Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Kasım '13

 
Kategori
Anılar
 

Bir hava şehidinin 55 yıl sonra bulunan "anılar"ı - 8

Bir hava şehidinin 55 yıl sonra bulunan "anılar"ı - 8
 

ÇOK SEVDİĞİ VATAN TOPRAĞINDA


BAŞ TARAFI 7. BÖLÜMDE

 * * *

NELER GÖRDÜK?

HAVACILIĞIMIZIN İLK YILLARI

1930’lu yılların sonları… Tüm ülkede duyurular yapılıyor; TÜRK KUŞU’ nun o zaman hazırladığı ‘’HAVA GEDİKLİ HAZIRLAMA OKULU’ na kayıt olunuz, Türk semalarında uçunuz’’… Türk Kuşu her yerde örgütlü değil ama MALİYE üstlenmiş organizasyonu. En ücra köşelerdeki gençler bile başvurabiliyor, 15 gün içinde yanıt veriliyor, yollukları gönderiliyor, işlemleri yaptırılıyor ve okullarına gönderiliyorlar… Her şey düzen içinde…

2. DÜNYA SAVAŞI başlamış… Türkiye de her an bu savaşa girebilir… BU NEDENLE OLAĞANÜSTÜ BİR ÇABUKLUKLA PİLOTLARIN YETİŞMESİ İSTENİYOR. Yorulmak yok, yılgınlık yok… Ama sanırım YURTSEVER CANLAR açısından pahalı bir devinim…

O yılların hava şehit sayılarına bakalım;

1937’de 9, 1938’ de 4, 1939’ da 18, 1940’ da 29, 1941’ de 36, 1942’ de 28, 1943’ de 32, 1944’ de 39…

Subay, astsubay ve er… Ölümüne seçimler, ölümüne eğitimler, ölümüne uçuşlarla geliştirilmiş havacılığımız…

Tahta planörlerle başlamış uçuşlar… O yokluk yıllarında, bir savaşa girilebileceği düşüncesiyle uçakların yenilenme, pilotların geliştirilme çabası hiç azalmamış.

Alman uçaklarından kaçan ABD uçakları alanlarımıza inmiş, arızalananlar ESKİŞEHİR TAYYARE FABRİKASI’ ndan gelen teknik adamlarımız tarafından onarılabilmiş, uçurulabilmiş…

Yerden yere, ardından da havadan yere füze atışları denenmiş, yapılmış.Yalnızca dergilerden edinilen bilgilerle…

Dikkatten uzak tutmayalım lütfen; Cumhuriyet kurulduktan sadece 15-16 yıl sonra, 1940 lı yılların başında, DÜNYA YANARKEN OLUYOR BUNLAR.

 

O YILLARIN TÜRKİYE’ Sİ

TUNCELİ… Yolu yok, araç yok… Ortaokulu okumak isteyenler, katır sırtında, üç günde ELAZIĞ’ a gidiyor, okullar tatil olana dek ailelerini göremiyorlar…

Yalnızca DOĞU değil, BATIda aynı yokluğu yaşıyor…

Savaş pilotları, yağmurlarda su basan çadırlar içinde barınıyor.

Bırakalım o yılları, 1954 yılındaki batımıza bakalım;

ÇANAKKALE… Biga kaymakamı kazazedelere bir ebe ile gelebiliyor. Giysileri kesmek için bir makas yok köyünde. Koyun kırpma makası kullanıyorlar. Kırıkları sarmak için tahta kullanacaklar, tahta yok, rafları parçalıyorlar. Dumanlı Köyü’ nden Biga’ ya yolculuk saatlerce sürüyor. Biga’ dan Bandırma’ ya 3.5 saat…

Bunlar, bu anlatıda bulduğumuz örnekler…

Savaştan çıkmış, ardından bir dünya savaşına sürüklenme tehlikesi yaşamış, yorgun, yoksul, her köşesiyle her konuda yoksun ülkemiz ve ülke insanlarımızın o günlerdeki fotoğrafı var anlatılarda…

Biraz da, dünya savaşından kısa sayılabilecek bir süre sonrasındaki AVRUPA’ nın düzen ve fotoğrafı var… Ve şehidimizin gözüyle, onların bizi koyup geçişlerinin bazı nedenleri…

