikler, kova-kürek… Ne o, havuza teşrif ediyoruz. Allah o havuzun sakinlerini bizden korusun.

Bütün bunlar hazır olunca bebenin altı temizlenir, havuz bezi takılır. Şort mayosu ve UV filtreli uzun kollu bluzu giydirilir. Açıkta kalan yerlere itinayla güneş yağı sıvanır. Bu arada babanın mayosunu bulamamasından kaynaklanan ufak çaplı bir kriz, annenin el atmasıyla çözülür. Nihayet anne de havuza gitmek için mayonun şart olduğunu idrak ederek giyinir. Ha gayret, şimdi gidiyoruz.

Tam kapıdan çıkılacakken bebenin ayaklarına yeni alınan sandaletin ortada olmadığı fark edilir. Ayağı çıplak kalmasın diye, usülen eski sandaleti giydirilir. Yürürken minik parmakları yere sürtüp canı acımasın diye bebeyi taşıma görevi babaya verilir. Anne 3 büyük çantayı ve şişirilmiş simidi eline alarak yürümeye başlar. Eşyaların ağırlığından kolları maymun gibi uzamıştır, ancak, taşıdığı nevalenin çokluğundan vücudu ortada gözükmeyip, “mucizevi bir şekilde kendi kendine yürüyen eşyalar silsilesi” haline geldiği için bunun pek de önemi yoktur.

Havuz kenarına varılır. Bir hevesle barbekü alanına bakıldığında barbekülerin yerinde yeller estiği görülür. Anlaşılan havuz yönetimi yaz döneminde barbekülerin çok da kullanılmayacağını!!! düşünerek onları ortadan kaldırmayı uygun görmüştür. Sağlık olsun denebilir de, sağlık olması için balığın bozulmaması gerekir. Baba bebeyi anneye verir. Tıpış tıpış evin yolunu tutar. Aynı dakikalarda anne aceleyle kıyafetlerini çıkarmış, bebeğin üzerine can yeleğini teptirmiş ve suya adım atmıştır. Ay, ay! Su da beklediğimden soğukmuş.

Anne ile 25 aylık bir bebeğin suda dansını gördünüz mü hiç? Dünyanın en seyredilesi manzarası. Bizdeki şöyle ceyeran ediyor: Geçen sene Can şişme simidini yeterince kullandığından, artık can yeleği ve kolluklarla da olsa yüzmeye başlaması gerektiği kanaatindeyim. Ancak kendisi henüz o kanaatte değil. O daha ahtapot misali anneye sarılma ve suda ağzıyla baloncuk yapma gibi faaliyetleri tercih ediyor. Bir de eğer havuzun kenarına bırakırsanız, Garfield gibi taşlara yapışmayı da seviyor. Bunun boyu uzun ya, millet büyük birşey zannediyor. Neden konuşmadığını ve bebek gibi davrandığını anlayamıyorlar. Nihayet meraktan çatlayıp da sorduklarında henüz 2 yaşına girdiğini öğrenince wow! diyorlar.

Biraz sonra baba da bize katılıyor. Artık havuzdaki dansımız üçlü bir itişmeye dönüşüyor. Ben Can’ın boynuma dolanan ellerini uzaklaştırmaya çalışıyorum. O da can havliyle babaya yapışıyor. Ardından vicdansız anne, oğlanı babadan ayırmaya uğraşıyor. Baba yüzme konusunda daha temkinli. “Aman çocuğu korkutmayalım” noktasında. Bu arada “Acaba yüzme okuluna mı versek?” demeyi de ihmal etmiyor. Can’ı “ayaklarını çırpsana çocuğum” diye teşvik ederken, aklıma ailemizde bir efsane gibi anlatılan “dedemin babama yüzme öğretme hikayesi” geliyor. Oğlunun beline, ucuna ip bağladığı bir simidi takıp, hop diye İstanbul Boğazı’nın serin sularına atan bir dedenin torunuyum ben. Babam sonradan çok güzel yüzmüş o ayrı. Ancak boğazın o meşhur akıntıları babamı alıp götürseydi, bugün bu blogu kim yazardı bilmem… İşte aileden gelen o deli cesaretiyle, yüzme okulu hikayesini başımıza sarmadan önce çocuğuma yüzmeyi öğretmeyi en azından denemek istiyorum. Bakarsın sezon sonunda bizimkisi cıbı-cıbı yapmaya başlar. Paramız da cebimizde kalır, fena mı?

Az sonra bizim oğlan tir tir titremeye başlıyor. Tamam su soğuk, ama, o kadar da değil. Biraz korkudan, biraz da üşümekten titrediğini tahmin ediyoruz. Azıcık ısınsın diye dışarı çıkarıyoruz. Sudan çıkınca bizim veledin keyfi yerine geliyor. İlla muzurluk yapacak ya, topunu havuza atmak için hamle ediyor. Eyyyvah! Kaşla göz arasında beton zeminde düşüp, dizlerini kanatıyor. Dakika 25, bizim havuz sefası sona eriyor.

Yavruyu üşümesin diye dolma gibi sarıp acilen evin yolunu tutuyoruz. Eve varınca baba ile bebe doğru banyoya. Anne ise ıslak mayosunu düşünmeden, tüm ailenin banyodan sonra giyeceği kıyafetleri hazırlamak, çantaları boşaltmak, ayaklara dolanan fazla oyuncakları toplamak, havluları asmak, bu arada bir makina da çamaşır başlatmak gibi rutin!!! aktiviteleri yapıyor. Baba ile bebe temize çıktıktan sonra anne nihayet banyoya giriyor. Bebenin mayosunu ve can yeleğini yıkamak, asmak, banyoyu toplamak gibi faaliyetlerden sonra ancak kendini yıkayabiliyor.

Ne o, 30 dakika havuz keyfi! yaptık. Hazırlanmasıydı, gitmesiydi, eve dönüp toparlanmasıydı derken 3 saati buldu. Dikkat ederseniz havuz başında yemek falan yemek de kısmet olmadı. O da yapılsaydı bulaşıkların yıkanması da havuz faaliyetlerine eklenecekti. Şimdi anlatabildim mi “bebekle havuza gitmek neden deli işi?” Ya da konsepti biraz daha genişletirsek “Yaz geldiğinde evli ve çocuklu kadınları neden deriiin bir düşünce alıyor?”.

Bunları biz çocukken annem de yapardı, ben de yapıyorum, ileride bir kızım olursa ve o da anne olursa muhtemelen o da yapacak. Ha bunları neden yazıyorum? Şikayet ettiğimden falan değil, anaların rutin bir yaz mevsimini anlatayım dedim. Maksat genç nesiller görgülensin, topluma bir hizmet olsun. Şimdi izninizle ben kaçayım. Daha oğlumun uff olan dizlerini öpücük ilacıyla iyileştirmem gerek… Çok meşgulüm çoook…

Sağlıcakla kalın

Tanla

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>> bebekveben

 
Toplam blog
: 143
: 7266
Kayıt tarihi
: 19.09.11
 
 

Merhabalar! Adım Tanla. Dijital tasarımcıyım. Eşim Kuzey ve küçük oğlum Can'la beraber dünyayı ke..