Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Temmuz '11

 
Kategori
Deneme
 

Bir gece ansızın..

Bir gece ansızın..
 

Temmuzun ortası, tam da sıcağın her şeyi kızıştırdığı ayın tam ortası. Gece yarısının da tam ortasında buluşma kararı almıştı içindeki uhdelerle. Mutfak balkonunun kapısıyla oturduğu odanın penceresi arasında oluşan hava akımında serinlemeye çalışarak, bir yandan düşünüyor bir yandan kaşınıyordu sivrisinek ve yakarcaların ısırdığı kol ve bacakları yüzünden. Sessizliğin sesinden ilham almaya başladı, az önce arkadaki parkta gıcırdayan salıncağın sesinin dinmesiyle. Boncuk boncuk terler beliriyor anlında ve boğazındaki kuruluğu gidermek için ara ara önündeki masanın üzerine az önce dolaptan çıkardığı cam şişedeki suyu kafasına dikiyordu. Her seferinde dudağından sızan damlaları sol bileğinin üstüyle imha ediyordu klavyenin üzerine düşmesin diye.  

Henüz birkaç saat geçmişti dün alıp okumaya başladığı ve bugün bitirdiği kitabının üzerinden. Hikayelerin etkisi hala yüreğinden damarlarına pompalanıyor ve daha da sıcak basmasına neden oluyordu vücudunun. Kafasındaki kurmacalarla ve maceraperest hayallerle akıl oyunlarına kaptırıp kendini farkında bile olmadan tebessüm ediyordu. Yaprakların hafif hışırtısı ise onu irkiltiyor, bu tebessümünü yarıda kesiyordu. Su şişesine doğru eğilip bir yudum daha almak istediyse de şişenin dibini gördüğünde ancak ağzını ıslatabilmişti. Bu tatminsizlik kendisini mutfağa kadar götürme eğilimi oluşturdu içinde ancak bir türlü kanepenin üzerine yaydığı o gevşek cüssesini kaldıramıyordu. Bir an gücünü ve iradesini toplayarak ani bir kalkış yapıp mutfağa yöneldi.  

Mutfaktaki açık kapıdan bir takım fısıldaşmalar geldiğini fark etti. Işığını yakmadı mutfağın ve orada fısıldaşmalara kulak kesildi ilgisiz bir ajan gibi. Birkaç konuşma sonrasında susuzluğunun verdiği rahatsızlığa daha fazla dayanamayarak antrenin ışığını açtı ve ışığın yansımasıyla fısıldaşmaların tonu ve konusu bir anda değişiverdi. Dolabı açıp suyu almaya yeltendiği an yine fısıldaşmalara takıldı meraklı kulakları. Bu kez karşıdaki yarım aralık pencereden gelen konuşmaların kendisine dokunduğunu sandı. Hemen dolabı açıp suyu aldı ve dolabı kapatarak ışığı söndürdü. Konuşmaların tonu tekrar değişti ve kolayca duyulabilecek fısıltılar haline geldi yeniden. Onun haberi olmadığını sanarak onun hakkında konuşmalarını onlardan haberiszce balkon kapısının tülünün arkasında, sandalyeye oturmuş büyük bir şaşkınlıkla dinliyordu. Kızların kendisi hakkında güzel düşünceleri karşısında zevke gelmiş, gönlü serinlemişti. Dolaptan alıp içtiği su bile bu kadar ferahlatamamıştı içini. Duyduğu bu hoş sözlere karşılık vermek istedi ancak buna cesaret edemedi. Belki de onları orada gizlice dinlediği için yersiz bir suçluluk duygusu içine girmişti. Her neyse dedi ve iç çekerek tekrardan odasına geçip kalktığı kanepenin üzerine yayıldı, kucağına laptopunu aldı ve yazmaya başladı..  

Bir kaç satır zar zor yazabildi. Çünkü içindeki yazma isteği gitmiş yerini başka şeyler almıştı. Kıvranıyor, yayıldıkça yayılıyordu kanepenin üzerine. Elindeki bilgisayarı masanın üzerine bırakıp düşünmeye başlıyordu yine tatlı tatlı. Derken davetsiz misafir gibi çıkan hava akımı yüzünden mutfağın kapısı fena halde gürültülü bir şekilde çarparak kapandı. Bu da onu yerinden sıçratmaya ve aklının allak bullak karışmasına yetmişti. ‘Neler düşünüyorum ben yine yersizce’ diye kendine kızdı. ‘O kadar iradesiz miyim ben? Git yat bu saatte ne işin var burada’ diye söylendi durdu. Yayıldığı kanepenin üzerinden isteksizce kalkıp yatak odasına mahkum edasıyla yürüdü, sanki kollarından inzibatlar sürüklüyormuşçasına.  

