Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ağustos '13

 
Kategori
Siyaset
 

Bir Ergenekon masalı

Bir Ergenekon masalı
 

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde Türkler bir destan yazmış türeyişleriyle birlikte nesilden nesile aktarılan, varoluş tarihini anlatan… Dünya tarihi sayfalarına bu şekilde girerken gel zaman git zaman develer tellal iken pireler berber iken kurulup yıkılan devletlerden sonra son kurdukları devlette horozlar imam, baş olmaya başlamış…

Bir gün gökten sayısı belli olmayan elmaları düşürecek olan ‘DEV’ diye tabir edilen ülkenin temsilcisi Türk Devleti’nin başına hangi horozu getireceğini tayin etmiş. Bir mecmuanın o horozun kim olduğunu yıllar önceden haber vermesine de kimse aldırmamış. Çünkü memlekette yaşayanlar yazdıkları destanları unutmuş, silkelenecek elmalardan paylarına ne düşeceğinden başka bir şey düşünemez olmuşlar. Bir rivayete göre bunun sebebi de  ‘DEV’ in gözleriyle herkesi büyülemesiymiş. Destursuz bağ bahçeye girmeye kalkışanlarsa ‘DEV’ in kuklaları tarafından birbir yakalanıp fare deliklerine atılıyormuş. Ne diyelim, Mevla kimseyi uğratmasın iftiraya, nazara…

Türklerin bu devletinde yaşananlar öyle bir hal almış ki, ne maval, ne martaval, işitilmedik bir masal…Neden mi; odunun biri odun vurmuş gibi kafasına, devletin başına getirilen horozlardan birisi Haçlı Seferleri Barış Seferleri idi demesin mi.. Bunu demesiyle de ağlayanları mı ararsın yoksa peşinden giden koyunları mı sayarsın görülmemiş bir şey.. Ne sen sor, ne ben söyleyeyim yani….

Gel zaman git zaman, acıktıkça saldırganlaşan, doydukça daha fazlasını isteyen o ‘DEV’ in istekleri bitmek tükenmez bilmez olmuş. Olmuş olmasına da ona bunu anlatmayı bırakın bir kenara, onun isteklerini yerine getirmeye çalışanlar daha büyük zevkle daha fazla ona hizmet eder, bir dediğini iki etmez olmuş.. Üç beş karşı çıkanında enselerine birer fiske vurunca hoop gözler fırlarmış dışarı….

Derken efendim, gün gelmiş, az gidip uz gittikleri yolun kendi yolları olmadığını anlayanlar da olmuş, horozun ötüşüyle değil de kendi dev aynalarına bakınca.. Ancak nafile, iş işten geçmiş, anlatmaya çalışmışlar, kitaplar yazmışlar, hoop eli kocaman olan ‘DEV’ , onları o fare deliklerine tıkananların yanına…

Bu ‘Dev’ in sevdiği bir oyun varmış.. Oyunun adı ‘demokrasi’ gibi bir şeymiş.. Elini uzattığı her yere zaten bu oyun ile giriyormuş ki, ‘DEV’ in bitmek tükenmek bilmeyen isteklerini kimse fark edemesin..’DEV’ kedinin fareyle oynadığı gibi oyunlar oynamaya başlayınca da zaten iş işten geçiyormuş..İşte bu devin bu ülkede dırıltı mırıltı bilmem kaçıncı zırıltı oyunuymuş ama bir türlü uyanamamış bu ülkenin insanları… Ne de olsa oyunun kurallarını o dev koyuyormuş, fincanı taştan oyuyormuş…

Bakın hele bir de,  ‘DEV’ in bu yaptıkları yetmiyormuş, kırdığı kırkı geçmiyormuş hele bir de karşılarına geçip oh çekmiyormuş gibi son oyunun adını allamış pullamış kınalı düşler sallamış, şıp diye ‘ergenekon’ a bağlamış…

Bir gün ‘DEV’ işaret etmiş, vatandaşlar koşmuşlar bakmışlar, bir kondudan patlar patlamaz bombalar bulmuşlar, sevinmiş garipler. ‘DEV’ hemen elini uzatmış, numaraları avucunda silmiş ki oyun sürsün.. Başka birgün kara topraktan silahlar çıkmış, ama ‘DEV’ o silahlarla nasıl oynanacağını önceden öğretmiş ki, oyun da birileri yansın, oyun renklensin….


Her işe ‘DEV’ yetişecek değil ya, zaten onun derdi başından aşkın, başka diyarlarda da yapması gereken işler, başlatması gereken oyunlar varmış… Böyle zamanlarda da kuklalarını devreye sokarmış… Cinler cirit oynarken Haham kılıklılar, hinler top oynarken yediklere goller yüzünden mağduriyetlerine sevinenler, ağlayanlar oyuna katılırlarmış ki, oyun bozancılık yapanları tespit etsinler, cüzzamlılarla uğraşanları, hastaneler kuranları, ahde vefa göstermek için çırpınanları, oyunu bozmaya çalışanları birbir kısa yoldan ya oyun dışı etsinler ya kendi aralarında ne dolaplar çevirdiklerini tespit edip aralarına bit pire sokup kolları bacakları birbirine dolansın diye…

Bu oyunda kimi tavşana kaç tazıya tut dedi, kimi ağzını yum dilini tut dedi.. Kimi kâh nalına, kâh çivisine vurdu; kimi süt dökmüş kedi gibi oturdu…Dilini tuttukça, süt dökmüş kedi gibi oturdukça da ‘horoz’ yerli yersiz zamanlı zamansız her vakit ötmeye başladı. O öttükçe karşı ki dağları kendisi yarattı sandı, bir zamanlar zamansız ötenler kesilir, ne zaman öteceğini bilen makbuldü, devir değişti, bu tip horozların bir bildiği var diye düşünenler çoğalınca kimi akıntıya kürek çekti; kiminin kırdığı ceviz kırkı geçti… Kimi kırkından sonra kaval çaldı; kimi de benim gibi otuzundan sonra masala daldı…

Bu masal burada bitmez ama bu ülke de adalet hala kadılar aracılığıyla sağlansaydı, bu davaya bakan kadı şöyle derdi;

- Sizin davanız büyük dava!.. Kuş kanadı kalem olsa, derya deniz mürekkep; gene ne yazılır, ne biter… Hele kırk tomar kâğıt, kırk kucak kalem getirin de ötesini düşünürüz….

 
Toplam blog
: 21
: 660
Kayıt tarihi
: 28.07.12
 
 

Yazar/ Politika- Sivil Toplum ..