Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ocak '09

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Bir gün mutlaka

Bir gün mutlaka
 

Diyorsunuz ki neden yalnızsın, tek başınasın. Böyle dava mı olur?

Bizim bildiğimiz kravatlı, takım elbiseli, okumuş büyük büyük adamlar onlara el bağlayan, alkış tutan insan kalabalığının arasından hâşâ Tanrı gibi yürür gelirler. Onlar gelmeden önce adları gelir. ”Sayın Prof. Dr.… şehrimize teşrif etmişlerdir. ”Onları görmek için birbirimizin üzerine çıkarız. ”Yaşa, Varol” sesleri yeri göğü inletir. Ellerimizin içi acır alkışlamaktan. Eğilir el bağlarız bize yaklaştığında. ”Sayın başbakan geliyor, yol verin “ diye uyardıkça korumalar, dalga dalga geriye yaslanır kalabalık insan yığınları. Elini öperiz saygıyla. Öpmezsek olmaz. İlla da öptürür. Başımızı sıvazlar. Büyük şereftir onun ilimizi yöremizi ziyaret etmesi. Kırmızı halılar sersek azdır ayaklarına. Kurbanlar kesilir. Bir damla kanı alnına sürülür başbakanın uğur getirsin diye. Dualar edilir ”Allah seni başımızdan eksik etmesin” Biri başbakanın önüne atılır ”Açım” diye, saygısıza bak. Korumalar yaka paça sürükleyip götürürler, elleri dert görmesin!

Yüksekçe bir yere çıkıp şöyle yukarıdan aşağı hepimize bir bakar. ”Aziz vatandaşlarım!” der, gururumuz okşanır. Dünü kötüler, yarın için umut dağıtır, bugün güzeldir zaten. Ayrılışları da muhteşem olur başbakan ve yanındaki misafirlerin. Binlerce el ona dokunmaya çalışır. Dokunamayan ağlar. Yine geleceğini söyler, gönlümüzü alır. Doyamayız başbakanımıza, aklımız onda kalır.

Böyledir bizim başbakanlarımız oğul, sen ne istersin ki?

Alışmak aslında insana özgü bir davranış değildir. Köpekler alışır, çağırırsınız kuçu kuçu diye. Bizim, bizden öncekilerin iradeleri yok edilmiş onurumuz, insanlığımız elimizden alınmıştır. Saygıyı hak eden birisi olsun sizin bu yaptıklarınız ne ki sırtımda hacca götürürdüm. Ama yok.

Neden yalnız başınasın, diyorsun.

Mesela bu ülkenin insanını sadece açım dediği için korumalarına sürükleten senin şu hâşâ peygamber gibi gördüğün başbakanı alsa mıydım yanıma?

Benim başbakan olduğum bir ülkede birisi açım diye önüme atılıyorsa benim başbakanlığım zaten orada bitmiştir. Fransa imparatoru bilmem kaçıncı Lui Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler dediği için giyotine gitmedi mi? Arada ne fark var?

Hem ben yalnız değilim. Yetmiş milyon var yanımda, sen varsın. Ben hâşâ peygamber değilim. Getirdiğim de din değil. Şöyle yaşayalım, ülkemizi böyle yönetelim diyoruz. Bunun için birilerine sormamıza, büyük adam, önemli kişi dediklerinizin desteğini, onayını almamıza gerek yok. Onların gerçekten önemli kişi, büyük adam olduklarına inansaydım evimde otururdum. Kimse yok yanımda. Kimseyle beraber değilim. Ne bir parti, dernek, örgüt ne de başka biri. Bir Allah, bir ben ve bir de ülkem.

Biz biliyoruz o büyük(!) adamları, önemli(!) kişileri. Anamızı bellediler yıllardır.

Ağaç Hareketi bir parti hareketi değildir. Türkiye’nin partiye ihtiyacı yoktur. Her taraf parti doldu. Bir tüzük, bir tabela al sana parti. Açın, bakın tüzüklerini. Yeni bir düzen mi getiriyorlar? Yeni bir şey mi söylüyorlar? Daha çok çalışacağız diyorlar. Bağırmaktan benim boğazım yırtıldı. Sadece çalışarak bu ülkenin sorunlarını çözemezsiniz. Fırın işçisi Süleyman da günde on altı saat çalışıyor.

