Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Şubat '07

 
Kategori
Psikoloji
 

Bir fotoğraf karesindeki bakış...

Bir fotoğraf karesindeki bakış...
 

Bir fotoğraf karesini tutmak şimdi... Bir fotoğraf karesinden şimdiki zamana tutunuvermek... Ellerinde seneler öncesinin yansıması. Ellerinde senelerin ağırlığı...

Saçların aynı. Rengi ve şekli bugünkü gibi. Aynı tebessüm var yine yüzünde. Dudağının gülümserken aldığı şekil bile hiç değişmemiş. Elmacık kemiğinin üzerindeki koyuca lekeden kilona kadar herşeyinle aynı, aynanın karşısında duruyorsun işte. Sen aynanın karşısında, fotoğraf senin ellerinde... Bir aynaya, bir elindeki fotoğrafa bakıyorsun bulmaca çözüyormuş gibi: İki resim arasındaki farkı bulun. Fark mı, ne farkı? Ha evet, elindeki sadece bir fotoğraf, aynadakiyse sensin, hem de kanlı canlı. Gong sesini duyuyorsun; yanlış cevap. Sonra bir kere daha bakıyorsun daha dikkatli. Bakmak ve görmek ayrı şeyler çünkü biliyorsun içten içe. Sen aynaya bakıyorsun, ayna fotoğrafa yansıyor, gözlerin arada kalıyor. Aynı gözler, ayrı zamanlardan, sana farklı bakıyor.

İnsan yüzünün en önemli yeridir belki de gözler... Kah bilinçli kah farkında olmaksızın her türlü hissiyatımızı ortaya döken kelimelerin fışkırıp durduğu ağzımıza, başlıca görevi olan "koku almak" eylemine yönelik hakkında bir kitap yazılıp hatta bir de film çekilen, merkezi konum itibariyle dikkat çekici bir yere sahip olan burnumuza rağmen gözler çok daha ön saflarda yer alır aslında. Hem de "dokunulmazlık" kisvesi altında... Ağzının hem içi hem dışıyla her türlü oynayabilir, burnunu şekilden şekile sokabilirsin günün modasına göre, peki ya gözlerini? Sahte renklerin arkasına gizlemek dışında bakışlarını ne yapabilirsin ki gözlerine? Hele ki gördüğün hala aynı renk olduktan sonra...

Seneler öncesinin gözleri değil şu anda karşında sana bakanlar. O enerji dolu, içi içine sığmayan, o asi, dediğim dedik ve bir o kadar da tecrübesiz değiller artık. Evet yine pırıl pırıl, yine sevgi dolu ama nasıl demeli bir yorgunluk var sanki, bir olgunluk, bir durgunluk. Yürekten gelip te dile dökülemeyen onca şeyin ağırlığı. Ve senelerin acı-tatlı birikmişliği, keskin yaşanmışlığı... Çok şey anlatmış bu bakışlar, çok şey yaşatmış gizliden gizliye, çok şey saklamış dilden yürekten öte... Ve artık büyümüş. Büyümüşsün...

"Bir bakış bile yeterken anlatmaya herşeyi, kalbinizi dolduran duygular kalbinizde kaldı." diyor ya Behçet Necatigil. Ne kadar da haklı aslında. Kalbinde taşıdıkların, içinde yaşattıkların, anların, anıların, cevapsız soruların ne kadar çok ne kadar büyükse, bakışlarında o kadar yoğun bir o kadar ağır oluyor galiba. Yüreğinin büyüklüğü gözlerine yansıyor. Çünkü gözler kalbin aynası..

Şimdi ayna karşısında, ilk defa güzelliğini sorgulamak dışında başka bir amaçla yerini almışken, nasıl gözüktüğünü anlamaya çalışıyorsun. Hala umut dolu, heyecanlı mı eskisi gibi, yoksa bedeninden daha büyük daha yorgun mu bakıyorsun artık yaşama? Ne önemi var ki aslında, sen yaşadıktan, yaşattıktan sonra. Yaşadıkça varsın. Baktıkça yaşarsın. Yeri gelsin gözlerin bedeninden daha yorgun, daha büyük baksın. Ama tatlı bir yorgunluk olsun bu, huzur dolu...İçinde bugüne kadar yaşadığın ve yaşattığın tüm güzellikleri ve tüm sevgileri barındırsın. Ve hep böyle kalsın, hep böyle baksın...

Bir fotoğraf karesinden bakıyorsun şimdi zamana. Gözlerin aynadan durgun, fotoğraftan daha canlı...


Resim: Salvador Dali


*** "Anadolu'da bir kızım var, öğretmen olacak" projesi için;
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=45243

 
Toplam blog
: 246
: 980
Kayıt tarihi
: 27.01.07
 
 

30’ lu yaşların ağırlığında geçiyor artık yaşam ama teğet geçerek, ama kurcalayıp didikleyerek...İst..