Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Nisan '08

 
Kategori
Sosyoloji
 

Bir gün gelecek

Bir gün gelecek
 

Abdürrahim KARAKOÇ’un bir şiirinin içindeki şu dörtlüğü bilenler çoktur:

Ellerin yurdunda çiçek açarken,

Bizim ile kar geliyor gardaşım...

Bu hududu kimler çizmiş gönlüme?

Dar geliyor, dar geliyor gardaşım...

Bugünlerde Türkiye ile onun değersiz vatandaşlarından biri olan bendenizin kaderini bu dörtlükte birleşmiş görebilirsiniz. Daralıyorum, genişleyemiyorum. Bir hal çaresi ile bu kabuktan kurtulmam gerek, ama nasıl?

Türkiye her yönden ve her şekilde iyice sıkıştırıldı. Silkinip rahatlaması için bugünkünden daha büyük ve daha güçlü bir sonuca çıkan yolu izlemesi şart oldu. Hukuk, insan hakları, ahlak ve vicdan dairesinde olmak kaydı ile gerçek şu ki; bu sınırlar artık bu ülkeye dar geliyor.

Birkaç gün önce ülkenin doğusundan bazı çocuklarla ayaküstü söyleşi yapıldığına şahit olmuştum bir kanalda. Küçücük çocuklardı onlar, 8-10 yaşlarında, saçları dağınık, elleri yüzleri sıyrıklar içindeydi. Hiç de bakımlı değildi onlar. Kıyafetleri ne renkçe ne de beden veya iklim şartlarına göre özenle seçilmiş değildi. Evet, birçoğunun 5’er 20’şer kardeşi vardı. Her birini sağlıklı şartlarda büyütmek mümkün değildi, insanlar bakabileceği kadar çocuk yapmalıydılar. Ama vardı onlar, sebep ne olursa olsun, vardılar. Televizyon muhabiri soruyordu, büyüyünce ne olmak istediklerini soruyor ve çocuklar bütün saflıklarıyla cevaplıyorlardı.

“Sen ne olacaksın büyüyünce?”

“Hemşire!”

“Neden?”

“İnsanlara bakmak için!”

“Ya sen ne olacaksın?”

“Kaymakam!”

“Neden peki?”

“Fakirlere yardım etmek için!”

“Peki neyin olmasını isterdin?”

“Ben leptop bilgisayar isterdim. Ama bu biraz zor. O yüzden bisikletim olsaydı da olurdu!”

….

İçlerinde vali olmak isteyen vardı, mühendis, doktor. Hepsinin tek amacı, meslek seçimlerine etki eden ana neden hep aynıydı: İnsana hizmet! Ve onlar, doğunun set ikliminde, pek çoğu mürekkep yalamamış ve mezrası dışına çıkmamış ana babaların çocuklarıydılar.

Çok fazla germek istemem bazı insanları. Bütün derdimin, ayrılıkları değil de ortaklıkları pekiştirip büyültmeye yönelik olduğunu bilir dostlar. Ne alabileceğimi değil de ne verebileceğimi sormam gerektiğini öğretti bana o okumamış bilginler. “Önce Türkçe” diyemeyen okumuş biriyle aramın çok iyi olmadığını da bilir tanıyanlar. Ancak ana babası belki de Türkçe bilmeyen o okumamış çocukların Türkçeyi kullanarak dile getirdikleri anlamın Türklükten öte bir şey olmadığını görmek yine de zor mu?

Milli mücadeleyi eleştirip aleyhinde yer aldığı için pek çok kaynakta adı hain diye geçen ve linç edilerek öldürülen, Can Dündar’ın ifadesiyle bu linç olayından Atatürk’ün ayrıca rahatsız olduğu meşhur Ali Kemal’i birçoğunuz tanır. Bu Milli Mücadele ve Atatürk karşıtı gazeteci-yazar’ın halk üzerinde etkisi büyük olumsuz gayretleri konusunda ulaşılabilen kaynak konusunda bir kıtlık yoktur. Faaliyetleri o kadar acımasız boyutlara ulaşmıştır ki, Ziya GÖKALP aşağıdaki şiiri bizzat ona ithafen yazmıştır (Ziya Gökalp Malta'da sürgünde iken, Ali Kemal'in yazdığı düşmanca yazılara bu şiirle cevap vermiştir.) :

Ben Türküm! diyorsun, sen Türk değilsin!

