Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Eylül '09

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Bir gülmece ustası: Muzaffer İzgü.

Bir gülmece ustası: Muzaffer İzgü.
 

Gülmece yazarı Muzaffer İzgünün bu güne kadar 114 kitabı çıktı. Yurt içi ve dışında ününü artırdı.


En eski arkadaşımdır Yazar Muzaffer İzgü. Nicedir buluşamamıştık. Telefonları da değişmişti. İmza günlerini takip ettim. Her seferinde de, değişiyordu telefonu. Selek Hoca’dan yardım istedim. Ebru sergisinde İzgü’nün resmini gördüm yazısında. Sağolsun. Uğraş vermiş ve ulaştırdı telefonunu bana. Öylesi görüşebildik. Kendisine bir daha teşekkür ederim buradan.

Arabadaydı ben aradığımda. Kısa konuştuk. Hayli yüksek sesle “ 114 ncü kitabım oldu Cellek” dedi. Övünmenin abartısı yoktu sesinde. Motor sesini bastırmak için öyle konuşmuştu.

Hey gidi İzgü hey! ‘Seni yazmak istiyorum ne zamandır’ dedim. Kıkır kıkır güldü. Adana ağzıyle ‘ Sen biling’ dedi. Bu İzgü, hiç değişmedi hayatta zaten.

Arkadaşlığımız Aydın’da, yerel bir gazetede başladı. Rakip ama, ayrı ayrı gazetelerde. Ciddi bir gazetecilik uğraşıları vardı Aydında. Köşe yazarları arasında ağız dalaşı olurdu. Herkes haddini bilirdi. Aşırılık yoktu. Sonra Gazeteler Cemiyetinde bir araya gelinerek buzlar eritilirdi. Bir nevi, okura karşı göstermelikti bu dalaşmalar. Günlerce de sürmezdi. Sonunda bir araya gelinir, gönül almalar olurdu. Şimdi MB’daki dalaşmalara bakıyorum. Nasıl olsa şahsen tanımıyor. Gıyaben ve sanal tanıyor karşısındakini. Veryansın ediyor. Manevi değerleri var mıdır, yok mudur? Değer mi, değmez mi? Her şey dümdüz. Atış serbest!..Lokallerimiz yok, cemiyete bağlı değiliz, buluşacak yerimiz yok. Barışacak da halimiz olamıyor haliyle.

İzgü ile hiç atışmadık. Bir araya geldiğimizde, atışanları konuşurduk. Üsluplarındaki asaleti, balık ayıklar gibi kılçıklarından ayıklar ve işin özünü ortaya koyardık. Manevi kıymet biçerdik taraflara.

İkimiz de Demokrat İzmir Gazetesine yazı yazıyorduk. Köşelerimiz, 2 nci sayfanın alt yarısı idi. Bir o, bir ben yazardım. Ekmek 25 kuruştu. Yazı başına 10 lira alırdık. O zamanın Demokrat İzmir’i, şimdiki Milliyet gibi tesirli bir gazete idi. Sahibi, yaptığı çok sert muhalefetten dolayı, Yassıada’ya ifade vermeğe gitmişti. Gazetenin kapıları, pencereleri, dışardan hücuma uğrardı hep.

İzgü sonraları Akbaba’ya geçti. 50-60 tane yazdı, yolladı. Hiç biri basılmadı. İzgü telgraf çekti: ‘ Sizler yazımı basmadıkça, ben yollamağa devam edeceğim’ diye. Sonunda hepsi basıldı.

İzgü’nün mantıklı hicviyeleri de vardır konuşmaları arasında. Her konuşmasını makasla kes doğra, birer güldürü yazısı çıkar. Üslubu öyleydi. Halen de öyle. Konuşurken bile devrik cümle kullanırdı.