 

1955 YILINDA BİZ VE ONLAR

‘’Viyana’ dan Münih’ e…

Örümcek ağı gibi yollar, yemyeşil arazi ve koruluk halinde yetiştirilen ormanlıklar…’’

Oysa on yıl öncesi yanmayan yer kalmamıştı oralarda…

Amsterdam…

‘’Caddelerin temizliği, şehrin muntazam planını görünce, zihnimde de canım İstanbul’ u canlandırırken, ‘’Cenab-ı Hakk’ ın verdiği o muazzam güzelliğini nerede ise kamufle edecekmişiz. Taş üzerine taş koymamışız’’…

‘’Ankara Meydanı’ mızda her Beyrut seferini kontrol edin,12 yolcuyu geçmez. Fakat bu 12 yolcunun gümrük muayenesi bir türlü bitmez. Londra yolcusu olarak 35 kişi kadardık, tayyare 08.20 de meydandan kalkacaktı, biz de 07.10 arabasıyla şehirden meydana hareket ettik, hiç olmazsa 20 dakika yol sürdü, 5 dakika evvel de yolcular tayyareye alınmıştı…Tertip ve intizam her şeyi halletmiş.’’

‘’Otelci ile kaş, göz, el işaretiyle anlaştık. Adam kahvaltıyı da ihmal etmeden ‘Hiç olmazsa bir süt içersin…’ dedi ve geceden sütü odama bıraktı. Bizim otellerde olsa ‘’Bırak kefereyi, zıkkım içsin!’’ derler.

Londra/Oxford…

‘’ Göz alabildiğine ormanlık, yeşillik yol güneş yüzü görmüyordu. Pek sık olan çiftliklerde de hayvan sürüleri, otluk, mera… Adeta kıskanmaya başladım. Acaba her bakımdan, sudan, ormandan, yeşillikten neden mahrumduk? Buna mukabil kuru dağlarımız ve kaburga kemikleri sayılan zavallı hayvancıklarımız… Neden çile çekiyoruz? Anlamak hem güç, hem de kolay. Çalışana Allah daima verir ve güldürür. Bizde bu eksikti. Burada kahve, gazino yok. ‘Al kızı, ver papazı’ diyen de yok. Herkes çalışır, herkes eğlenir… Kendi bünyesine ve kazancına göre… Burada dilenmek dahi çalışmakla oluyor. Sokakta keman, akordeon, saksafon çalarak dilenir…’’

 

DUYGULARINA BAKALIM ŞİMDİ…

Savaş pilotu olarak eğitilmesi ve sonrasında, yanındaki, yanı başındaki pilot arkadaşlarının şehit oluşları elbette ki onu çok üzmüştür ama en küçük bir panik, vazgeçme eğilimi algılamıyoruz.

GURURLA AKTARDIKLARINI ANIMSAYALIM;

Cumhuriyet Bayramı gösterilerine gidiyorlardı…

‘’Pencerelerden bakan yaşlı anneler bizlere ‘’KURBANLIK KUZULAR! ANNELERİ, BABALARI NASIL DA KIYMIŞLAR DA BUNLARIN UÇMALARINA MÜSAADE ETMİŞLER?’’ (diyorlardı). Bizler de bu sözlere gülüyor(duk), söylenenler bir kulağımızdan giriyor, bir kulağımızdan çıkıyor(du)…’’

Mehmet TAŞEL şehit oluyor, anne ve babasının gelişini, onların sözlerini aktarıyor…

‘’‘İCAP EDERSE, OĞLUMUZUN BOŞLUĞUNU DOLDURMAK ÜZERE, YERİNE KARDEŞİNİ SEVE SEVE VEREBİLİRİZ…(dediler-1940)’’.

Şahap FIRAT şehit oluyor…

‘’Geride kalan BİZLER DE ADETA ŞEHİTLERİMİZİN MANEVİ KUVVETLERİNDEN CESARET ALIYORUZ, bütün cesaret ve hevesimizle uçuşlara devam ediyoruz.’’