Ama yine de ailesi de kendisi de aç. Neden? On altı saat çalışmanın karşılığında kendisine sadece beş yüz lira veriliyor çünkü. Sömürü düzeninin şartları böyle. Canın isterse. Adam bunu kiraya mı versin? Faturalara mı, ekmeğe mi? Düzenin partileri kömür dağıtıyor kendisine. Vakıftan iki kap yemek, Ramazan paketi bir de. Oyunu alıyor Süleyman’ın karşılığında. Hem eziyor hayatını elinden alıyor ama öldürmüyor düzenini garantiye alıyor. Artık Süleymanlar ona köledir. Yetmiyor, saygı bekliyor. Eğiliyorsun önünde.

İşte ilan ediyorum. Yeni düzen kurulduğunda işi, mesleği, sanatı, tahsili ne olursa olsun hiç kimse bir başkasının aşağısında ve üzerinde olmayacaktır. Yerle bir edeceğim ağalığı da patronluğu da. İnsanlar eşit yaratılmışlardır. Eşit yaşayacaklardır. Bu kuralı feriştahı bozamaz. Toz olacak sahte büyük adamlar, kravatlı etiketli yöneticiler.

Ama desteğin gerekli. Güç vermelisin ellerimizdeki, kollarımızdaki zincirleri ayaklarımızdaki prangaları koparmak için. Güç vermelisin özgürlük meşalesini yetmiş milyonun yüreğinde yakmak için.

Adın yok sanın yok. Zenginliğin, şöhretin, itibarın yok. Oksforlarda okumamışsın. Dört dil bilmiyorsun.

Biri var, tanıyorsunuz. Çok büyük adam. Ben onun çırağı olamam, çantasını bile taşıyamam. Hilton’da iş toplantısı, sabah kahvaltısı yapardı. Çok bilgili. Gerçekten büyük adam. İstese Türkiye’yi uçurur. Ama bir kötü huyu var. Fırın işçisi Süleyman’ı sevmiyor. Tepeden bakıyor size.”Benim yöneteceğim insanlar siz miydiniz?” der gibi. Sümüklü çocuğunuzu değil sevmek, öpmek köpeğinden bile uzak tutar. Bu nedenle diyorum ki Hilton’da kahvaltı yapanların bu ülkeye vereceği hiçbir şey yoktur. Anlamanız gereken bir şey var. O, çok şey biliyor dediğiniz önemli kişiler sizden hizmetlerinin karşılığında çok şey beklerler.”Ben buraya gelinceye kadar yıllarımı verdim. Hakkım değil mi?” diyerek Hilton’da kahvaltı biryana on bin lira maaş, Misisipi kıyısında villa, Havai’de yazlık isterler. Ona peygamber gibi itaat edip önünde eğilmenizi isterler. Yaptığı hizmetin karşılığında ülkenin en zenginleri arasına girmelidir onca. Yine de memnun olmaz. Ülkeyi ve bizleri beğenmez. Sokakları kirli ve pis, insanları ise cahil ve bilgisizdir ona göre ülkemizin. Bir yamyam kabilesinin şefi olsam daha iyiydi der, köy muhtarı gibi görür kendini. Kasıldıkça kasılır yanınızda. Elini uzatıp, öptürür seksenlik dedenize. Utanması yoktur adamın.”Kargaya şeyin altın” demişler hesabı siz önünde alçaldıkça azıtır, heykelimi dikin der. İşte yetmiş yıldır ülkemizi yönetenlerin profili böyledir.

Onlar böyle de biz pek mi iyiyiz?

Güneş olmak varken gölge olmayı seçeriz. Gaz lambasını güneş yaparız kendimize. Sonra karşımıza alır Kızılderili Tanrısı gibi yüceltir de yüceltir hâşâ sanki taparız ona. Birincilik koltuğu boşken hep ikinciliği seçeriz. Korkarız. Sorumluluktan kaçarız. Birilerinin bizi yönetmesini isteriz. Güdülmek hoşumuza gider. Onurdan bahsederiz, bacak bacak üzerine atarız sandalyede otururken ama yine de beş paralık bir patronun karşısında eğilir, bükülürüz.

“Tencere yuvarlanmış …” misali biz onlara uygunuz onlar da bize.

