Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ocak '08

 
Kategori
Özel Günler
 

Bir Doğum Günü Hikayesi . . .

Bir Doğum  Günü Hikayesi . . .
 

Genç kadın doktordan aldığı haber karşısında şaşkına dönmüştü.

Vücudunun tir tir titremesine ve gözlerindeki yaşlara engel olamıyordu.

Keşke tek başıma gelmeseydim doktora diye düşündü.

Heyecanını yenmeye çalışarak, postanenin yolunu tuttu.

Az sonra annesine göndereceği telgraf metni hazırdı ve çok kısaydı:

“ Anneciğim STOP, hamileyim STOP, sana çok ihtiyacım var STOP.”

Telgrafın ucundaki anne, telgrafı alır almaz küçük bir çantayla kızının yaşadığı şehre doğru yola çıkmış, bu arada kadın da bu haberi çoktan göz yaşları içinde, eşine, kız kardeşine ve en yakın arkadaşına vermişti.

12. yılındaydı evliliğinin.

Çok istemesine rağmen ilk 6 yıl çocuğu olmamıştı.

Evliliğinin 6. yılının sonunda hamile kalmış ancak bebek karnında tamamen doktor hatasından ötürü 7 aylıkken ölmüştü.

Karnında kıpır kıpır hareket eden bebeğin hareketleri 7. ayın ortalarında doktorun ısrarı üzerine çekilen röntgen sonucu durmuştu. Kısa bir süre sonra da ölen bebeği doğum yaptırarak anneden almışlardı.

O anı; dünyaya ölü olarak getirdiği erkek bebeğini hiç unutamamıştı.

Şimdi, kaybettiği bebeğinin acısını yüreğine gömmüşken ve artık anne olmaktan bile umudunu kesmişken 6 yıl aradan sonra tekrar bebeği olacaktı.

Eşinin işi nedeniyle, yaşadıkları denize kıyısı olan şehirden ortasından deniz geçen bir başka şehire “İstanbul”a taşınmaları gerekiyordu.

Takvimler ilk yaz aylarını gösteriyordu ve her şey yolunda giderse bebek yeni yıl bebeği olacaktı.

Taşınma işlemleri yapılırken genç kadın hiçbir şeye dokunmadı.

Eşi, annesi ve yeni taşındıkları mahalledeki komşu aile hep bir elden yeni evlerini yerleştirdiler.

Sıra iyi bir doktor bulmaya gelmişti.

Bir süre sonra doktoru da buldular.

Doktor genç kadını muayene etti ve ilk gözüne çarpan konuyla ilgili sorusunu sordu : “- Kızım sen neden ellerin karnında geziyorsun?”

( Kadın, özellikle bebek karnında büyüdükçe iki eliyle karnını tutarak yürüyor ve bunu istem dışı olarak yapıyordu.)

Kadının yanıtı kesin ve kendinden çok emindi: - “ Bebeğim düşmesin diye doktor bey. Bunu da kaybedersem yaşayamam.”

Doktorun yanıtı ise hamilelik dönemi boyunca genç kadını motive edecekti : -“ Bebeğin durumu gayet iyi kızım, endişe etmeni gerektirecek bir şey yok. Ayrıca unutma ki bebek anne karnına pamuk ipliği ile bağlı değildir. Bu şekilde davrandıkça kendine ve bebeğine daha çok zarar verirsin.”

Bu konuşmanın üzerinden bir kaç ay daha geçti. Hamilelik dönemi hızla ilerliyordu.

Yaz çoktan bitmiş, sonbahar yağmurları yerini kar ayazına bırakmıştı.

Henüz kimse bilmiyordu ama İstanbul tarihe yazılacak bir kış geçirmeye hazırlanıyordu.

Son kontrolüne gittiğinde doktor : - “ Yılbaşı gecesinden itibaren dikkatli ol, bebek her an gelebilir. Ben o sırada yurt dışında kongrede olacağım, doğumu asistanım yaptıracak “ dedi.

Genç kadın, “asistan” kelimesini duyunca irkildi, - Ya ters giden bir şey olursa? Doktorum da olmayacak, asistanın ellerinde ne yaparım?- diye düşündü. Oysa o “asistan” birkaç yıl içinde İstanbul’da sayılı kadın doğum hekimlerinden biri olacaktı, bunu da henüz kimse bilmiyordu.

Yılbaşı gecesini sakin geçirdiler. Anlaşılan bebeğin keyfi yerindeydi. Belki de dışarıdaki soğuğun bebek de farkındaydı, bu nedenle annesinin içinde bulduğu sıcak, sakin, huzurlu ortamı terk etmeye niyeti yoktu.