HAVACILIK TUTKUSUNU, ÜLKESİNE, BAYRAĞINA, HALKINA OLAN SEVGİSİNİ, KUTSAL DEĞERLERE OLAN SAYGISINI GÖRMEYE ÇALIŞALIM;

‘’05.01.1954 sabahı, Hacı Bayram Camisi’ nin oparlöründen güzel Ankara’ mızın semalarında uğuldayarak bulutlara kavuşan ‘’Alahüekber’’ nidalarıyla yatağımdan fırladım…’’

‘’Tayyaremiz bu mavilikler arasında ve güneşin şualarından gözlerimize aks eden o canlı, ürpertici, kanatlardaki kırmızı beyaz ŞANLI TÜRK ARMASI bizlere adeta gurur veriyor… TÜRK semalarında, TÜRK denizleri üzerinde uğuldayan motorların sedasını etrafa dağıtarak Yeşilköy’ e doğru alçalıyoruz…’’

‘’25 dakika sonra BANDIRMA’ yı görmeden evvel, hemen batısında, tepenin üzerinde bulunan AY YILDIZ YÜZÜMÜZE GÜLÜYOR…’’

‘’ Türk Tarihi’ nde mümtaz bir alan, DESTANLARA SAHNE OLAN ÇANAKKALE’ de öğle yemeğini yedikten sonra meydana dönüyoruz…’’

‘’ Motorlar çalışırken, bir sene evvel NARA BURNU’ nda sulara gömülen, henüz acıları içimizde taptaze olan aziz şehitlere birer selam ifa ettikten sonra…’’

‘’ ‘Ayten arkama gir, beni doğrult bakalım!’ (dedim). Evet arkama girdi, doğrulttu. Allah kabul etsin, arkadaşıma Kur’ an okudum…’’

’’ Evet ağlamaya da hakları var… Hem de öyle bir ağlanacak durumum var ki tarifi gayri kabil. Ne mutlu ki KENDİ MİLLETİMİZ, KENDİ ASİL KÖYLÜMÜZ… ‘’

‘’Gayri ihtiyari gülerek ’Baba ölmedim ki. Niçin Kur’ an okuyorsun?’ (diye sordum.), hemen cevap verdi; ‘Oğlum, sana öyle gelmiştir. Kur’ an okumuyorum’. Sonra kendim ısrar ettim; ‘Baba, haydi sesli oku, ben de dinleyeyim.’ dedim…’’

‘’İçimden, ‘ÜÇ EVLADIMDAN VE HAYATIMI KENDİSİNE MEDYUN OLDUĞUM KARIMDAN DA FAZLA SEVDİĞİM VATANIMA acaba ne zaman döneceğim…’ (diye) düşünürken…’’

‘’ Burası Palikaryaların mı?ATAM! ATAM! Nur içinde yat! Varsın ‘Greeklerin’ desinler, ne çıkar? Yalnız biz değil, bütün dünya seninle iftihar eder...’’

‘’Ortada bir masa üzerinde MODERN TÜRKİYE diye üç beş mecmua… Fakat duvarda (haritada) CANIM VE HER ŞEYİM TÜRKİYE’ M adeta ‘Hoş geldin’ diyordu. Beş dakika kadar haritayla oyalandıktan sonra kapıda orta boylu, esmer, her halinden Türk oğlu Türk olduğu anlaşılan bir genç ‘Günaydın. Ben Celil VEİSOĞLU… Hoş geldiniz!’ (dedi). İçimden boynuna adeta sarılmak geçiyordu. Kendimi zor tuttum. ÇOK KISA OLAN 8 GÜNLÜK BİR AYRILIK BENİ BU KADAR HASRET BIRAKMIŞTI.’’

‘’‘Elimin üzerinde kırıktan mütevellit bir çıkıntı var ama bana bir zararı yok. Sonra, eldeki veya koldaki güzelliği ne yapayım?’ diye (düşündüm), ilk suali kafamdan sildim, cevabı verdim;

‘MESLEĞİME, PİLOT OLMAYA, UÇMAYA DÖNMEK SEMALARDA…’…’’

* * *

 

ÇIKARIMLARIM

Okuduklarınıza ilişkin kanılarınız özgürce oluşmuştur umarım.

Burada, ‘’ANILAR’’ ın bana düşündürdüklerine yer vereceğim. Bakalım sizin düşündüklerinizle örtüşecek mi…

* * *

ANLATI hangi yılı aktararak başlıyordu?