Bir de “klasik milletvekilleri” var. Milletvekili yeminini hiç izlediniz mi bilmiyorum. İnsanın tüylerinin diken diken olması gereken bu yemin töreni anından ben hiç etkilenmiyorum. ”Şerefim ve namusum üzerine…” diye yemin edilirken benim gözlerimin önüne Tahtakale taciri gibi elinde bloknotlar yakınına iş arayan, görevliyi tokatlayıp memuru sürdüren, birbirine küfür eden uyuyan, tekme tokat kavga edip silah çeken en önemlisi de ülke için hiçbir şey yapmayan vekiller geliyor.

Mutlaka iyi niyetli, dürüst, vatansever vekillerimiz vardır. Ancak bazı vekillerle ilgili kafamda farklı bir imaj oluştu. Kravatlı, gözlüklü, şişman, yüzleri dolgun, göbekli, çenesinin altında bir çene daha olan, sanki yedikleri kuzuların kanı orada kalmış gibi yanakları kırmızı kırmızı. O kadar temiz ve düzenliler ki dokunmaya kıyamazsın. Ben bunlara ”Tosuncuklarım” diyorum. ”Eee… Ee “ diye konuşurlar. Müthiş bilgilidirler. Bunlardan çok iyi kolej öğrencisi olur. Eylem adamı olmadıklarından devlet işlerinde işe yaramazlar. Ancak öğrenci kılıklı insanların hastası milletimiz, bunları çok tutar. Sanki her şeyi bilen insanlar her şeyi yapabilirlermiş gibi onlara müthiş güvenirler. Oysa bilmek başka yapmak başkadır. Bu tür insanların iradesi ve gücü yoktur. Araba nasıl sadece benzinle çalışırsa bunlar da sadece akılla, zekâ ile çalışırlar. İşin acı yanı demokrasi tarihimizde meclis sandalyelerimiz hep bunlar tarafından doldurulmuştur. Bunları kolaylıkla baskı altına alabilir, kullanabilirsiniz. Höt dedin mi ödleri kopar çünkü. Ben kendi adıma yeni düzende bu kişilere görev verilmesine karşıyım. Deliyi alalım, serseriyi alalım ama bunları almayalım.

İnsanlarımızın devlete ve devlet görevlilerine saygısı büyüktür. Gezilerinde domates yağmuruna tutulan batılı bazı vekillere göre bizdeki daha iyidir. Ancak insanlarımızın bu saygısı hak etmediği değeri verme, körü körüne kabul etme gibi insanı köleleştiren yönetenleri ise Alikıran baş kesen yapan olumsuzlukları da içermektedir. Bu aslında ülkeye hizmeti de engellemektedir. Çünkü halkımız yüksek görevde bulunanların yaptığına, başarısına değil bulunduğu yere bakmaktadır. Bir bakan onun için büyük adamdır. Çünkü Bakandır. Ne yaptığına bakılmaz. Benim yazılarımda yerden yere vurduğum insanların halkımız tarafından yıllarca meydanlarda alkışlandığını biliyoruz.

Aslında belki görevliler de ülkeye bir şeyler yapmak istemişlerdir. Ancak gittikleri her yerde halk kendilerini “Hurra, yaşa, varol” diye karşılayınca kendilerini ve yaptıklarını yeterli görmüşlerdir.

Yazılarımız insanlar tarafından uygulanması zor, anlaşılamayan, basit ve özelliksiz görülebilir. Bu yazıların Türkiye’nin değişim sürecine uygulanması fikri ve isteği komik ve saçma gelebilir. Çoğu insanın böyle fikirleri vardır denilebilir. Ben de zaten çok farklı biri olduğumu iddia etmiyorum. Sokaktaki herhangi bir kişiden tek farkım düşündüklerimi kullanılmak ve yararlanılmak üzere açıklamamdır. Bir kahvehane sohbetinde bunlardan daha iyi düşünceler konuşabilirsiniz ancak ben bu düşünceleri ülkem yararına bir eyleme dönüştürmenin de peşinde olduğum için ben farklı, söylediklerim de önemli olur. Elbette burada yazılanlar otuz yıllık bir birikimin ürünleri olması nedeniyle içerik olarak o kadar da basit değildir. Ancak ben ne yaparsam yapayım halkın bana güvenmesini sadece böyle konuşarak ve yazarak sağlayamam.

