Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ekim '07

 
Kategori
Mizah
 

Bir fıkra: Erik Ağacının dibi

Osmanlı’nın son dönemleri… Bir çok cephede savaşlar sürüyor; ne dirlik kalmış ne düzen. Her evde yas, her yerde kıtlık ve açlık; asayişsizlik kol geziyor… Şehirlerde, kasaba ve köylerde erkek nüfus kalmamış gibi. Kalanlar kadın, çoluk-çocuk ile yaşlılar… bir de yaralı veya sakat gaziler. Dağlar ise eşkıyalardan, asker kaçakları ve firarilerden dolmuş taşıyor.

İşte o günlerin Anadolu’sunda bir köyün en gençleri 50 yaş civarında olan erkekleri toplanmış, her fırsatta canlarına yapışan eşkıya belasına çare arıyorlar…

Eşkıyada ne Allah’tan korkmak vaaar ne de kuldan utanmak… Kendilerine yetecek erzak yok ki onları beslesinler. Köyde ne genç var ne de silah ki karşı dursunlar. Civarda kolluk kuvvet yok ki yardım istesinler. Üstüne üstlük; eşkıya işi azıtmış, namusa da el uzatmaya başlamış. Durum çok vahim; dayanılır gibi değil.

Biri:

“<ı>Gidek Ağaya şikayet edek…” diye söze başlamışken en yaşlı olanı:

“<ı>Boş konuşma! Bilmez misin ki bu itlerin sahabı O…” diye onu azarladı.

Diğeri:

“<ı>Sadâret’e (sadrazamlığa) istida (dilekçe) gönderek…” dedi.

Bu defa, azar işiten:

“<ı>Sen kiiiiim, Sadaret kim? Sadaretin başka işi gücü yok… bizim şeyimizi bekleyecek. Sen de boş konuştun” diye acısını ondan çıkarttı.

Başkası:

“<ı>Ne deyim bili misiz? Adamın gücü kuvveti ola, bu deyyuslara ele bi iş yapa ki analarından doğduklarına pişman olalar; bi daha da bele işler yapmayalar” dedi.

En yaşlı olan:

“<ı>İyi de… Ne yapsak, nasıl yapsak? Ya başımıza daha çok işler açarsak… O zaman boku kim pâklayacak?” dedi.

Bir diğeri:

“<ı>Ahvalımız belli… öyle de booook, böyle de” dedi.

Herkes sıkkın ve yılgın. Derin bir sessizliğin içine daldılar. O ana kadar lafa hiç girmemiş olan biri:

“<ı>Eğer kabul edersez, benim aklımda bişey var” dedi.

Göz ucundan baktılar Adama. Yılgın ve alaycı bakışlardı bunlar. Fakat O aldırmadı, söze devam etti:

“<ı>Şimdiiii… Eşkıya silahlı ve çokluk. Hem bi çete de değil; iki, üç… Ağa olacak o teres üstümüze salar bu itleri, bilirim. İtlerden boğuşmaya da bizim gücümüz yetmez Lakin Onun sözünden de dışarı çıkmazlar, bunu da bilirim…

Yaşlı olan:

“Eeee?”

Adam:

“<ı>Ben derim ki bir iş yapacaksak itlerin sahabına yapalım. <ı>Şimdi yapacağımız şey şu….” diye aklından geçenleri ve planını anlatmaya başladı…

Köy halkı hediye bohçası hazırlayacak, iki kişi bohçayı alıp yarım günlük mesafedeki Ağa konağına götürecek. Ağa, hediyeyi elbette kabul edecek ve “<ı>Bu gece kalın istirahat edin yarın sabah geri dönersiz” diyecek. Eeee… bu da ağalığın şanındandır. Hiçbir ağa şanına leke getirmek ister mi? Kendisine, “<ı>Gece vakti köylüyü yola atmış” dedirtir mi?

Konağın arkasındaki derede pusuya yatacaklar. Ağa, gece mutlaka abdest haneye çıkacaktır. Abdest hane, iki adam boyu yükseklikteki damın bahçe tarafında ve uçta. Yaşlılardan biri, Abdest hane kapısından çıkarken hortlak gibi Ağanın karşısına çıkacak. İlk şaşkınlığında bağırmasına fırsat vermeden tutup kendisiyle birlikte damdan aşağı atacak. Dam o kadar da yüksek değil; iki adam boyu… Aşağıdakiler Ağa’nın üstüne çullanacak. Biri ağzını tutacak, biri de hayalarını. Debelenmeye, el dişlemeye kalkarsa hayaları sıkılacak. Sonrası kolay…

Herkes birbirinin yüzüne şaşkın ve soran gözlerle baktı; Ağa ile uğraşmak… Olacak şey değil fakat başka çare de yok gibi.

