Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Temmuz '09

 
Kategori
Yolculuk
 

Bir farklı pazartesi !

Bir farklı pazartesi !
 

Haydarpaşa Garı


 

Epeydir yapmak istediğim bir şeyi nihayet dün gerçekleştirebilme imkanı buldum. Bunun da yıllar sonra araba vapurunu ve belediye otobüsünü keşfetmemden pek farkı yoktu. Heyecanlıydım. Ve dünün yorgunluğuyla şu anda diyorum ki “ne iyi yapmışım ve ne güzel bir gün geçirdim.” Son yıllarda İstanbul’da gerçekleşen mucizelerden sonra Ankara’ya uzanmak istedim. Çocukluğumun Kurtalan Ekspres’ine ve ismini şimdi hatırlayamadığım ve Horasan’a kadar uzanan uzun tren yolculuklarıma anılarımda yolculuk edecektim. Ben çok uzun yıllar sonra ülkemde trene binecektim!

On yıllar boyu tek bir ray döşenmeyen ülkemde son yıllarda yapılan demiryolu atılımlarını ve yüksek hızlı tren projelerini ilgi ve takdirle takip etmekteyim. Avrupa’da ülke içi tüm seyahatlerini trenle yapan ben TCDD’nin ICE, Eurostar ve Thalys ile yarıştığını hayal ettim. Brüksel-Londra arasındaki bir Eurostar yolculuğumda saatte 300 km sürati görmüş, 20 dakikada Manş’ı, Calais’den Ashford’a geçmiştim. Almanların beyaz asaleti ICE ile seyahat de uçaktan rahattı çoğu zaman. Kışın gitmekten çok keyif aldığım Avusturya Gastein Vadisi ile Münih arasındaki 3 saatlik karlı tren yolculuğu da hep çok hoşuma gitmiştir. Avrupa’daki tren yolculuklarımda beni rahatsız eden tek konu biletlerin pahalılığıdır.

TCDD’nin billboard'ları ve Haydarpaşa Garı duvarlarını süsleyen, İstanbul - Ankara 5 saat 28 dk reklam afişlerinin de etkisi ve hayallerimle dün sabah erkenden yollara düştüm. Bostancı’dan Eskişehir Ekspresi ile Eskişehir’e gidecek ve oradan da YHT (Yüksek Hızlı Tren) ile Ankara’ya geçecektim. Ankara’da sadece 5 saat kalıp, saat 18:00’de YHT ile yine Eskişehir’e ve orada bekleyen Sakarya Ekspresi ile İstanbul’a dönecektim.

Bostancı Tren İstasyonunda banka oturup beklerken elimdeki 4 adet bilet kuponunu incelemeye başladım. Tren saat 07:23’te gelecekti. 10:56’da Eskişehir’e varacak ve YHT de 11:10’da kalkacaktı. Avrupa’da böyle bağlantlı yolculuklarda yolcular peronlar arasında maratona kalkmasınlar diye önlemler alınır ve hemen komşu perondaki trenle devam edilir yola. Eskişehir’de de benzer önlemlerin alınmış olmasını diledim. Herhalde Eskişehir’e trenle son gidişim 1970’deydi! Mototren’ler işlerdi o zamanlar ve Pendik’ten binmiştik babaannemle. Neyse, kuponların üzerindeki fiyatlar çarptı tekrar gözüme.

Bostancı-Eskişehir (Eskişehir Ekspresi) : 16 TL
Eskişehir-Ankara (Yüksek Hızlı Tren) : 8 TL
Ankara-Eskişehir (Yüksek Hızlı Tren) : 8 TL
Eskişehir-İstanbul (Sakarya Ekspresi): 16 TL

Yani, İstanbul - Ankara - İstanbul, gidiş-dönüş : 48 TL

İnanamadınız, değil mi? "Nasıl yani? Hadi canım sen de!" dediğinizi duyar gibiyim:)

