Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Mart '18

 
Kategori
Doğal Hayat
 

Bir İçim Su

Bir İçim Su
 

Su hayat kaynağımız, can damarımızdır. Susuz hiçbir canlı yaşayamaz. Uygarlıklar su kenarlarında yeşermiş, insanlık suyla kendini bulmuş, gelişmiştir. Son zamanlarda değerini bilmeye başladık onun. Çünkü su kaynakları tükenmeye yüz tutmuş, herkes su arayışına girmiştir. İlerde su petrolden daha değerli olacaktır. Bu bakımdan, iş işten geçmeden gerekli önlemleri almalı; “Su gibi aziz ol!” dedirtmeye çalışmalıyız kendimize...

Petrol savaşlarından sonra su savaşları başlıyor şimdi. Belediyeler su kaynaklarını kendilerine mal etmek için uğraşıyorlar. Suda arsenik çıkması herkesi ayağa kaldırıyor. Deniz suyundan içme suyu elde edilmeye çalışılıyor, atık sular temizlenip tekrar kullanılıyor. Necati Cumalı “Susuz Yaz” adlı eserinde su yüzünden cinayet bile işlenebileceğini ortaya sermiştir. Suyu kirletmek de ayrı bir cinayettir bence. Akarsu pislik tutmaz dememeli, çöpleri, kirli atıkları ırmaklara, denizlere dökmemeliyiz. Bir zamanlar Haliç’te görüldüğü gibi, su zamanla öyle bir kirlenir ki, temizlemek için milyarlarca lira harcamak gerekir...

            Su deyip geçme, terliyken soğuk su içme! Ölümsüzlük suyu olduğuna inanmışlar ve ona ab-ı hayat adını vermişlerdi. Kâbe’deki zemzem suyu kutsal sayılır. Gizli işler çevirenlere saman altında su yürütüyor denilir. Güzeller bir içim su diye övülürler. Çok sevdiğimiz bir şeyi, bir yiyeceği görünce ağzımızın suyu akar, ağzımız sulanır. Çok ağlayanlar sulu gözdür. Bir isteğimizin olmasında hatırı sayılan, saygın kişilerin katkısı varsa o şey o kişilerin yüzü suyu hürmetine gerçekleşmiştir, deriz. Kötü kişilerin başlarına gelen “Su testisi suyolunda kırılır” diye belirtilir. Evlerde çeşme olmadığı yerlerde kadınlar, kızlar kuyulardan su çekmeye çalışırlar ya da çeşmeye, pınar başına su doldurmaya giderler. Orada aşklar ve kavgalar baş gösterir. Türkülerde su doldurmaya giden güzeller şöyle anlatılıyor:

            “Suya gider su testisi elinde
            Allar giymiş etekleri belinde”
                        ...

            “Susadım su isterim Eminem
            Su vermez çaylar bana of!”
                        ...

            “Dere geliyor dere
            Kumunu sere sere
            Al götür beni dere
            Yârin olduğu yere”
                        ...

            “Pınarın başında su verdin içtim
            Bu içten sevdayla kendimden geçtim”
                        ...

            Tarlalar da kuyulardan eşeğin ya da atın çektiği su dolaplarıyla sulanırdı eskiden. Dolap beygiri deyimi oradan kalmıştır. Bu konuda şöyle bir fıkra vardır:

            Bir kentli arabasıyla bir köyden geçerken kuyudan su çeken bir eşek görmüş. Eşeğin kulaklarının arkasında çıngırak varmış. Buna bir anlam veremeyen kentli tarla sahibine bu çıngırağın ne işe yaradığını sormuş. Köylü, “ Çıngırağın sesi kesilince eşeğin durduğunu anlıyorum” demiş. Kentli gülerek, “Ya eşek durduğu yerde kafasını sallarsa?” deyince köylü içini çekmiş, “Ah beyim ah, nerde buralarda sizin gibi akıllı bir eşek!” deyivermiş...

            Eşek deyince aklıma geldi. Neyzen Tevfik bir mecliste ney çalarken, onun ney çalmasını istedikleri halde, saygısız birkaç kişi dinlemeyip aralarında konuşmuşlar. Neyzen bunun üzerine ney çalmayı bırakıp, “Zürefanın neye meftun oluşu/ Nazarımda su içen eşeğe ıslık gibidir” diyerek onları eşeğe benzetmiştir...

