Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ekim '11

 
Kategori
Anılar
 

Bir fincan kahve...

Ulusça övünebileceğimiz özelliklerimizden biri de misafir perverliğimizdir. Hepimiz misafir perveriz; ikram etmeyi severiz; Ancak bazılarımız ikram kurallarını, inceliklerini daha çok bilir. Bunların nazik konuşmaları, ince davranışları ve değişik özenleri anılarda yer ediyor; zamanla da örnek oluyor.

Bahtiyarım ki tüm dostlarım ve tanıdıklarım tarafından candan karşılandım.Mahcup olacak biçimde ikramlar gördüm. Hepsine sevgiler, saygılar. Kendilerine gönül borcum devam ediyor. Açıkça teşekkür edeceğim, rahmetle anacağım o kadar çok kişi var ki… Sadece bir kaçından söz edeceğim:

Dün, emekli ziraatçı Fuat Bey arkadaşımızın_ Serdar Mahallesindeki evimizin yakınlarındaki_ emlak bürosuna uğradım. Fuat Bey, her zamanki gibi çok güzel karşıladı beni. “Bir ziyaret yazı konusu mu olur? “diye düşünenler için yazıyorum. Olur. Para pul konuşulmadan, dedikodu yapılmadan sohbet sürdürülürse bu ziyaret farklı bir ziyaret demektir. Hele konu çiçekler üzerine olursa, huzur üzerine olursa... Televizyon programlarında, kitap ve dergilerde pozitif enerjiden söz edildiğini duymuşsunuzdur. Bu ortamda pozitif enerjinin nasıl alındığını bizzat görüyorsanız bu durumu pas geçemezsiniz.

Kısa sohbetten sonra izin istedim. “İkram etmeden bırakmam.” dedi. Organik olarak yetiştirdiği salatalık ikram etti. Tepsisi, bıçağı, tuzluğu, peçeteleri orijinal. İkram ediş biçimi de kendine özgü. Bu tip ikramla da ilk kez karşılaştığımı söyleyebilirim. Bu ikram boyunca pencereden küçük bahçesini gözledim. Çiçekler de yakınlaştı bana. Fuat Bey birkaç tanesini takdim etti. Latince adlarını da söylemeyi unutmadı. Ne yazık ki hepsinin adını aklımda tutamadım.

İsimleri de anıları da aklımda tutamıyorum. Ancak bir vesileyle anılar kendiliklerinden canlanıyorlar. Milliyet Blogda yazan bir yazar ( Nurten Demirel), bir yazıma yazdığı yorumda “anılara iz sürmek” kavramını kullandı. Gerçekten anılarımın izini sürüyorum. Daha önceleri çağrışım diyordum. Anılara iz sürmek daha etkileyici. İz sürerek İstanbul’da çalıştığım bir özel okula gidiyorum. Özel okulları işleten Vakıftaki bir ağabeyimizden söz edeceğim. İsim vermiyorum; çünkü bu Vakıfta ve vakıf okullarında misafir karşılama ve ikramda herkes birbirleriyle yarışırdı. Hepsini anlatamayacağımıza göre … Bu ağabeyimiz özel kutudaki birkaç çeşit çikolata ve şekerlemelerin hepsinden almamızda ısrar ederdi. Bazen de lokum, kaysı …vb. ikramlarda bulunurdu. Çikolata yerine böyle ikramların daha makbul olabileceğini söylerdi. Fuat Bey salatalık ikram edince, ister istemez kaysı ikramları da aklıma geldi.

İkram denince elbette Türk kahvesi akla gelir. Derler ya “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır.” Ben 51 yıl öncesinden söz edeceğim:

Sene 1960, aylardan Haziran. Yaz tatilinde dedemlere, Trabzon Dernekpazarına bağlı Akköse Köyüne geldim. Akrabamız, aile dostumuz Mustafa Koç’un oğlunun bir trafik kazasında öldüğünü öğrendim. Bir hayli zaman geçmişti, bu zamandan sonra baş sağlığı vermek doğru mu değil mi? Epey düşündükten sonra evlerine gittim. Trafik kazasından ölen benden  4-5 yaş büyük İbrahim ağabey için babasına baş sağlığı vermek kolay olmayacaktı. Duygulanıyordum. Ya babasını da duygulandırırsam endişesi vardı bende. Neyse Mustafa Amca ile bir güzel sohbet ettik. Bu arada eniştesine kahveleri yapmasını söyledi. O zamanlar gaz ocakları vardı. Gaz ocağı bir türlü yanmıyordu. İğnelemek, pompalamak da fayda etmiyordu. Mustafa Amcanın talimatı kesindi. Gaz ocağı yakılacaktı. “İçmiş gibi oldum.” Amca dedimse de para etmedi. “Mühim olan kahve değil, onun hatırasıdır.” diyordu. Neticede kahveyi içtik. Bu hatırayı değil kırk yıl yaşadıkça anacağım. Allah rahmet etsin Mustafa Amcanın bu hatırasını yazılı ve sözlü olarak bir çok kez naklettim. Tek nakletmediğim Mustafa Amcanın ikinci oğlu Mehmet’tir.

1989’da, yani kahve ikramından 29 Sene sonra İstanbul’daki Çaykaralılar Derneğine gittim. Lokalde birkaç genç oturuyordu. Selâm verdim. “Ben Sabahattin Gencal” dedim. Gençlerden biri;”Mehmet Koç’u mu arıyorsunuz?” demesin mi? Hayret, nasıl bildi? Kendisine bunu nasıl tahmin ettiğini sorunca: Mehmet Koç senden söz ederdi.” deyince nasıl olduğumu anlatamam. 30 küsur senedir görüşmediğimiz arkadaşımızın benden söz etmesi, yaşları otuzdan küçük olan bu gençlerin ismimi hafızalarında tutmaları nasıl bir şeydi?.. Arkadaşımızın yerini tarif ettiler.

Mehmet arkadaşımızın işlettiği kahveye gittim. Arkadaşım candan karşıladı beni. Bu içtenliğe şahit olan çalışanlar hemen bir çay getirdiler önüme. “Ben çay içmem, kahve içerim.” Deyince kahve yaptılar. O günler midem kahveyle barışık değildi. Amacım kahve içmek değil rahmetli Mustafa Amcanın ikram ettiği kahveyi hatırlatmaktı. Ama nasıl olduysa anlatamadım. Çevre masadakiler, benim kim olduğumu sordular. Sabahattin Gencal olduğumu öğrenenler çevrede halkalandı. Sözler de dalgalandı. Onun için Mustafa Amcanın kahve ikramını anlatamadım. Keşke daha sonra anlatsaydım. Düşündüm ki kahveye bir dahaki gelişimde anlatırım. Ama nasip olmadı…

İkramdan söz ederken anıların izlerini takip ederek yarım asır geriye gittik. Bu geriye gidişler romanlarda, dizilerde yazıyı kuvvetlendiren bir tarz; ama bu gibi yazılarda nasıl bir etki gösterir bilmem. Başımız ağırmış olsa bile Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olduğu örneğini görmüş oluyoruz.

Misafirperverliğimiz, ikram severliğimiz dünden bugüne devam ediyor. İnşallah da devam edecektir.

Sabahattin Gencal, Başiskele-Kocaeli, 13. 10. 2011

 
Toplam blog
: 181
: 635
Kayıt tarihi
: 29.03.11
 
 

1943'te Trabzonda doğdu. Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen okulunu bitirdikten sonra girdiği Bursa Eğ..