Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ekim '13

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Bir erkek gittiğinde

  "Gidiyorum" dedi adam. Fısıltı gibi çıksa da sesi, kadının kulağına ulaştığında gökgürültüsü kadardı. Toparladı kendini kadın, "Gidemezsin" dedi. "Daha önce de denemiştin..." İşte bu buz gibi soğuk özgüven delirtiyordu adamı, nedenini bilmekse durumu katlanılmaz kılıyordu. Adam uzun yılların koridorlarında süngüsü artık düşmüş bir "çantada keklik"ti, "tapulu mal"dı. Bin kere gönül almış, bir kere gönlü alınmamıştı. Bardakların dolu tarafı hep onun, boş tarafıysa hep kadının dikkatini çekerdi. Dinlemek, anlamak hep onun göreviydi. Şefkat ihtiyacı ne de olsa kadının tekelindeydi. Yolun sonundaki ışığı görmese de hep hayal etmiş, bardağın içindeki bir damlaya bile "dolu tarafından" bakmayı bilmişti adam. Ama o son damla da devrilen bardakla beraber zeminde zerrelere ayrıldığında, ışık da sönmüş, hayal sona ermiş, yolun tamamen karanlık  olduğu  gerçeğiyle yüzleşilmişti. "Gidiyorum" diye tekrarladı adam. Gönül tellerinden sevdasını taşıyan sonuncusunun da koptuğunu gözleriyle anlatmaya çalışarak. O tek kelime bile boğazında düğümlenerek...

 

  Önceleri yarım yamalak, karmakarışık hislerle boğuştu kadın. Bir çocuğun en sevdiği oyuncağını yitirmesi gibiydi. En sevdiğin şarkının sözlerini bir daha hatırlayamamacasına unutmak gibi.  Hele arkasından usulca yaklaşıp sarılan, sıkıca saran sarmalayan, himaye eden kolların yokluğu... Banyoda basit bir erkek dokunuşu bekleyen bozuk sifondan tut, aylardır patlamış ampulü değişmediğinden gece girilemeyen küçük odaya kadar herşey hınzırca onun yokluğunu hatırlattı. Yatağa ilişti gözleri kadının, artık hep tertipliydi. Yorganların savruk, nevresimin o buruş buruş hallerini özleyeceği kırk yıl düşünse aklına gelmezdi. O değil de, soğanları kim doğrayacaktı şimdi? Neyse... Gözlerindeki yaş, soğandan olaydı, daha ne isterdi...

   

  Sahillerde teselli aradı kadın... Kah martılara simit verdi, onu dinlesinler istedi; kah balıklara ekmek attı, onu anlasınlar istedi. Ne martılar dinledi, ne balıklar anladı... Ah çekti içinden, derince bir ah, "o olsa anlardı, dinlerdi..." Karlı dağlarda teselli aradı kadın. Afilli bir otel odasında yanan şöminenin ateşinde ısınmak istedi. Olmadı... Şarabın şefkatine sığındı. Sığmadı... Dışarı attı kendini. Ezber bozmak geçti içinden. Soğuk yakar, karlara dokunmak kavurur belki diye. Yüzünü yalayan soğuk yaktı yakmasına ama, istediği gibi değil, bilakis. İçi ürperdi. O bembeyaz göz kamaştıran görüntü hatıralarının yerini alsın, silsin onları diye dikkatlice derin derin baktı. Ama kalp gözü bir anlığına buyur ettiği beyazı olduğu gibi geri yansıttı, o kısacık anda hatıralar nazire yaparcasına beyazın ışığıyla daha bir canlandı. Kadın gözlerini kapattı, zincirleri boşalmış mazisiyle başbaşa kaldı...

 

   İz de bırakmamıştı giderken, takip etmek mümkünsüzdü. Gittiği yerde kendi büründüğü hallerin bilinmesi kaygısından olsa gerek...  Ne bir ayak izi, ne bir gönül köprüsü, ne de muhabbet kıyısında derme çatma da olsa bir sal. Adeta hiç varolmamıştı... Anılar ve arda kalanlar da olmasa, "rüyaymış" diyecekti kadın. Gardrobun boş tarafına ilişti gözü, diyemedi...

 

   Hiçbirşey eskisi gibi olmadı sonra. Ne şaraptan eski tadı aldı, ne yazdan, ne kıştan. Kadın yüreği işte... Hiçbir dudak onunkilerin sızısını salamadı yüreğine. Tenine dokunan hiçbir ten kalbini yerinden hoplatamadı. Hiçbir gülüş onunki kadar içine işlemedi. Her saran kolda onun şefkatini aradıysa da... Bulamadı... Bir erkek gittiğinde, bunların hepsinin peşisıra gideceğini bilemedi. Bir doğa kanunu kadar mutlak, hayra yorulan güzel düşler kadar parlak, etten kemikten gerçek bir sevilmenin Nuh Nebi ömrü kadar uzun sürmesinin yegane yolunun buna gönülden ve daimi bir karşılık verebilmek olduğunu anlamadı. Zamanında ekilmemiş ekin, cansuyu geç verilmiş fidan, hasadı gecikmiş bağların çürüğe çalmış üzümü ne idiyse; seven bir adamın fikrinin ince gülünün, ondan kokusunu esirgerken dikenleriyle onun kalbine attığı fütursuz çiziklerin açtığı,  kuruyup tekrar eşelenmekten defalarca kabuk değiştirmiş  gönül yaralarının farkına geç varması da işte oydu…

 
Toplam blog
: 13
: 219
Kayıt tarihi
: 25.10.13
 
 

Arada ilham perileri uğruyor, fısıldıyorlar birşeyler. Ben de duyabildiğim kadarını karalayıveriy..