Yılbaşından beri kar yağışı hiç dinmemiş, karlar diz boyuna ulaşmıştı.

Yeni yılın ilk cumartesi sabahı şiddetli bir sancıyla uyandı, bebeğin dünyaya geliş süreci başlamıştı.

Eşi işe gitmişti. Evde annesinden başka kimse yoktu.

Anne kız apar topar, * adı yıllarca sürgün hayatı yüzünden birbirinden ayrı düşmüş bir çiftin kurmuş olduğu ve kendi isimlerini verdikleri Anadolu Yakası’ndaki çocuk ve doğum hastanesine gittiler.

Anneyi sabah 10:00’da doğum odasına aldılar.

Üzerinden saatler geçti. Öğlen oldu, akşam üzeri oldu …

Doğum gerçekleşemiyordu.

“Ya bu bebeğimi de kaybediyorsam ?” diye endişe duymaya başladı genç kadın ve bir anda aklına gelen düşünceyle irkildi: -“ Eyvah, bu da öldü karnımda ve bana söylemiyorlar” dedi kendi kendine, birkaç saat daha böylece stres içinde beklemekle geçti.

Nihayet, akşam saat sekiz sularında, tekrar inanılmaz bir sancı ile kıvranmaya başladı.

Bir kere daha doğum odasına aldılar genç kadını, “asistan” doktor ve hemşireler başına toplandılar, doğum şimdi başlamıştı.

***

Genç kadın, bebeğinin dünyaya gelişinin her anını kare kare aklına yazdı ve hiç unut-a-madı.

Doktor bebeği aldı, göbek bağını kesti, bebeğin poposuna vurdu ve genç kadın bebeğinin ilk çığlıklarını duydu.

Bebeğin ilk çığlıkları ile annenin göz yaşları birbirine karışmıştı.

Doğum odasında, genç kadının bir önceki talihsiz doğum hikayesini bilen doğum ekibi, dışarıda bebeğin işten izin alarak hastaneye koşan babası, anneannesi, teyzesi, İstanbul’a taşındıklarında kendilerine kol kanat geren bu vesile ile sağlam bir dostluk kurdukları komşu aile ve bebeğin çığlığını duyan herkes sevinçten ağlıyordu.

Yıllar sonra gelen bebek ölmemişti. Biraz tembellik etmişti hepsi o.

Bu gün o bebeğin doğum günü.

Bebek artık büyüdü, hatta doğumunun üzerinden 40 yıl geçti ve şu an bu satırları yazıyor.

Bu da böyle bir doğum günü hikayesi işte.

40 yaşımı doldurduğum bu gün, bu yazım, kendime doğum günü hediyem olsun.

Genç kadın mı?

O artık 70’li yaşlarını yaşayan bir anneanne.

Kızının doğumundan 4 yıl sonra bir kız daha getirdi dünyaya.

İki kızından, iki de torunu oldu yıllar sonra.

Torunlarından erkek olana baktığında, zaman zaman 1962 yılında kaybettiği oğlunu getiriyor aklına.

İnanır mısınız o küçücük bebek için hâla gözleri bulutlanıyor.

Erkek torunu ile kaybettiği oğlunun hasretini gideriyor.

Erkek torun, bu yaşananların farkında değil tabii, tuhaf; görenleri kıskandıracak bir aşk var anneannesiyle arasında.

Bu arada doğum günü çocuğunda da bir panik bir panik sormayın gitsin.

Ömrümün 40 yılı geride kaldı diyerek, hayatının muhasebesini yapıyor, yeni yaşına girerken hiçbir şeyi ertelememe kararı aldı. Ne kadarını uygulayabilecek kendi de merak ediyor.:)))

* Zeynep – Kâmil Hastanesi : Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın kızı Zeynep Hanım ile damadı Kamil Bey’in kurmuş oldukları çocuk ve doğum hastanesi.

Yıllarca yaşadıkları sürgün hayatı nedeniyle ayrı düşen, yıllar sonra bir araya gelen çiftin, çocuk özlemlerini biraz olsun gidermek için bu hastaneyi kurdukları söylenir.

 
Toplam blog
: 157
: 1671
Kayıt tarihi
: 12.10.06
 
 

İstanbul doğumluyum ama 20 yıldır Antalya'da yaşıyorum. 3 yaşında bir oğlum var ve eğitimciyim. Kend..