            Atalarımız “Suyun yavaş akanından, insanın yere bakanından kork” demişlerdir. Su küçüğün, söz büyüğünmüş. Huyunu suyunu bilmediğimiz kişilerle arkadaş olmak iyi bir şey değildir. Kimi kişiler asıl amaçlarını gizlemek için sudan sebepler ileri sürerler, kimi de sudan cevaplar verir. Sululuk, sulu şakalar yapmak, işi sulandırmak iyi bir şey değildir. Çok bildiğimizi “su gibi biliyorum” diye belirtiriz. Bir şey çok ucuzsa “sudan ucuz” deriz. Alışmadığı bir ortamda bulunmak zorunda kalanlar sudan çıkmış balığa dönerler. Bir şeyden geride hiçbir şey kalmamışsa “yel üfürmüş, su götürmüş” sözü edilir. Bir iş gerçekleşmişse o iş suya düşmüştür. Kiminin kulağına kar suyu kaçar, kiminin umduğu dağlara da sulusepken kar yağar! Beceriksizliğimizi “Su akar, Türk bakar” diye anlatırız. Sözünde durmayanlar su koyuverirler. Kurnaz kişiler enayileri sulu dereye götürüp susuz geri getirirler. Birisinin bir işte başarısız olacağı “suyu ısındı” sözüyle vurgulanır. Kimi işlerin suyu çıkar, kiminde de su yüzüne çıkmamış şeyler vardır. Kimseye yararı dokunmayanların suyuna pilav salınmaz.

            Yolculuğa çıkanların arkalarından su dökülür. Dünyada üç şey çok güzeldir: Para sesi, kadın sesi ve su sesi. Suyun akışı insanı dinlendirir. Et suyuna ekmek doğranıp yenir, buna tirit adı verilir. Kimi insanlar da suyuna tirit, yani önemsiz, değersiz kişilerdir. Bazı kibar kişiler “tuvalete gidiyorum” demeye utanırlar, “Su dökmeye gidiyorum” derler. Tuvaletlerde küçük su dökmek bir liraysa büyük su dökmek iki liradır! Bir şeyin gerçekleşmesinden umudun kesilmesi gerektiğini, “Sen onun üstüne bir bardak soğuk su iç” diye belirtiriz. Devlet Kara İşleri yoktur ama Devlet Su işleri vardır. Su konusunda önlemler alması ve bizi susuz bırakmaması gereken bu müessese bakın neler yapmış: “Bir buçuk milyon hektar göl, sulak alan kurutulmuş, bu yolla tarıma kazandırılan topraklar ise birkaç yılda tuzlanarak çoraklaşmıştır. Topraklarımızın bağrını yarıp geçen kurutma kanalları nedeniyle taban suyu derine kaçmış, eskiden verimli olan tarım arazileri neredeyse ot bitmeyen alanlar haline gelmiştir...(...) Sulak alanların kurutulması meraları yok etmiş, hayvancılık neredeyse ölmüştür. Ormanlar azalmıştır. Sulak alanlarla birlikte yok olan balıklar, ördekler, kazlar... nedeniyle tarım zararlıları ile baş edilemez hale gelmiştir...” Süha Umar- Milliyet-

            Kurt, su içen kuzuyu yemek için bir bahane arar; “suyumu bulandırıyorsun” der. Kuzu “İyi ama siz suyun yukarısındasınız, ben aşağısındayım. Suyunuzu bulandırmam mümkün değil” der ama kurdun pençeleri arasında can verir. Her şeye kuzu gibi boyun eğenler kurtların pençelerinden kurtulamazlar. İş suyun aşağısında olmakta değil, kuzu olmamakta, suyun başında kimin olduğunu bilip ona göre davranmakta...

            Su kıtlığına çare arayanlar bakın ne gibi önlemler almayı düşünmüşler:

            “Su böreği, sulu köfte yapmayın. Gidenin ardından su dökmeyin. Kimseye sulanmayın. Sulu boya kullanmayın. Aralarından su sızmayanları uyarın. Sululuk ve sulu şakalar yapmayın, ciddi olun. Çok yürümeyin ki ayağınıza kara sular inmesin. Kimseyi bir kaşık suda boğmaya kalkmayın. Havadan konuşun ama sudan konuşmayın. Sözünüzde durun; su koyuvermeyin. Saman altından su yürütmeyin. Çocuklarınıza Aksu, Göksu, Günsu gibi suyla ilgili adlar koymayın. İşlerin suyunu çıkarmayın...

            Fuzuli ünlü su kasidesinde, “Elini öpmek arzusuyla ölürsem dostlar/ Kâse yapın toprağımdan, sunun onunla yâre su” der. Böylece sevgilisinin eline, ağzın kavuşmayı umar.

            Acaba biz de şairimiz gibi güzelliklere toprak olunca mı kavuşacağız?

            Su ile aşk arasında yakın bir ilgi vardır.

            Su akarken âşık hayale dalar.

            Aşk bir sudur; duyguların uyanışı, aklın uykusudur.

            Güzeller bir içim suya benzetilir ama hangi âşık bir için suyla yetinebilir?

            Suyu ve aşkı kirletirsen doğayı ve doğallığı mumla arayacak hale gelirsin.

            Su da aşk da temizler bizi, benliğimizi, yıkar, arıtır tüm kirlerimizi.

            İçtiğimiz suyun değerini bilelim, su gibi aziz olalım.

            Gönlümüzden sevgi bülbülleri hiç eksilmesin

            Mutluluk çeşmemizin suyu asla kesilmesin.

***

Erhan Tığlı

          

 
Toplam blog
: 479
: 62
Kayıt tarihi
: 28.11.17
 
 

Emekli öğretmenim. Yazı ve şiirlerim 50 yıldır gazete ve dergilerde çıkar. 21 kitabım yayınlandı,..