Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Şubat '20

 
Kategori
Anılar
 

Bir Horoz Sesi Duymayayım

Bir horoz sesi duymayayım, iki gözüm iki çeşme.! Şimdi bu da nereden aklına geldi diyeceksiniz; insan belli bir yaşa gelince ister istemez şimdi uzaklarda kalan geçmiş günlerine özlem duyuyor. Anılar canlanıyor gözlerinin önünde bir bir. Elinizi uzatsanız tutacakmış hissine kapılıyorsunuz. Sonra hızla akıp gidiyor hepsi ve siz garip bir hüzün içinde yine kendi kendinizle kalıyorsunuz...
 
Henüz televizyon, cep telefonu, bilgisayar ve bugünün diğer ileri teknoloji ürünleri ile tanışmamıştık. Daha çok ve ön planda radyo vardı hayatımızda. Sabahları İstiklal Marşımızla güne başlar ardından Anadolu coğrafyasının her yöresinden türküler, şarkılar sabah mahmurluğunuzu bir anda atıverirdi üzerinizden. Daha sonra yurttan, dünyadan en son ve güncel gelişmeler bir solukta okunurdu. Sıra reklamlara geldiğinde duyduklarınız hayal dünyanızda şekillenirdi. Bir Demirbank reklamı vardı, " Bugün 24 Mayıs Cuma, Demirbank hayırlı günler diler " diye bir nevi moral aşılardı sabah sabah. " Ooo, siz de mi Job tıraş bıçağı kullanıyorsunuz" diyen ve birbirini izleyen sevimli reklamlar...
 
Sabahları ailece soba başında yapılan neşeli kahvaltıdan sonra büyükler işe çocuklar okula uğurlanırdı. Evde kalan eşler veya aile büyükleri çarşı pazar işlerini görür akşam yemeği için hazırlığa girişirlerdi. İşler biraz hafifleyince arada tatlı sohbetlerin yaşandığı, müşterek sevinçlerin, sorunların paylaşıldığı komşularla kahve sohbetlerinde bir araya gelmek ayrı bir yaşam sevinci idi. Bu birliktelik ailelere, yakın çevreye huzur ve güven getirdiği gibi komşuluk ilişkilerini de güçlendirmenin en güzel yolu idi. Postacı yolu gözlenir, uzaktaki eş dost ve akrabanın gönderdiği mektuplar heyecanla açılır her bir satırı merakla okunurdu. Sonra bir daha, bir daha okunurdu, böylece uzaklar yakınlaşır, duygular coşar, gözler nemlenirdi. 
 
Akşam, işten, okuldan dönenlerle aile yeniden bir araya gelmenin mutluluğunu yaşardı. Kısa bir günün özeti olacak sohbeti takiben herkes soluğu mutfakta alır, akşam için hazırlanan leziz yemeklerin yeneceği sofra bir anda ve el birliği ile kurulurdu. Neşe içinde yenen yemek sırasında gözler arada bir saate takılır, büyük bir hevesle Radyo Tiyatrosunun başlaması  beklenirdi. Yemek biter bitmez yine bir çırpıda sofra toplanır, akşam çayı için sobanın üzerine çaydanlık konur ve tüm aile, bazen de konuk komşularla çevresinde toplanırdı; ve tabi gözler yine saatlerde. Demini alan çay servis edildiğinde nihayet artık beklenen saat gelmiştir; fonda Rimskikorsakof'un ünlü Şehrazat müziği eşliğinde ve Suat Taşer'in o doyulmaz güzellikteki anlatımıyla " Binbir Gece Masalları " başlar. O andan itibaren sesler kesilir ve yeni bölüm soluk soluğa, hayaller kurarak dinlenirdi. Öyle büyülenirdik ki bitmesini hiç istemezdik, ama biterdi işte. Ve gece yoğun duygular altında herkes yatağına çekildiğinde hayaller devam ederdi, siz uykuya dalana kadar...
 
Radyo, o devrin en büyük eğlence ve eğitim aracı idi. Hafta sonları geldiğinde, Akordeonu ile bir çok yöre lehçesini konuşabilen, Cumhuriyet döneminin ilk şovmenlerinden Celal Şahin,
herkesi kahkahaya boğan ünlü skeçleri ile tüm haftanın yorgunluğunu alırdı insanların üzerinden. Ve, Orhan Boran; Türkiye'de ilk stand-up geleneğini başlatan muhteşem şovları ile neşemize neşe katardı. Ege Yöresini, özellikle Denizli şivesini çok iyi konuşan, Yaren adını verdiği sazı ile gönülleri fetheden Türk Halk Müziği sanatçısı Özay Gönlüm de unutulmaz. Askerde olan torunu ile mektuplaşan nine taklidi ile herkesi hem eğlendirir hem ağlatırdı. Lig maçlarını da radyodan dinlerdik, ve doyulmaz güzellikteki Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği programları, konserleri; Bedia Akartürk, Zeki Müren ve yüzlerce değerli kıymetli ses sanatçılarımız...
 
O günler tüm lezzeti ve güzellikleri ile gerilerde kaldı, şimdi çok farklı ve başka bir dünyada yaşıyoruz. Renkli ve büyük ekran televizyonlar, bilgisayarlar, akıllı cep telefonları ve daha nice hayatımızı saran yeni teknoloji ürünleri. Artık mektup yazmak, postacı yolu gözlemek de yok, çevir numarayı, bas tuşa, işte tüm sevdiklerin capcanlı ekranda. Elinde uzaktan kumanda aleti tüm kanalları gez ve dünyayı ayağına getir. Daha neler neler!
 
Peki aynı doyumu alabiliyor muyuz? Herkes farklı cevap verebilir buna, ama bana göre hayır. Şüphesiz değişim ve gelişim kaçınılmaz, çok hızlı akan baş döndüren bir dünyada yaşıyoruz artık. Ama işte o masum ve güzel hayaller yok oldu hayatımızdan, sanal bir dünya tüm yaşamımıza egemen oldu ve asla geriye dönüş yok. İşte bu nedenle ben de diyorum ki, " Bir Horoz sesi duymayayım, iki gözüm iki çeşme"....
 
 
 
 
Toplam blog
: 220
: 2018
Kayıt tarihi
: 02.07.06
 
 

Yazmak, ufkun da ötesine taşan engin bir serüven gibi gelir bana ve gençlik yıllarımdan bu yana v..