Ben de şaşırmıştım. Gözlerimi kapadım. Salatalık, köfte ve ayak kokuları eşliğinde bir yolculuk hayal ettim! Ürperdim bu düşünceyle! Perona giren trenin düdüğüyle kendime geldim. 3 adet Pulman ve 1 yemek vagonu vardı. Yani, kısacık bir trendi. Beni kim bilir neler bekliyordu! Giysisinde TCDD arması bulunan görevliler indi perona ve yolcuları yönlendirmeye başladılar. 3. vagondaydım ben. Daha içeri adım attığım anda yüzüme çarpan ferahlık ilk şoku yaşattı. Koltuklar geniş ve büyük, 2+1 düzeninde yerleştirilmişti. Benim gibi her zaman koltuk arası boşluğundan rahatsız olabilecek uzun boylu yolcular için ise tam bir özgür kullanım alanı vardı. Klimatize edilmiş kabinin havası belli ki devamlı tazeleniyor ve içeriye bahar kokuları saçılıyordu. En az üç kişi saydım laptop’ını açmış çalışan. Koltukların yanında elektrik prizleri de vardı. Koltuğuma yerleştim, gazetemi açtım ve rüyada mıyım diye düşündüm. Gebze’ye yaklaşırken yanıma gelen güler yüzlü görevli, “günaydın efendim.” diyerek biletimi istedi ve “hayırlı yolculuklar.” dileyerek de iade etti. Avrupa trenlerindeki bilet kontrolörlerinin neden hep güler yüzlü ve yolcuyla sohbet eden yapıda olduklarını merak eder ve hayatın onları ekonomik anlamda çok sıkmadığını ve refah düzeylerinin yüksek olmasından dolayı da mutlu olduklarını düşünürdüm. Onların mutlu yüzü yolcuya yansırdı.

Yerleri tertemiz, tüm lambaları yanan, havası temiz ve serin, yolcu kalitesi yüksek, koltukları yırtılmamış, yan duvarlarına kalpler çizilmemiş bir vagonda yolculuk yapıyordum. Sanırım ara ara daldım da. İzmit’te durduk ve vagonumuzun yeni misafirleri de bize katıldı. Koltuk numaralarına baka baka ilerleyen bir bayan yolcu hemen sol önümde oturan yolcunun yanında durdu.

“Afedersiniz beyefendi; ama sanırım burası benim koltuğum.” dedi.

Eyvahh!! Rüyadan mı uyanıyorum! Herhalde adam yanlış oturmuştu. O da biletini çıkardı ve kadınla bakıştılar.

“Hayır, hanımefendi. Bakın 16 no’lu koltuk benim.”

Kadın biletine tekrar baktı ve adama gösterdi. O’nunki de 16’ydı!

Bir karizmanın ve hayallerimin yıkılışıydı ve onlardan çok ben üzüldüm. Galiba geçen yıllar içinde değişmeyen gerçekler vardı. Bilgisayar dünyasında hâlâ aynı koltuğun mükerrer satılması gibi bir hata olabilir miydi? Yeni yolcuların biletlerini kontrol etmek için vagona giren güler yüzlü görevlimiz ters giden bir şey olduğunu fark edip hemen olay mahalline geldi.

“Memur bey, beyefendinin benim yerime oturduğunu düşünmüştüm; ama onun numarası da benimkiyle aynı. Galiba aynı koltuğu ikimize de satmışsınız!”

Vee hazır olun!! Son yılların en muhteşem insan manzarası karşımdaydı. Benim canııımm insanlarımm:))

Görevli önce her iki bilete, sonra da adamla kadına baktı ve kadına gülümsemeye başladı.

“Hanımefendi, trenimize bir gün erken gelmişsiniz. Bugün Pazartesi, sizin seyahatiniz ise yarın! Ama hoş geldiniz. Devam edecekseniz size boş bir yer bulalım ya da bir sonraki istasyonda inebilirsiniz.”

“Aa bugün salı değil mi?”

Allah'ım ben müsaadenle gülmek istiyorum:) Hem de katıla katıla gülmek istiyorum:)) Şu sabahın neşesine bakar mısınız! Bu ülkede yaşlanmak mümkün mü? Her taşın altından başka bir mizah çıkıyor!

Bir süre koridorda hareket biçimini şekillendirmeye çalıştı genç kadın. Saatine baktı, bir sonraki istasyonu sordu ve sonra da uflaya puflaya az ileride gösterilen boş koltuğa oturdu ve telefona sarıldı. Beklenmedik gelişmeye hemen de uyum sağladı!

“Teyzeee! Ben seni çok özledim ve sana sürpriz yapacaktım aslında; ama bak dayanamadım söylüyorum: Beenn bugüünn geliyoorummm. Yaaa, sevindin, di miii?”