Biri dayanamadı sordu:

“<ı>İyi hoş da… işi kim yapacak?

Fikrin sahibi:

“<ı>Bizim Çolak’a yaptırırız. Hatta Topal ile Kör de katılır…” dedi. Ardından, olacaklar gözü önüne gelmiş gibi keyiflendi: “<ı>Valla çok eyi olur; hemi de çifte kavrulmuş…” dedi. Bir anda gergin sinirler boşaldı ve kahkahalarla gülmeye başladılar.

Çolak, Topal ve Kör, malulen terhis edilmiş köyün gazileriydi. Onlara öyle diyorlardı. Biri Arabistan’da, diğer ikisi Kafkas cephesinde savaşmışlardı. Biri ayağını, biri kolunu, diğeri bir gözünü tamamen ötekini kısmen kaybetmişti.

Ortalık durulduktan sonra yaşlı olan sordu:

“<ı>Peki Çolak kabul eder mi?”

“<ı>Hele sorduğuna bak… onlar değil miydi oğlanın karısına tasalluta yeltenenler?

“<ı>He ulan… Lakin Çolağ da igid oğlanmış. Biz yetişmeseydik eşkıyayı dişleriyle parçalayacaktı”.

“<ı>He yahu.. Ama sonra nasıl da tekmelemişlerdi garibi… “

“<ı>Valla bu iş bence olur…”

“<ı>Hem çok iyi hem de çok güzel olur.”

“<ı>Namussuz dürzüler sizi…”

“<ı>Sizi gidinin itleri sizi…”

O keyifle plan yaptılar; kim ne yapacak, ne edecek belirlendi. Aslında planın damdan düşmek dışında başka tehlikeleri de vardı fakat göze almaktan başka çare de kalmamıştı.

Akşamdan bohça hazırlandı; bir takım banyo havlusu, bir kalıp kokulu sabun, bir don, bir köynek, iki çift yün çorap… falan, filan. Öylenden sonra iki kişi yola düştü. Birkaç saat sonra arkalarından diğerleri.

Köye varırlar. Ağa hediyeleri kabul eder ve “<ı>Gece kalın, sabah dönersiz” der. Gecenin bir vaktinde plan işlemeye başlar… Damdan düşme, Ağa’nın yüzünün yere sürtülmesi ve bizim yaşlının “<ı>Uy ana belim!” diye inlemesinin dışında ucuz atlatılır. Derdest ettikleri Ağayı dere kenarına indirirler…

Ağa, önce tehdit eder. Kimsenin umursamadığını görünce yalvarmaya başlar ama nafile… Bizimkiler çok kararlıdır; her kes vaziyet alır. Önce Çolak, sonra Topal, sonra da Kör… Ağanın işini bitirirler.

Ağa’da hal kalmamıştır. En yaşlı köylü saçlarından tutup Ağa’nın başını yerden kaldırır ve şöyle der:

“<ı>Allah’tan korkmadın, kuldan utanmadın; zulmettin. Yetmezmiş gibi itlerini üstümüze saldın. Gün gelir mazlumların ahı tutar; şu mağrur başım önüme düşer demedin. Kaldır başını da olan bitene şahit şu erik ağacına iyi bak. Eğer bize bi daha bulaşırsan, bilesin ki kessen de yaksan da ibret-i alem bu ağacın namı da şanı da yürüyecektir.

Gel zaman git zaman… bir grup yolcunun önü eşkıya tarafından kesilir: “<ı>Ya leşiniz ya malınız!” diye bağırır eşkıya başı. Herkes zınk diye durmuştur; bir kişi hariç…

Eşkıya başı Ona seslenir:

“<ı>Sen niye durmazsın, ulan dürzü!”

Yolcu:

“<ı>Dürzü, erik ağacının dibindeki babandır ulan!” diye karşılık verir. Eşkıya başı, hiddetinden mosmor olmuştur ama “<ı>Ellemeyin; bırakın geçsinler!” der.

Olup bitene bir anlam veremeyen yol arkadaşı:

”<ı>Allah razı olsun senden; canımızı da malımızı da kurtardın. De hele… <ı>ne demektir şu erik ağacının dibi?” diye sorar.

Öbürü:

“<ı>Orasını boş ver. Eğer yine yolunu keserlerse “Erik ağacının dibi!” de yeter. Gerisini o anlar; eşşşek değil ya…“ diye keyifle cevap verir.

O günden sonra o çevrede erik ağacının namı da şanı da sürer gider…. Ta bugüne kadar.

 
Toplam blog
: 141
: 926
Kayıt tarihi
: 30.04.07
 
 

Türk san'at müziği dinlemeyi, okumayı, yazmayı ve paylaşmayı seviyorum. Kamudan emekli inşaat mühend..