Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mart '07

 
Kategori
Anılar
 

Bir gün gelecek, bir gün kalacak (5)

Bir gün gelecek, bir gün kalacak (5)
 

Burada bazılarını şafak sıkıştırıyor, bazılarının şafak hala karanlık. Bazıları, kıdemli, tecrübeli asker. Bir iş buyurulduğunda: ‘Bu saatten sonra ben mi gideyim, diyorlar, senin daha askerliğin çok!.’ Eğer arkadaşından önce terhis olacaksa, adamı her gün çenesiyle yoruyor: ‘Zoruna gitmesin, sana 30 günlük borum var!’ Bir ağız dalaşı sırasında kıdemli askerin diyeceği şey belli: ‘O işi yaptırmaya senin şafağın yetmez.’ Yürüyüş kararı sayılırken bazıları Her / Sey/ Vatan/ İçin diye bağırıyor; diğer bazıları Her/ Şey/ Şafak/ İçin diye... Hasılı, buradaki bütün muhabbetler tek bir kelime etrafında dönüyor: ŞAFAK. Bugünlerde keyifle okuduğum yazarın soyadının şafak (Elif Şafak) olması da manidar.

Devriye attığım gecelerde, her nöbetçiye hal hatır soruyorum ve yavaş yavaş bana özel hayatlarını açmaya başlıyorlar.

Kahraman, ismiyle tezat bir karakter. Kambur ve ürkek bir görüntüsü var. ‘Abi, bana herkes yanlış yaptı’, diyerek dolandırılışını, hayal kırıklıklarını ve terkedilişini anlatıyor. Yanından ayrılırken; ‘Var mı bir isteğin?’ diye soruyorum. ‘Sen iyi ol, bana yeter’ gibi çok güçlü ve sevgi dolu bir ifadeyle cevaplıyor. Kimsenin kötülüğünü istemediği belli.

Hanefi, Vanlı. Aile mesleği, memlekete kaçak mazot sokmakmış. İşin hiç bir riski yok. İran’dan atlara bağlanan variller, kendi başlarına sınırı geçiyor ve yolunu buluyor. Yakalanmamak için müthiş bir yöntem. Asker dönüşü, sanırım yine işinin başına geçecek.

Şükrü, Muşlu. Amcasıyla babası arazi davasından dolayı kavgalıymış. Tefeciden aldıkları parayı ödeyememişler ve başka bir köye taşınıp derme çatma bir evde yaşamaya başlamışlar. Hamile annesi karlı bir kış gününde sancılanmış. Yollar kapalı olduğundan helikopter çağırmışlar, gelmemiş. Kızağa koyup götürmeye çalışmışlar ama bebek anneyi de zehirleyerek ölmüş. Köye yapılan sağlık ocağına annesinin ismini vermişler. Şükrü, Türkçe konuşmakta ve anlamakta zorlanıyor ama çok iyi niyetli bir çocuk.

Okan, İstanbulda, Hisar’da barmenlik yapıyormuş. Görmüş, geçirmiş, aklı başında, temiz yüzlü. Kanım ısındı. Liseyi dışardan bitirme konusunu araştırmamı rica ediyor. Şaşkınlıkla anlamaya çalışıyorum. ‘Kimin için?’ diye soruyorum. Utanıyor, yutkunuyor. ‘Abi, ben lise mezunu değilim.’ Ona yardımcı olmaya çalışıyorum.

Ayhan, Ağrılı. Kaşlar birleşik. Üzerine giydiği herşey büyük geliyor. Ufak, tefek bir adam Çaycı Hüseyin’i andırıyor. ‘Çeyrek Mafya’ diyorlar. Sami, yanından geçerken takılıyor: ‘Ulan, tugaydaki otlar bile büyüdü, sen büyümedin.’

Hamza’yla nöbetten dönerken dolunayın güzelliğinden bahsediyoruz. Gitmesine az kaldı, artık kıdemli askerlerden. ‘Baba, o dolunayı bir daha görmeyecek, baba, yorgun, baba gider...’ On aylık bebek babası Hamza’yı da artık şafak sıkıştırıyor.

Sivilde kafayı takacağınız bir mesele ya da hatun kişi varsa askerlik çekilmez oluyor. Kadınlar, askere yolladıklarının nasıl bir psikoloji de olduğunu bir türlü anlamıyorlar. Koğuştaki aslanlar, birer birer düşüyor. Erol ve Mahmut, uzun süreli ilişkilerinin bitişiyle perişan haldeler. Fransızlar, ‘Cherchez la femme’ diyor, yani ‘Meselenin altındaki kadın parmağını arayın.’ Keşke bu çocuklar, bu kadar kıstırılmış ve çaresiz olmasa, gözümün önünde erimese...

Geçen hafta ilk ve son defa, bize nöbet yazdılar. Cephanelik, kışlanın en ürkütücü yerlerinden. Çelik başlık ve çapraz tutuştaki silahıyla, asker Hakan’ın gölgesi, dolunayın da yardımıyla nöbet kulubesinin üstüne düşüyordu. Kesik başlı gelin hikayesinden etkilenmemeye çalışsam da, bunun nöbette askerleri uyanık tutmak için uydurulmuş bir hikaye olduğunu bilsem de, Ramazan davulcularının ritmik vuruşları beni korkutmaya yetti. Birilerine işaret verildiğini sandım ve bu da kısa süreli bir panik yaşamama sebep oldu. Sahur vakti olduğunu hatırlayınca rahatladım. 1984/3 tertiplerin veda gecesi, bende kaçma hissi yaratan düğün müzikleriyle doluydu. Sahura kadar, çalıp oynadılar, artık erkek erkeğe ne kadar eğlenilirse. ‘Aman melekem, kavur balıkları’ ertesi gün herkes gibi benim de dilime dolanmıştı. AEGEE’de sağlamaya çalıştığımız kültürel kaynaşmanın hası var burada. Ama çok gerekli mi, ondan emin değilim. Amerika’da master yapmış bir askerle, okuma-yazma bilmeyen bir asker arasında elbette dağlar kadar kültür farkı var ama yine de birarada yaşamak zorundalar. Çoğu zaman, burada olanlar bana kötü kurgulanmış bir askercilik oyunu gibi geliyor. Ancak gazetelerdeki şehit haberleri, biraz doğumuzda, bu işin hiç şakasının olmadığının ispatı.

Koğuşta her askerin tuttuğu bir şafak haritası var. 81’den düşmeye başladıkça o şehirleri boyuyorlar. Harita tamamlandıkça mutlu sona yaklaşılıyor. Haritaların altında şöyle yazıyor:

‘Bir gün gelecek, bir gün kalacak...’

27.10.2005

 
Toplam blog
: 37
: 1055
Kayıt tarihi
: 25.12.06
 
 

Bosphorus Investments, Atiye Residence, Gayrimenkul İçin Strateji Platformu (GİSP),  ODTÜ Şehir P..