E sevilmez mi benim akıl küpü insanlarım!

Yine gazeteme daldım. Yarı uyukluyor yarı okumaya çalışıyorum. Ara sıra da aklıma şaşkın kadın geliyor, gülümsüyorum. Az sonra vagonun başında bir servis arabası belirdi. Yiyecekler ve çay-kahve servisi vardı. Sütlü bir kahve aldım. Uykum da açıldı. Pamukova-Bilecik arasındaki yol genişletme çalışmalarını izledim biraz. Ülkem şantiye halindeydi, gurur duydum.

Eskişehir’e yaklaşıyorduk ve ben paniklemeye başladım. YHT’ye geçmek için sadece 7-8 dk kalacaktı bana. Durmak üzereyken yapılan anons YHT'nin hemen yan platformda olduğunu söylüyordu. Rahatladım. Tam 11:00’de perona girdik. Herkes bir rahat, bense her zamanki telaş içindeydim. Kapıdan indiğim anda gördüğüm YHT tam karşımdaydı. Ama o da ne! Cam duvarlar ve güvenlik kapısı vardı önünde. Kuyruğa girdim. “Hoş geldiniz.” diyerek karşılayan, biletleri kontrol ettikten sonra da vagonlara yönlendiren gencecik görevli kızlar vardı. Yok yok emindim, bu bir rüyaydı ve ben Anadolu'nun göbeğinde değil, Frankfurt Hbf’den Paris Gare du Nord'a gitmeye hazırlanıyordum. Yine 3. vagondaydım. 20A’da. Mavi koltuklar, tavanda monitörler ve mis gibi bir kabin havası vardı. Tam zamanında 11:10’da hareket ettik. Hediye edilen kulaklıklarla müzik yayınını dinleyebiliyorduk. Az sonra, hız yoluna girdiğimizi anons ettiler ve mucize başladı. Monitörde hem yol haritasını hem de anlık hızı görebiliyorduk. Dış dünyadan izoleydik sanki. Ekrandaki kırmızı nokta hızla ilerliyordu. Ekranda gördüğüm hız 256 km idi. İnanılmaz bir konfor ve süratte saat 12:40’da Ankara’ya indim. Sanki rüyadan uyandım. Bana kalan 5 saatte işlerimi halletmeye çalışırken itiraf etmeliyim ki akşam dönüş yolculuğunu hayal ediyordum. Gara biraz erken gidip YHT’yi incelemeliydim. O süratlere hangi tekerlerle çıkıyordu, kaç makinist vardı, acaba Business Class nasıldı? Sizin anlayacağınız, “iş bahane trenle seyahat şahane.” diyerek saat 17:00’de gara geri döndüm. Demiryolu Müzesi'nin de saat 17:00’de kapandığını öğrenince çok üzüldüm. YHT perondaydı. Tekerlerdeki yatay stabilizerler/amortisörler dikkatimi çekti. O yüksek süratlerde tonlarca ağırlığı yolda tutmak için ne büyük çaba harcıyorlardı kim bilir! 6 vagonlu trenin gövdesindeki havalandırma deliklerinden ve çıkan seslerden hareket ederek, en az 500 kW’lık Cer motorlara sahip 4 tahrikli vagon olduğu saptadım. Vagon başına iki motor olacağını düşünürsek, herhalde motor arızasından dolayı bir tehir söz konusu olamazdı. Daha vakit vardı ve trenin karşısındaki kafeye oturarak TCDD’nin geldiği yeri gururla izledim. Yine güvenlik ve bilet kontrolünden geçerek trene alındık; ama ben ilk vagona giderek hem kokpiti görmeye çalışacak, hem de Business Class’ı inceleyecektim. İlk iki Business Class vagonu ayrı bir dünyaydı sanki. 2+1 düzeninde yerleştirilmiş siyah deri koltuklar ve her koltuğun arkasında da kişisel monitörler vardı. En öndeki vagonun ucu kokpitti ve camdan bir giriş kapısı vardı. Sevinçle oraya gittim. Kocaman bir kumanda koltuğu ve makinistin önünde bir sürü ekran vardı. Eminim ki rotanın hangi kilometresinde hangi sürate çıkılabileceği bilgisayarın kontrolündeydi ve makinist hatalarında ya da başına bir şey gelmesi durumunda kontrolü ele alıyordu. Tam ben oradan ayrılırken beyaz gömlekli, apoletleri çubuk rütbeli iki makinist de kokpite giriyordu.

