Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mayıs '20

 
Kategori
Astroloji
 

Bir İlim Olarak Astroloji

Merhaba,

Bu yazımda astrolojinin başlangıcından beri gündemde kalmış bir soruyu kendi bakış açımdan yanıtlamaya çalışacağım. Astroloji, İslam dininin yasakladığı bir fal ve kehanet türü mü yoksa antik dönemlerden günümüze uzanan kadim bir ilim midir?

Kişisel görüşüm astrolojinin henüz gök cisimlerinin kozmosda oluşumu sırasında başlamış bir yorumlama ilmi olduğudur. Astroloji cisimlerinin birbirlerine yaptığı açılar, bulunduğu konumlar, kütlesel ve dalgasal boyutta insan ruhuna, davranış ve tutumlarına yaptığı etkiyi inceler ve yorumlar.

Öncelikle şunu söyleyelim ki insanlık tarihine baktığımızda astronomi ve astrolojinin bir bütün olmaktan ayrılması belki en fazla iki yüz yılı bulur. Öncesinde astronomi ile ilgilenen bilim adamları aynı zamanda gezegenlerin insan ve olaylar üzerinde tesirlerine de vakıftı. Yazılmış bir çok astronomi eserinde matematiksel hesaplamalar ve çizimlerin yanı sıra gök cisimlerinin yarattığı ruhsal etkilerin de anlatıldığını görürüz. Dolayısıyla tarihteki önemli astronomlar aynı zamanda bugünkü tabirle birer astrologtu. Bu eserlerin en önemlilerinden biri Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri tarafından yazılmış Marifetname'dir. Eserin astronomi ile ilgili kısmında hem ilm-i nücum hem ahkam-ı ilm-i nücum hakkında bilgi verilmiş ve özellikle bölüm sonlarında cahil halkın bu bilgileri şeriata aykırı sanıp ilim düşmanlığı yapmamaları konusunda çokça uyarıya yer verilmiş, hatta halkın bu tezleri açıklamalarla çürütülmüştür. 

Avrupa'da kilisenin gök cisimleri üzerinde çalışan kişilere karşı tutumunu (Galileo'nun "dünya yuvarlaktır" dediği için başına gelenler, ya da Karayip Korsanları'nın son bölümünde bir ortaçağ astroloğunun başına gelenlerin hikayesi, falcı diye yakılan, öldürülen insanlar vs) bir kenara bırakalım, Osmanlıda III.Murat kendi emriyle kurulan Takıyyüddin'in rasathanesini halkın hurafe ve dedikodularına daha fazla dayanamayarak donanmaya topa tutturmuş, yerle bir etmişti. Halk İstanbul'a da uğrayan veba salgınını rasathanenin şeriate aykırı işlerle uğraşmasına bağlamış ve o dönemde Takıyyüddin'in bürokrasi ile zaten arasının bozulması da işleri kolaylaştırmıştı.

Halkın bu tutumuna ithafen İbrahim Hakkı Hazretleri'nin kaleme aldığı bir kaç alıntıya yer verelim: 

"... biz kainatı yoktan var eden ve ona şekillerin en güzelini veren Cenab-ı Hakk'ın sanat ve hikmetinin incelik ve derinliğini düşünmek, bu konudaki ilmi öğrenmek isteyenlere bildirmek, kendilerine feleklerin cüzlerini vehmetmeyi kolaylaştırıp görünmeyenleri bu görünenler gibi izah etmek ve gözler önüne sererek canlandırmak için feleklerin şekillerini umumi olarak burada kısaca tasvire çalıştık."

" Buraya İmam-ı Gazali Hz.'lerinin sözlerini almamızın sebebi takva sahibi kimselerin ileride anlatılacak olan şeyleri 'Şeriate aykırıdır' diyerek reddetmekle merdud (dönük) olacağız zannına kapılmasınlar ve bununla inkara dalmasınlar."

" Bizim yıldızların durumlarını kısaca anlatmamızın gayesi alemdeki insanlara ibret veren Cenab-ı Hakk'ın eserlerini hayranlıkla seyretmek ve O'na yönelmek ve bu alemin yapıcısını hakkıyla tanıyabilmektir. Bu kitapta yıldızların ölçülmek suretiyle gerçek uzaklık ve büyüklüklerini bildirdik."