Ancak zaten benim amacım insanların bana güvenmelerini değil milletin kendine güvenmesini sağlamaya çalışmaktır. Atatürk’ün “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” sözünü unutmamalıyız.

Yeni düzen bir kişinin, üç kişinin, beş kişinin, on kişinin davası değildir. Savunduğumuz fikirler de artık bizden çıkmış onu kabul edip mücadele bayrağını açan ülke insanlarının olmuştur. Yazılarımızı okuyup onaylayan herkes bu düşünceleri kendi düşüncesi olarak anlatabilir, savunabilir, tartışabilir. Yazılarımızın altına ismimizi yazmamız “yazanı belli olsun, önemsenip ciddiyetle ele alınsın “ amacıyladır.

Yeni düzenin en büyük handikabı şüphesiz ki davanın anlatılması ve halkın ikna edilmesidir.

Bu iş imkânsıza yakın zorluktadır. Çünkü halkımızın değişmez, değiştirilemez önyargıları vardır. Ayrıca yıllar boyu bu ülkenin meydanlarında, sokaklarında gördüğü manzaralar haklı olarak onları korkutmuş her şeye ihtiyatla, şüpheyle yaklaşan ya da hiç yaklaşmayan bir millet oluşmuştur. Sokaklarda insanlara sorunuz. Her on kişiden dokuzu bu düzenden memnun değildir. Yeni bir düzen kuralım dediğiniz zaman”işim var, teşekkür ederim” deyip yanınızdan uzaklaşırlar. En cesaretlisi bile hükümetin başarısız olduğunu söyler sadece. Bu kolay yeni birini seçeriz, derseniz ondan da ümidi yoktur. Herkes aynı der. Sonra o klasik lafı söyler:”Bu ülkeye Atatürk gibi biri lazım”Aslında Bozuk olan düzendir ancak insanlarımız korkudan bunu dile getiremezler. Bu nedenle böyle çıkmaza girerler. Bu ülkeye Atatürk gibi biri lazım, belki doğru ama yok öyle biri. İnsanlar daha bir bunalır, çıkmaza girerler. Yetmiş yıldır hiçbir işe yaramayan o bildiğimiz klasik çıkış yoluna yönelirler. Bu yol”Allah büyüktür” şeklinde ifade edilir.

İnsanlarımızın bilinçsizliği elimizi kolumuzu bağlamaktadır. Düzenin hırsızları avuçlarını sıvazlayarak bıyık altından gülerler. Hâlbuki milletimizin bir şeyi bilmesi gerekir. Bu ülkenin kurtuluş umudu her zaman vardır. Atatürk beklemeleri gereksizdir. Bu ülkenin her ferdi gerektiğinde birer Atatürk’tür. Hem zaten bu ülkenin kurtuluşu tek başına Atatürk tarafından olmamıştır. Türk milleti onun önderliğinde kenetlenerek o kara günlerden çıkmayı bilmiştir. Bugün yine aynısını yapabilir. Ülkemin insanları sizi bayram şekeriyle kandırıp çizmelerini sildiren ağalarınıza, patronlarınıza, sahte büyük adamlarınıza artık “Ben çocuk değilim, ülkemi ve hakkımı istiyorum.” demelisiniz. Yetmiş yıldır beklemişsiniz. Artık yetmiş gün daha beklememelisiniz. Gün bu gündür. Kenetlenmelisiniz. Hiç kimse mükemmel değildir. Hiç kimse her şeyi bilemez, yapamaz. Elbette eksiklerimiz vardır. Tamamlarsınız. Cesaretimiz yoktur. Güç verirsiniz, yürek verirsiniz. Bugünün dünyasında Cengiz Han’lara ihtiyaç yoktur. Memur Ahmetler, işçi Süleymanlar, manav Rızalar, Öğretmen Ayşeler, şarkıcı Füsunlar bize yeter. Unutmayalım hepimiz birer Atatürk’üz ve kurtarılmak için ülkemiz bizi bekliyor.

Saygılarımla.

 
Toplam blog
: 6332
: 653
Kayıt tarihi
: 21.09.08
 
 

Sadece sayfalarda kalan yazılar şaheser olsalar bile önemsiz ve anlamsızdır. İnsanlara ulaşan ve ..