Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Nisan '17

 
Kategori
Deneme
 

Bir gidişin ardından

Bir gidişin ardından
 

Geriye kalan kırık dökük, belli belirsiz birkaç anı. “Bâki kalan bu kubbede hoş bir sadâ imiş” misali…18 Nisan 2017’de Tunca Şaylan’ı kaybettik. Çocukluk arkadaşım, mahalle arkadaşım, okul arkadaşım…Gözlerimi kapatıp onu her düşündüğümde, zihnimde aynı sahne canlanıyor. Mekan Yenimahalle Narin Sokak, rahmetli dedemin evi. Tipik bir eski Yenimahalle apartmanı; az katlı, geniş bir ön ve arka bahçesi var. Daha ilkokula bile gitmiyorum, yaşım 5-6 civarı. Belki daha öncesinde de vardır birkaç anımız. Ama benim hafızam bu kadar geriye gidebiliyor. Koşa koşa evden çıkıp karşı apartmana gidiyorum. Hafızam beni yanıltmıyorsa “İnci Apartmanı” adı. Yanıltıyorsa da boşver gitsin, doğrulama ihtiyacı duymuyorum, nasıl hatırlıyorsam doğrusu odur diyorum.  En üst kattaki balkona bakıp sesleniyorum: “Tunaaa, Tuncaaaa!”…Sonra zemin kattaki adaşım Deniz’i çağırıyorum. Bir de Serpil kalmış hafızamda, kız kardeşi vardı Satı. Onlar da giriş kattaydı. Hepsi sırayla iniyor bahçeye. Tuna ince yapılı, büyük olan kardeş. Tunca biraz tombiş ve küçük kardeş. Tuna bile benden küçük, Tunca iyice minnak yani o yıllarda, hatta bu anıları hiç hatırlayamayacak kadar ufak…Bendeniz abla sayılıyorum yani. Herkes toplanınca apartmanın ön ve arka bahçesinde tozu dumana katarak oynanan oyunlar. Sık sık didişip en fazla 10 dakika içinde barışma. Ne şanslı bebelermişiz yahu…Doyasıya bir çocukluk var yaşanan. Şimdikiler gibi bilgisayar önü çocuğu değiliz. Hayalgücü ile zenginleştirilerek oynanan nice oyun, nice yaratıcılık. Kuzenleri Didem bizden azıcık büyük, Elif, Sibel ve İnci de ablamız ama sonuçta hepsi arkadaş. “Hani herkes arkadaş, hani oyunlar sürerken” yılları yani. Murathan Mungan bizim için yazmış sanki bu dizeleri, Sezen Aksu da bizim için söylemiş… “Hani biz kimseye küsmemiş, hani hiç kimse ölmemişken”…Eskiden işte, çok eskiden. Tam olarak neler oynardık hatırlamıyorum, fakat çok eğlenirdik onu biliyorum. Gülüşler hafızamda taptaze.

Sene 1991, ilkokul beşinci sınıfa başlamışım. Dedemler taşınıyor oradan. Aradan biraz zaman geçiyor. ODTÜ Geliştirme Vakfı Koleji’ndeyim, yıl kaç hatırlamıyorum. Bir gün yemekhanede sıra beklerken arkamdan birileri dürtüyor. Bir bakıyorum Tuna ve Tunca. Aynı okula düşmüşüz. Tuna benden 2 yaş, Tunca 4 yaş küçük. Bak yaş farkı falan hatırlayacak çağa gelmişiz artık. Hiç aynı sınıfta olamıyoruz tabii. Ama aynı okulda, aynı koridorlarda yıllar geçiyor. Her karşılaşmada ayaküstü selam, muhabbet ve birbirini çok eskiden tanımanın verdiği güven ile geçen yıllar. Tunca okulda kuzenim Başak ile aynı dönemden, onunla samimi arkadaş. Tuna ve Tunca’nın kuzenleri Ece ile Müge yıllar sonra komşum oluyor. Bağımız hep sağlam yani. Hayat gailesine dalıp yüz yüze eskisi kadar sık görüşemesek de kopmayan bir gönül ve kader bağımız her daim var.