Ve İslamım! diyorsun, değilsin İslam!

Ben, ne ırkım için senden vesika,

Ne de dinim için istedim ilam!

Türklüğe çalıştım sırf zevkim için,

Ummadım bu işten asla mükafat!

Bu yüzden bin türlü felaket çektim,

Hiç bir an esefle demedim: Heyhat!

Hatta ben olsaydım: Kürd, Arap, Çerkes;

İlk gayem olurdu Türk milliyeti

Çünkü Türk kuvvetli olursa, mutlak,

Kurtarır her İslam olan milleti!

Türk olsam olmasam ben Türk dostuyum,

Türk olsan olmasan sen Türk düşmanı!

Çünkü benim gayem Türkü yaşatmak,

Seninki öldürmek her yaşatanı!

Türklük, hem mefkurem, hem de kanımdır:

Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil!

Türklük hadimine 'Türk değil!' diyen

Soyca Türk olsa da 'piçtir', Türk değil!

Yüce bir kavram olduğuna asla şüphe etmediğimiz Türk kelimesinden herkesin çok farklı ve bazen zıt anlamlar çıkarmasının hiçbir işe yaramadığı gibi kutuplaşmaları artırdığı aleni bir gerçektir. Daha vahim olarak, bu ayrılığı her bir taraftan körükleyip besleyen ve destekleyenler apaçık Türk düşmanıdırlar. Kendi kardeşi ile kavgalı olmaktan ifade edilemez bir haz almakta olanların, kendi fikrî derinliklerini ve kıstaslarını gözden geçirmeleri, bir terazi kefesi ile kendilerini tartmaları yerinde olacaktır.

Yeni bir dünya tasarlamak işi, işte o üzerinde artık anlaşılması gereken Türk Kimliği çerçevesinde yüce Türk’e bir görev olarak yapışmış bulunmaktadır.

Bu hudutlar Türk’e dar gelmektedir ve kontrollü bir genişleme ile Türk, gözyaşlarını silmek ve çağdaş bir adalet terazisini insanlığın hizmetine sunmak için başını kaldırmak durumundadır.

ABD ve Avrupa Birliği’nin boşaltmakta olduğu güç merkezi ile izin ve onay alınan başkentin adı değişmek üzeredir. Diğer güç odağı adayları ile tarihi sorunları olanların kimlikleri konusu bir muamma değildir.

Avrupa Birliği yürüyüşünün niteliğinin buna uygun bir mimariye dönüştürülmesi gerekmektedir. Sarı, yeşil ve kırmızının Türk’ün milli renkleri arasında olduğunun hatırlanması ve yeniden öğrenilmesiyle birlikte, Batı veya Avrupa Medeniyetinin aslında Türk medeniyetinin kötü bir kopyası olduğu da idrak edilmelidir.

Türk’ün tarihî yürüyüşü devam etmek zorundadır.

Yüce yargının, AKP’nin kapatılıp kapatılmayacağı konusunun, çıkarcı bir yaklaşımla Türk Devleti’nin kurumsal yapısının uluorta söylemlerle dile düşürülmesi, memlekete hizmet sayılmamalıdır.

Bu eşsiz millete ne verebileceğinin hesabıyla yola çıkanlar, yalnız olmadıklarını göreceklerdir. Hukuk, ahlak ve vicdan bu yolu zaten göstermektedir.

 
Toplam blog
: 84
: 1808
Kayıt tarihi
: 28.04.08
 
 

Elektrik mühendisi, "öğretimci", 2 çocuk babası, aslen Kuzey Kafkasyalı, Türk ve Türk'e dair olan..