Derdi ki, memlekette şu kadar ilde, kazada, nahiyede şu kadar berber dükkanı var. Her berber, Akbaba’ya abone. Beni, berber müşterileri okuyor. Bu da bana yeter derdi. Ne hesap ama, di mi? Kimin aklına gelir! Ağzından hep bal damlardı. Ciddi bir gözlemciydi. Çalıştığı yerel gazetenin Ali Beyi onun için: ‘ Bizde meşhur oldu İzgü’ derdi. Bence, haksızlık ediyordu. Bunu sordum İzgü’ye o zaman.”Bu ne iş yahu” diyerek, “ Öyle diyorsa, öyledir, n’apalım” demişti.

İzgü, yolda rastladı bana. Alıp götürdü ötelere, girdik yol kenarındaki sazlıkların içine. Arabayı, yarısına kadar sazlıklara soktu. Çıkardı daktilosunu. Yarım kalmış bir öykü vardı. Takılı kağıda, aynı yerden duraksamadan devam etti. Bir yandan da benimle konuşuyordu. Yeter ki, gürültü olmasın. Hoşlanmazdı gürültüden

Onun sinema makinistliği de var. Sırtında makine, kurar, yevmiye ile film seyrettirir. Film oynarken de, bir yandan yazısını yazar. Dışardan gürültü aniden çoğalırsa, bilir ki film kopmuştur, anlar o zaman. Kalkar filmi yapıştırır, delikten bakar oynuyor mu film diye, tekrar yazıya devam ederdi. Kendisi anlatmıştı bunu.

Önceleri bisikleti vardı. Sonra takma motor taktırdı. Sonra motorsiklet de karar kıldı. Sonra araba aldı. Fark imtihanı verip, ortaokul öğretmenliğine başlamıştı o sıra. ‘” Arabadan sonra?” dedim. Güldü: “Eşek alacağım. Lafımı dinler hiç olmazsa” demiş, güldürmüştü.

“ İnsan, kendisini yenilemeli” der İzgü. Babasına mektup yazıp, yeni Adana deyişlerinden isterdi. Bana da kitap okumam için liste vermişti. Çoğunu okuyamadım o kitapların. Her karşılaşmamda içim titrerdi: “Okudun mu?” diye, ya sorarsa?!

Felsefesi ayrıydı. İnsanlarla didişmezdi. “ Alay ederdi” Bana da öyle öğütlerdi hep. Bir gün, Gazeteciler Cemiyeti toplantı halindeyken, hepimizi yanına çağırdı, pencereden aşağı bakmamızı istedi. Aşağıda binanın terasında lokantanın ahçısı patates soyuyor. Ayak ayağı üzerine atmış, çorabını çıkarmış, aynı bıçakla da, topuğundaki nasırları yontuyor. Bir kısmı da, ayağının altındaki patates kazanına dökülüyor. Bunu İzgü yazdı. Lokanta mühürlendi, ahçıyı da kovaladılar.

İzgü’nün yapısı, okunmakla doyulamayan kalın bir kitap gibi. Bitti sandığınızda, yaprakları çoğalan, yeni sayfaları açılan bir kitap.

Ne günlerdi o günler. İkimiz de D. İzmire çağrıldık bir gün, ayrı ayrı.”Bizde çalışın.” Dediler. İzgü, kabul etmedi. Öğretmendi. Bense memurdum. Evi taşıdım İzmire. Zira, memuriyetimi, terfili olarak İzmir’e naklettirmiş gazete. ‘Ya gazetecilik, ya her ikisi birden’ dediler bana. Ben ilkini seçtim. Memuriyetten iki misli para aldım.

O gazeteden, hep İzmir Milletvekilleri yetişti. Bir okuldu orası. Attila İlhanı orada tanıdım. Birlikte çalıştım. İzgü’yü de, Remzi Kitabeviyle tanıştırdı A. İlhan. Ben sonra, gazete gazete dolaştım. Ne Hürriyeti kaldı, ne Güneş’i ne de Tercümanı. İzgü, hiç iltifat etmedi gazeteciliğe.

İşte böyle böyle.


ÖZÜR NOTU: Bazı "Densiz" liklerin yaşanmaması için, yorum sayfamı kapattım. Sevgili İdaremiz; ta ki, yorum-cevap trafiğini düzeltinceye kadar.

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..