Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mart '17

 
Kategori
Deneme
 

Bir fotoğraf ne anlatır insana?

Bir fotoğraf ne anlatır insana?
 

Fotoğraflar, geçmiş zamanların tanığıdır adeta. Günümüzde her ne kadar yerini dijital olanlarına bırakmışsa da sararmış, solmuş, yıpranmış eski zaman belgelerine bakmayı kim sevmez ki? Onlar ki; geçmişten günümüze uzanan köprülerdir. Elimize aldığımızda dalar gideriz. Neşeli gülüşlerin yakamozlarıdır onlar. Bizleri, karşı kıyıdan göz kırparak bir anda baştan çıkarıverirler. Kimi zaman görüntüler sese, kokuya dönüşüverir. Sevdiklerimiz burnumuzda buram buram tüter. “Nerede o eski günler,” diye hayıflanır, bir yandan da o eski zaman tadlarını gevelemekten hoşnut kalırız. Unuttuğumuz, unutmak istediğimiz, anımsamak isteyip de anımsayamadığımız  ne varsa elimizin altındadır artık. Yüreğimiz o hüzünlü sessizliğin  çığlığıyla  darmadağın oluverir. İşte o an, geçmişe yolculuk başlayıverir. Eski bir zamanda buluveririz kendimizi, yitirilmiş  çocukluğumuza, gençliğimize, ailemize, arkadaşlarımıza konuk oluruz sessizce.  Birkaç dakikalığına çıktığımız yolculuktan “Fotoğraflar yalan söyler, çünkü zaman durmaz,” cümlesiyle geri döndüğümüzde içimizde tanımlanması güç gerçeklik algısına “Ne vardı az daha bekleseydin, biz iyiydik böyle,” diye isyan edesimiz gelir.
 
Her fotoğrafın bir öyküsü, hatta bir de kahramanı vardır. Kiminde babamız, kimi dedemiz, anamız, çocuğumuz, arkadaşlarımız vardır. Bunlar kişiseldir. Bazılarıysa hepimizindir. Böyle bir fotoğraf gördüm geçenlerde, ülkemin  karanlık günlerden kalma. Fotoğraftakilerden hiç biri ne yakınım, ne de bildiğim, ama ben tanıyorum onları. Çünkü her birinin vatanımın her karış toprağında kan izi var.
 
Yıl 1915, düşman gemileri Çanakkale Boğazı’ndan girmiş, belli ki savaş canavarının gözü dönmüş, kan istiyor. Mehmetçik, cepheye koşuyor. Tam bu sırada İstanbul‘da, İstanbul Lisesi ve o tarihteki ismiyle Galatasaray Sultanisi ve tıbbiye öğrencileri de Çanakkale Cephesi’nde savaşmak üzere  gönüllü olarak cepheye gidiyor.
 
Filmi geri sarıp savaşın olmadığını varsayabilsek, belki de Türkiye’nin parlak geleceğinde söz sahibi olabilecek fidanlardı onlar. İstanbul gözlerinden uzaklaşırken; onlar, biriktirdikleri hayallerini de geride bırakıyorlardı. Fotoğraftaki gibi hüzünlü ama cesur. O gün gidenlerden  çoğunun geri dönmediğini biliyoruz. Onlar da biliyorlardı dönemeyeceklerini ve gitmezlerse de vatanın kaybedeceğini…
 
Balıkesir’in Havran ilçesinden bir yiğit de, aynı gün yola çıkıyor. O’nun da dönememek gibi bir korkusu yoktu.  Bu yüzden Çanakkale’de düşman saldırısından büyük kayıplar veren Rumeli Mecidiye Tabyası’ndan geriye kaldığında, iki yüz yetmişaltı kiloluk top mermisini nasıl kaldırıp da topun ağızına sürdüğünü; ancak savaşı kazandıktan sonra Mustafa Kemal’in emriyle  hatıra fotoğrafı çektirmek gerektiğinde anlayabildi.
 