Sonra bir gün Başak arıyor, bizim Tunca hastaymış duydun mu diye. Konduramıyorum. Tunca küçük yahu, çok genç. Bir de bıcır bıcır, hayat dolu. O hasta olur mu hiç? “Lösemi” diyor Başak. Tuna ile konuşup doğrulayana kadar inanasım gelmiyor. Tunca çok güçlü, hayat dolu, mücadeleci. Tüm sevenleri olarak hepimizde umut tavan. Herkes elinden geldiğince koşturuyor. O kadar çok seveni var ki zaten, böyle biri için kim koşturmaz? Kan anonsları, trombosit, tedaviler…Hem deli gibi merak ediyorum, hem de Tuna’yı sık sık arayıp sormaya çekiniyorum. Zaten her kan ihtiyacında görüşüyoruz.  Onun dışında Başak ile her duyduğumuzu birbirimizle paylaşıyoruz.

En son 16 Şubat’ta, Tunca benim kanser için farkındalık yaratmak adına kopyala-yapıştır yaptığım “BİTTİ” yazısını paylaşıyor. “Aman çok şükür iyi demek ki” diye düşünüyorum. “Uzun zaman aradan sonra sosyal medyada arz-ı endam etti, toparlıyor” diyorum. Nisan'da yaş günü var. Sayfasına yazıyorum, dönüş yok. Haberlerini Tuna’dan ve diğer arkadaşlardan alıyorum aslında, çok iç açıcı değil. Yine de hep iyi olacak diyorum ama…Olumsuz düşünmek yasak. Yaş gününden yaklaşık bir hafta sonra Başak verdi acı haberini. İnanmadım başta. Hani bir umut yanlış haberdir dedim. Yine Tuna ile konuşup teyit edene kadar inanamadım…

Artık ne desem boş. Yaşlanıyor muyum nedir, bilmiyorum. Ama gitgide daha çok anar oldum eskileri. Yenimahalle Narin sokaktaki çocukluğum, Kumla-Gemlik’teki kaygısız ve uzun yaz tatillerim, üniversite yıllarım, kazı çalışmaları, ören yerlerine yapılan o uzun geziler, Edirne’de işsiz master öğrencisi olarak şehirde kimseyi tanımadan tek tabanca ayakta kalmaya çalışıp tez yazdığım aylar falan, ne bileyim işte…Hepsi daha çok düşüyor artık aklıma.  En zorlu olanları bile çok özlüyorum.

Yenimahalle Narin sokak ve orada geçen o saf çocukluğun hatıralarının kalbimdeki yeri ise apayrı. Bu yüzden hep daha çok sarılıyorum oradan kalanlarıma. Onların en şekerlerinden biriydi Tunca’m…Şimdi diyorum geriye dönsem; üzerimde anneannemin diktiği elbisem, saçlar annemin hep zorunlu kestirdiği gibi kısacık, elimde ıvır zıvır oyuncaklar ile koşsam karşı apartmana, bağırsam en üst kata “Tunaaa, Tuncaaa!” diye. Diğer arkadaşlar da gelse sesime. Yine ortalığı birbirine katıp oynasak, komşular gürültüden şikayet etse…Rahmetli dedem ya da anneannem merak edip camdan seslenene kadar eve girmesem, “Yaa daha hava kararmadı ki” diye itiraz etsem hatta. Hep çocuk kalsaydık keşke, hep o sokakta ve o yaşlarda. “Biz büyüdük ve kirlendi dünya”…

Tunca mekanın cennet olsun ki eminim öyledir zaten…Bekle bizi er geç geleceğiz yanına.

 
Toplam blog
: 13
: 551
Kayıt tarihi
: 02.01.14
 
 

27 Kasım 1981 tarihinde Bursa'da dünyaya geldim. 1984 yılından beri Ankara'da yaşıyorum.1998 yılınd..