"Her şeyin en doğrusunu yalnızca Allah bilir. Bunları niçin anlatıyoruz ve bundan neyi gaye ediniyoruz. Bundan gayemiz, büyük bir kitabın haline benzeyen cihanı en güzel şekilde anlatmak ve böylece onu yaratan ve onun yapıcısı olan Cenabı Hakk'ın azamet ve kudretini tefekkür ederek, O'nu zikretmek arzusunda olan kalp gözü açık müminlere cihanın durumunu ve Allah'ın takdir ve kudretini bildirmektir. İnsanlar böylece alemin geniş olarak izah edilmesinden kendi varlıklarını bilebilir ve kendilerini tanıyıp bildikten sonra da Cenabı Hakk'ı bilebilir ve tanıyabilirler."

"Böylece kalp gözü gören müminler, O'nun yapıcı ve yaratıcı kudretini bilip O'nun üzerinde kolayca düşünsün ve O'nun akılları durduracak sanat eserlerinin yapıcı(saniisi)ni bulsun, O'na dönsün ve O'na kul olarak, O'nun emirlerini hakkıyla ifa etsinler. Mevla cümlemizi muvaffak eyliye."

"Din düşmanları ile müslümanlar arasında yapılan tartışmalarda, din düşmanlarını en çok sevindiren şey, ilmi açıdan kesin olarak ispat edilen şeylerin müslümanlar tarafından kabul edilmemesi ve müslümanların böyle şeylere: "Bunlar kafirliktir." demeleridir."

"... Bir kimse çıkar da: Müslümanlar böyle sözlere inanmamalıdır, derse ve bilmeden bu iddialara karşı çıkarsa, dine zarar vermiş ve dini yıkma gayretine girmiş olur. Çünkü Matematik, Geometri , Fizik, Kimya kanunları çeşitli deneylerle bunların doğru olduğunu ispat ederken; bunlar dine ve şeriate aykırıdır, denilecek olursa, bu durumda fen adamları ilimlerinde şüphe etmedikleri için şeriatın doğru olup olmadığı hususunda şüpheye düşerler. Bu da gösteriyor ki; İslam dinine cahillerin verdiği zarar, İslama bilerek hücum edenlerin zararından daha fazladır."

Malesef yobazlığın her çağda mevcut olduğu açıktır. Buna rağmen sayın Hakan Kırkoğlu'nun Sultan ve Müneccimi adlı araştırma eserinde Osmanlı padişahlarının şahsi kütüphanelerinde ilm-i nücum kitaplarının olduğunu ve bizzat bu ilme merak duyduklarını görüyoruz. Yine aynı eserde İstanbul ve Mekke kadılarına varana dek birçok yüksek rütbeli kişinin ilmi nücum ile ilgilendiğini, hatta sarayda müneccim başının hizmetindeki bir ekip ile resmi devlet memuru olarak sarayda kendilerine tahsis edilmiş özel büroda çalıştıklarını, resmi geçit törenlerinde müneccimbaşının yüksek bürokrasiden kişilerle aynı mevkide bulunduğunu da öğreniyoruz. Osmanlı'nın İstanbul'un fethi dahil birçok savaş ve fetihte ahkam-ı ilm-i nücumdan faydalandığı da biliniyor.

Bir tarafta "faldır, haramdır" diye söylenen bir halk, bir tarafta resmi olarak ilmi nücumu benimseyen ve devlet işlerinde kullanan Osmanlı Devleti. Peki İslam dini ne diyor? Bu konuyu anlamak için Kur'an-ı Kerim'deki Harut ve Marut melekleri ile ilgili bölümü iyi anlamak gerekir.