Aylardan Mayıs olduğu halde, İzmir’in Dağları’nda çiçekler de açmıyor o yıl. 15 Mayıs 1919 günü işgal kuvvetleri İzmir’e girdiğinde, İstanbul Hükümeti tarafından İzmir Halkı’nın işgale karşı direniş göstermemesi emrediliyor. Düşman şehrin bağrını yakıp geçerken; Kordonboyu’nda, Konak’ta sessiz çığlıklar büyüyüp kulakları sağır ediyor. Bu çığlıklar, gözüpek korkusuz bir vatansever olan Gazeteci Hasan Tahsin Bey’in de yüreğinde çoğalıp susturulamaz hale geldiğinde,  düşmana ilk kurşunu atan kahraman da O oluyor. Mermisi bittiğinde, kendisini pencereden izleyen gözleri yaşlı nineye söylediği “Ana, görüyorsun ya mermim tükendi de, bu yüzden geriliyorum. Öbür dünyada şahidim ol!” cümlesi son sözleri oluyor. O da birçokları gibi zaferi göremeden şehit düşüyor. İzmir’in işgali, milli ruhun fitilini ateşliyor. 16 Mayıs 1919’da İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, İstanbul’daki devlet adamlarına ve ABD temsilcisine çektiği telgrafta “…Avrupa, on milyon Müslüman ve Türk’ün idam ve imhasına karar vermişse, milletimiz buna uymayacak ve vatan uğrunda kahramanca çarpışarak ölmeye hazır bulunacaktır. Tarihe, bütün bir milletin varlığını savunmak için nasıl öldüğünü gösterecektir…” ifadesini kullanıyor.
 
Bir Ayvalıklı olarak, Milli Mücadele kahramanlarından Ali Çetinkaya’dan bahsetmezsem olmaz. İzmir’in işgal  edildiği günler; Yunanlılar Ayvalık’a giriyor, İstanbul Hükümeti İzmir için verdiği emri, Ayvalık’ın işgali sırasında da yineliyor. “Mukavemet göstermeyiniz.” Ancak, Mustafa Kemal’in de dediği gibi, “Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır.” kararlılığıyla Ayvalık’ta bulunan 172. Alay Kumandanı Yarbay Ali Bey, ilerlemekte olan düşmana, günümüzde bu olayın anısına adı İlkkurşun Tepesi olan yerden, askeri anlamda Kurtuluş Savaşı’nın ilk kurşununu atıyor. Sonraları Anadolu’nun her yerinden kurşunların ardı arkası kesilmez oluyor. Milli Mücadele hız alıyor, Kuvayı Milliye hareketi şahlanıyor. Ta ki vatan toprağından son düşman çizmesinin izi de silinene kadar, insanımızın yüreği rahat huzur nedir bilmiyor.
 
İzmir’in işgalinden dört gün sonra Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı, neredeyse zaferin ilk günü oluyor. Aslında O, vatanı kurtarmaktaki kararlılığını çok daha önceleri gösteriyor. Trablusgarp’ta, Çanakkale’de… Ne demişti O? “Çanakkale geçilmez!” Mustafa Kemal’in bu sözleri, yenilgiyi asla aklına getirmemesinin yanı sıra, kendisine ve Türk Ulusu’na olan güveninin de göstergesi değil midir? Bir ulusa varlığını bir kez daha anımsatan Büyük Önder, daha sonraları bu inancını  Gençliğe Hitabe’sinde, “Ey Türk istikbalinin evladı! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” ifadesiyle de dillendiriyor.
 
Kurtuluş Savaşı fotoğraflarına bakmayı sürdürdüğümüzde, nice kahramanlar ile karşılaşmamız boşuna değil.  Anadolu’nun her köşesinden kadın erkek, çoluk çocuk, genç ihtiyar; tarihin sayfalarına destanını kanıyla, canıyla yazıyor.   Halide Edip’e ithafen “Türk’ün Ateşle İmtihanı” diyebileceğimiz bu savaş, Dünya’ya, Anadolu’da kök salmış, görmüş geçirmiş, dimdik ayakta duran ulu bir ağacın dallarını budamanın; ancak kestikleri yerlerden daha gür çıkacağını anlatmıştır.
 
Bugün bize düşen görev, Cumhuriyet’imizin böylesine zorlu koşullarda kurulduğunun bilinciyle, Atatürk İlke ve Devrimlerine sahip çıkarak, bu ulu ağacı sonsuza değin yaşatmaktan başka ne olabilir?
 
ESRA KARA
 
Toplam blog
: 35
: 330
Kayıt tarihi
: 27.02.14
 
 

“Hikayeler hep aynı hikaye” diyorsan ve değiştirmek istiyorsan… 1969 yılında Ayvalık'ta doğdu..