1939…

Nereyi anlatarak başlıyordu?

Tunceli’ yi…

Anlatan?

ZÜLFİKAR KAYA

Doğum 1337 – Nazimiye

Kali oğlu…

Akrabalarından edindiğim bilgiye göre; iki dedesi iki ayrı Kürt aşiretinden, iki büyükannesi de başka iki ayrı Kürt aşiretinden… Yani, Zülfikar KAYA, dört ayrı Kürt aşiretinin torunu. Bu dört aşiretten ikisi 1937 -1938 TUNCELİ/DERSİMolayları sırasında Türkiye Cumhuriyeti’ ne baş kaldırmış olanlardandır.

ANLATIhangi tarihten başlatılmış? Bu olaylardan bir yıl sonra…

BU BİLGİLERİ AKILDA TUTARAK DÜŞÜNÜYORUM;

Anılarını herhangi bir egemenin buyruğu nedeniyle yazmamıştır. Propaganda amacı bulunmamaktadır. Vatanı, milleti, bayrağı, ATATÜRK’ ü her fırsatta içten sevgilerle anmasında, ‘’TÜRK kimliği gösterisi’’ yoluyla bir şeyler eldeleme, bir yerlere yükselme amacı bulunmamaktadır. Çünkü yazdıklarını tamamen kendisine saklamış, sunum çabası, yayınlama girişimi olmamıştır. Yani o, tam da ANILARDA ANLATILANkişidir.

Peki bu kişiliğini ASİMİLASYONsonucu mu edinmiştir?

Yaşam akışında buna ilişkin hiçbir belirti yoktur. Yazdıklarında hiçbir imadan, hiçbir baskıdan etkileşim duyumsatması görülmemektedir.

Ordu, okula alırken, eğitirken, savaş pilotu olarak uçaklarını teslim ederken, kıtalardaki subay ve astsubaylar birlikte çalışıp, arkadaşlık ederken, en batıdaki, tüm fertleriyle batılı, istiklal savaşında Atatürk’ ün yanında bile bulunmuş bir ana-baba, kızını kendisine eş olarak verirken, Devlet Hava Yolları, Hava Kuvvetleri’ nden naklen gelmiş olan diğer pilotlarının yanına alıp, uçaklarını teslim ederken, onu KÜRT tanımıyla ayırmamış, dışlamamış, aşağılamamıştır.

* * *

‘’ŞU’’- ‘’BU’’ AYRIŞMASI

Bu konuda geçmişte onlarca kitap, yüzlerce makale okumuştum. Bu yazı dizisini yazarken yeniden araştırma, okuma gereksinimi duydum. Osmanlı dönemi de dahil, bu güne dek yayınlanmış neredeyse tüm raporları edindim, okudum.

Kendi kimliğimi bir yana koydum, YALNIZCA BİR İNSAN OLARAKtartmaya çalıştım tezleri ve karşı tezleri.

Elbette ki bir tek kişinin yaşadıkları ve yazdıklarıyla sorun ve çözüm belirlemesi mümkün değildir. Elbette ki bir öykü dizisinin sınırlı sayfa kapsamında NEDENve ÇÜNKÜLERİaktarma olanağı yoktur ama bu konudaki duyduklarım, okuduklarım ve gördüklerimin bende oluşturduğu kanılarımla sonlandırıyorum bu öykü dizimi;

Halkın ‘’ŞU’’ ya da ‘’BU’’diye ayrışması için elinden geleni yapanlar her zaman olmuştur. Onlar zaman zaman güçlenmişlerdir de ama bir şekilde önlenmişlerdir.

Şimdi de güçlendiler, yine önleneceklerdir.

NEDEN Mİ?

‘’… ÇÜ’’ olmayan ASIL HALK, Zülfikar KAYA’ dır, benim gibidir, sizin gibidir de ondan.

 

BİTTİ

  

 
Toplam blog
: 237
: 361
Kayıt tarihi
: 22.11.06
 
 

1949 Antalya doğumlu, ANSAN üyesi Orman Yüksek Mühendisi, ressam ve öykü yazarıyım. KAKTÜS MEDYA ..