Çok yorgundu, bitkindi gözleri. Zorla açık tutuyordu onları. Ağzına bütün bir yumurta sokuyormuşçasına dudaklarını esneterek esnedi. Her mimik ve jestiyle tam da uykusu gelen bir adamı oynuyordu. Yatağının önüne geldiğinde bırakıverdi bazanın üzerine kendisini. Akabinde löööp diye bir ses, gecenin bütün sessizliğini gasp etmişti. O ise uyuklamaya ve sızmaya doğru yelken açmıştı. Hafif bir tebessümle uyur uyanık bir halde özlemini çektiği tatlı uykusuna dalmıştı..  

Üzerinden pek fazla zaman geçmemişti. Uyuştuğu kolunu, vücudunun altından kaldırmaya çalışırken ettiği hareket gözlerini açmaya ve bu da onu uyandırmaya yetmişti. Sırılsıklamdı üzeri, terler alnından süzülüp gözlerinin içine girdi ve hafif bir yanma hissettiği gözünü ovuşturmaya başladı. Bir yandan da boğazının kuruluğu ve dilinin damağına yapıştığını fark ediyordu. Tekrar zoraki bir devinimle kalkıp miskin miskin yürümeye başladı mutfağa doğru. Mutfak kapısını açınca hava akımından olsa gerek tatlı bir esinti hissetti yüzünde. Gülümseyerek içten bir ‘oh’ çekti. Dolabın kapağını açtı su dolu şişeyi çıkarıp dolabı kapattı. Şişenin kapağını açacağı sırada gözü karşı pencereye ilişti. Fısıltılar kesilmiş, gece lambasının loş ışığı perdede gölge oyunu oluşturmaktaydı. Biran gözleri perdeye takılı kaldıktan sonra şişeyi kaldırıp başına dikti, lıkırtılar eşliğinde yarım litrelik pet şişedeki suyu bitiriverdi tek seferde. Birden canlanıverdi. Damarlarındaki kan akışı hızlandı. Biraz önceki miskin halinden eser kalmadı. Vücudunun gevşemiş bütün kasları sıkılaştı, sertleşti, dikleşti. Buna rağmen tekrar yatağına serilip uyumayı denedi, başaramadı. İkişer veya üçer defa sağa sola döndükten sonra sıkılarak yatağından oflaya puflaya kalktı. Kanındaki hareketlenme vücudunu ve düşüncelerini de harekete geçirmişti. Göreve hazır bir komando kadar çevik ve atletikti. Kendisini çok güçlü hissediyordu. Azgın bir boğa gibi arenada güreşebilirdi. E ne de olsa eski güreşçilerdendi.  

Duvarda asılı madalyalarına bakarken o yıllara kaydı aklı kısa süreliğine. Ne salak saçma günlerdi diye geçirdi içinden. O yıllarda kendisini sanata veya edebiyata yönlendiren birisi olsaydı şimdi ne kadar da hayatından memnun, başarılı, saygın büyük bir sanatçı olabileceğini düşündü. Geç kalmış sayılmazdı pek ama doğru eğitimi alıp daha büyük ve kolay sıçramalar yapabilme fırsatını kaçırmıştı bir kere. Tam bu boynu büküklükle hayıflanma içerisine girmişti ki, hemen iç taraftaki duvarda tiyatro oyununun afişini gördü. Gazetedeki haberlerini, fotoğraflarını gördü. ‘Şükür tanrım’ dedi. ‘Pek te geç kalmamışım aslında’ diyerek içini rahatlattı. Geçti yine kanepenin üzerine yayıldı, ayaklarını uzattı, hemen sonra doğrulup oturdu. Ellerini açıp tanrıya dua etti. Tekrar ayaklarını uzatıp, tatlı hayallerine geri döndü tebessüm içerisinde. Kim bilir neler geçiyordu kafasından, neler düşünüyor, hangi hayal denizlerinde kulaçlar atıyordu bu kez..???  

Sızıp kalmıştı öylesine güzellikler ülkesinin içine, yine yayılıp kaldığı kanepenin üzerinde. Her sabah ta bel, boyun ve sırt ağrısından şikayet eder durur hep bu yüzden. Ha bir de kahvaltı için şikayet eder durur, birisi hazırlayıp yatağıma getirsin diye..  

 

Ulaş Tuzak  

12.07.2011  

02.40  

 
Toplam blog
: 149
: 284
Kayıt tarihi
: 03.05.11
 
 

1987 Bandırma'da doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi İstatistik Bölümünden mezun oldu. Araştırma, Ban..