3. vagondaki 15A no'lu koltuğuma yönelirken Cafe vagonundan geçmem gerekti. Bar sandalyeleri ve iki de masa vardı. “Neden bir değişiklik yapmayayım ve 250 ile giderken biramı yudumlamayayım!” diye düşündüm bir an ve düşündüğümü de yaptım. O yüksek süratte objeler çılgınca kayarken gözlerimin önünden, buz gibi biramı yudumladım barda. Zengin menüden birkaç da fiyat örneği vereyim size.

Çay : 1.5 TL
Kahve : 2.5 TL
Bira : 6.5 TL
Hamburger : 6 TL

Ray Restaurant işletiyor ve ne uygun fiyatlar, değil mi? Bence bunları 250 km süratle giderken tüketmeyi deneyin. Alınan keyif inanılmaz! Yarım saatlik bira keyfinden sonra yerime döndüm. Kulaklığımı taktım ve monitördeki “Devrim Arabaları" filmini izlemeye koyuldum. Yolculuk hiç bitmesin istedim. Bu sefer hiç de panik halinde değildim Eskişehir’e yaklaşırken. Emindim ki İstanbul trenim yan platformda beni bekliyordu. 19:30’da vardık ve arkama baka baka ayrıldım keyfine doyamadığım YHT’den.

Artık akşam yemeğimi yiyebilirdim ve direkt restoran vagonuna oturdum. Tam 19:44’de kalktı trenimiz. Camın kenarında bir yemek masası, üzerinde gül vazosu. Böyle bir keyif olabilir miydi ve o an aklıma geldi.. Yaşasınnn Dumansız Hava Sahası. Kim bilir burada nasıl bir duman bulutu içinde yemek yiyordu geçmişte insanlar! Yanıma yaklaşan garsona;

“Sigara yasağından dolayı problem yaşıyor musunuz?” dedim.

“Evet; ama bak ne güzel oldu abi.. Göz gözü görmüyordu dumandan. Sanki yemeğe değil, sigara içmeye geliyorlardı buraya. Şimdi yine iki dubleden sonra kafayı bulup, sigara içmeye yeltenenler oluyor; ama yakan olursa hemen uyarıyoruz! Problem çıkaran olursa da güvenlik görevlimizi çağırıyor, ilk istasyonda karakola teslim ediyoruz.”

“Unutturma da yemekten sonra alnından öpeyim arkadaşım. Aferin, işte böyle bilinçli ve kararlı olursak, ülkemizi layık olduğu çağdaş ve modern görünüme kavuşturabiliriz. O insanlar da bizim vatandaşlarımız. Önce onları o zehirden kurtaracağız, sonra da bizleri zehirlemelerini önleyeceğiz. Kanunu çıkaran devletimiz, koruyucusu da bizleriz.”

Devamlı değişen manzarada, ızgara tavuk şiş kebabın fiyatı sadece 8 TL idi !

Yemekten sonra yumuşacık koltuğuma dönerek uykuya daldım ve görevlinin, “Bostancııı.” anonsuyla gözlerimi açtım. Saat 23:25’ti güzel İstanbul’umuza vardığımda.

Hayatımın en keyifli günlerinden biriydi dün. 2013'te İstanbul'dan Ankara'ya YHT ile sadece 3 saatte varacağımı düşününce yine heyecanlandım. 40 tünel+27 viyadüklük yol çalışması hızla devam ediyor. Zamanında biteceğinden de hiç şüphem yok. Ben son yıllarda artık Avrupa ülkelerine hiç özenmiyorum. “Neden benim ülkemde de yok?” diye yutkunmuyorum. Yakında 20 günlüğüne yine ülkemden ayrılacağım ve eminim ki gittiğim ülkelerdeki eksikleri görecek ve artık onlar adına üzüleceğim. Ülkemle gurur duyuyor ve bu ülkeyi güçlü ve modern bir ülke yapma gayretindeki yöneticilerimizi tebrik ediyorum, emeklerini ayakta alkışlıyorum. 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..