Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Kasım '17

 
Kategori
Kitap
 

Bir Duyur, Milyon İşit!; Antonio Negri & Michael Hardt

Bir Duyur, Milyon İşit!; Antonio Negri & Michael Hardt
 

Dünya üzerinde özellikle 2011’de birçok eylem gerçekleşti. Bu olaylar farklı coğrafyalarda yaşansa da ortak birçok özellik taşıyor, Michael Hardt ve Antonio Negri’nin Duyuru’suna göre. 2013’te yayınlayan Duyuru yazarları Michael Hardt ve Antonio Negri, tüm bu krizlerin sosyal medya tarafından nasıl şekillendiğini ele alıyor. Küresel krizlerin yerel mantığa nasıl büründüğünü anlatan Michael Hardt ve Antonio Negri, Duyuru ile, 2011 yılının unutulmayan olaylarını kendi perspektifleriyle sunuyor.

Kahire Meydanı’nda baş gösteren hareketler Avrupa’dan Amerika’ya birçok insanı sosyal medya aracılılığıyla etkiledi ve birbirine yakın tarihlerde dünyanın her yerinde birçok insan seslerini duyurmaya çalıştı. Duyuru’nun sayfa sayısı oldukça az fakat taşıdığı anlam, burada bana ayrılan köşeyle kıyaslanırsa oldukça fazla… Dolayısıyla, neoliberal krizin 4 öznel figüründen “borçlandırılan” ve “güvenlikleştirilen” olmak üzere iki kavramı ele alacağım bu yazımda... 

Borçlandırılan kavramıyla başlayan Duyuru, tüketim toplumun güzel bir özetini geçiyor. Borçlar toplumsal ihtiyaçları karşılamanın birincil aracı haline geldikçe, refah (welfare) sisteminden, borç ödeme (debtfare) sistemine geçiyor ve zamanla borç, insanları kontrol ediyor, tüketimi disipline sokuyor ve bir takım dayatmalara sebebiyet veriyor. Hayatta kalmak için borçlandırılan, bütün yaşam zamanını satmak zorunda; artık sermaye sahibi, kar amaçlı fabrika denetimi, işçi yönetimi ve disiplin atlına alma işlemleri yerine “kira” kavramını devreye sokuyor. Kontrolü sağlamak içinse bu kez devreye borç giriyor. Tüketim için üretim dediğimiz kavram bu noktada kendini gösteriyor.

Kitapta ise yaratılan tüketim toplumu sonucunda ortaya çıkan ekonomik krizlerin ardından oluşan olay; Wall Street Eylemleri anlatılıyor. Düşük ücretle çalışan emekçi orta sınıfın durumu bir yana, krizden dolayı işini ve evini kaybeden birçok insana nazaran, belirli bir kısmın servetine servet katması, 17 Eylül 2011’de, Wall Street’i İşgal Et hareketini başlattı. Fırsat eşitsizliğinin, bankaları, özellikle ABD’nin finansal kalbi Wall Street’i hedef almasıyla eyleme dökülmüş en yakın örneğini oluşturdu. Bu hareketin, popüler mecralardan biri olan Youtube yardımıyla ilerleme kaydetmesi, göz ardı edilmemesi gereken bir nokta. Yüzlerce göstericinin Brooklyn Köprüsü’ndeki eylemleri sırasında gözaltına alınması sahneleri, bu mecrada kamuoyuna duyuruldu.

Gün geçtikçe her alanda artan güvenlik ve güvenlikleştirilen toplum algısının artışının da ele alındığı bu kitapta, gözetimin hem nesnesi hem de öznesi olan toplum bireylerine vurgu yapılıyor. Michel Foucault ile ilgili önceki yazımda da belirttiğim gibi, Bentham’ın 1785 yılında tasarladığı panoptikon (içinde bulunan gardiyanın, etrafındaki her hücreyi görebileceği şekilde tasarlanmış olan gözetleme kulesi) hapishane inşa modelinin, günümüzde alternatif yöntemler yardımıyla etkisinin sürdürdüğünü savunuyor. Kulenin içinde gardiyan olsun ya da olmasın, birey kendini otokontrolü sağlarken buluyor.

Güvenlikleştirilen birey, geliştirilen gözetleme yöntemleri yardımıyla, yani ceza ve dış tehlike korkusuyla yaşıyor. Tüm bunların yanında yazarların ele aldığı başka bir konuysa, ABD’nin hapishane sisteminin nasıl bir ırk ayrımı çizgisinde işlediği oluyor. Siyahiler ve Latinolar üzerinde yapılan bu ayrım, rakamsal boyutlarda da çarpıcı sonuçlar doğuruyor. Bunun günümüzde Londra’da yaşanan (sosyal mecraların bir kamuoyu oluşturma adına kontak kurduğu) başka bir örnek ise şu:

Siyahi Mark Duggan’ın polis tarafından öldürülmesiyle başlayan protesto, anında yıkıcı ayaklanmaya ve yağmalamaya dönüşmüş ve bu 5 günlük ayaklanma; 5 ölüm, yüzlerce yaralanma ve birçok tutuklanmayla sonuçlanmıştı. Siyahların Hayatı Değerlidir, Irkçılığa Karşı Dur, Duggan’a Adalet gibi başlıklar altında İngiltere’nin birçok yerinden sesler yükselmiş ve Duggan’ın ölüm yıldönümü anısına her yıl bu toplantılar etkisini sürdürmüştür.

Tıpkı kitabın başında da bahsedilen, dünyanın bir ucundan başka bir ucuna (sosyal ağlar yardımıyla) ilham kaynağı olan hareketlerin varlığı, ortak çıkar için harekete geçmenin bir kanıtını oluşturuyor. 2011’de başlayan hareketler farklı yerler ve farklı kültürler hatta farklı amaçlar dahi taşısa bile, yerel mantığa uyarlanarak birbirlerini etkilemeyi başarmıştır. Evet, fikrimce sosyal medya bir tüketim toplumu temsili olabilir ki bu görüşümün değişmeye niyeti yok...

Son kertede, nesneler yığını olmak ya da duyarlı birer özne olmak arasındaki seçim, yine parmaklarımızın ucunda değil, tamamen kendi zihinlerimizi kendimizin kontrol ettiği noktada kesişiyor. Tercih sizin…