Bakara 102.ayette başlayan bölümde Harut ve Marut "Biz ancak bir fitneyiz (imtihan için gönderilmişizdir.) Sakın (sihir yapıp da) kafir olma!" der. İlgili ayetin tefsirinde Hasan Basri Çantay şöyle diyor: "Harut ve Marut kıssası hakkında Resullah (s.a.v) 'den sahih veya zayıf hiçbir hadis rivayet edilmemiştir. Bu konuda uydurulan hurafelere güvenilmemelidir." "Bir şeyi bilmek ve öğrenmek başka, tatbik etmek yine başkadır. Nitekim herhangi bir sıvının içki türünden biri olduğunu bilmekte hiçbir sakınca yoktur. Hatta bilmek korunmak noktasından bilmemekten daha iyidir. Haram olan içkinin kullanımıdır. Kimya ilmiyle onun şerre ve insanlığı yok etmeye alet olan tatbiki ayrı ayrı şeylerdir. Bıçak ekmek de keser, katil de yapar. İşte Harut ve Marut'un sihir hakkında bilgi vermeleri de bu şekildedir." Harut ve Marut astrolojinin de ilk yazılı kaynaklarının bulunduğu Babil medeniyetine inmiş iki melektir. İnsanlar onlardan elde ettiği ilmi kötüye kullanarak karıkoca arasına nifak sokmak amacıyla büyü yapmakta kullanmıştır.

Kur'an-ı Kerim'de fitne yani imtihan olan şeyler arasında çocuk, mal mülk vb birçok şey sayılır. Halbuki bunlar hayatımızın birer doğal parçasıdır ve aynı zamanda sınavını verdiğimiz konulardır. İlim de bu şekildedir. Alim kişi ilimde ilerlerken ucub, hırs, kendini beğenmişlikle imtihan olur, öyleyse aslında ilim de bir fitne olabilir. Mesela nükleer fizyoloji ile atom bombası yapılabileceği gibi enerji üretmek için santral de yapılabilir. Genetik ilmiyle hastalıkların kökeni incelenerek tedavi aranabileceği gibi genetik silahlar da geliştirilebilir. Tıp ilmi hastalıkları tedavi ederken, illegal organ mafyasına da hizmet edebilir. "Bıçak ekmek de keser, katil de yapar." Her tür ilim nasıl ve ne amaç uğruna kullanıldığına bakılarak bir felakete ya da iyiliğe dönüşebilir. İslamda ameller, niyetlere göredir. 

Her ilimde olduğu gibi astrolojide de bu hassas sınırı gözetmeye gayret etmek gerekir. Bu ilimle ne için uğraşıyoruz? Niyetimiz nedir? İnsanlara yürüdükleri yolda önlerine çıkabilecek engelleri göstermek, ışık tutumak, yön göstermek, tedbir almak, kendisini tanımasını sağlamak, güçlü ve zayıf yönlerini farkettirmek, almak istediği kararlar noktasında istişare etmek mi yoksa birer ihtimalden oluşan kehanetler savurmak, zaten gergin ve stresli anksiyete toplumuna daha fazla kaygı enjekte etmek, korkularını büyütmek, moral bozmak, söylediklerimiz üzerinden aslında kendi egomuzu rahatlatmaya çalışmak mı?

Eklemek istediğim bir husus var. Allah'tan başka kimse gaybı bilemez. Astrolojide sadece elimizdeki verilere göre ihtimallerden bahsederiz. Mesela diyelim ki astrolojik ihtimaller belirli bir zaman diliminde ölümcül bir kaza geçirme riskiniz olduğunuzu söylüyor.  Bu risk sizinle birlikte binlerce hatta belki milyonlarca kişi için mevcuttur. Fakat kaderin yazılı olduğu Levh-i Mahfuz'da o konum itibariyle kim için nasıl bir gündem olduğu bilgisine erişemeyiz. Bu yüzden o gün 6.kattan düşen bir kişi burnu bile kanamadan ayağa kalkar, kurtulur. Başka bir kişi ise yolda giderken ayağı takılıp düşer ve hayatını kaybeder. 1.kişi için o gün ecel yazılmamıştır, 2.kişi için vakit gelmiştir. 3. bir kişi ise o gün hiçbir şey yaşamaz. İşte bu gaybi bilginin sırrına eremeyiz. 

Başka bir örnek. 4.evde jüpiter genel olarak aileden gelen refah ve zenginliğe işaret eder. Aynı konum sıradan kişilerde olabileceği gibi kraliyet ailesi ya da ünlü milyarderlerin haritalarında da vardır. Kime ve ne kadar refah sağlayacağını bilemeyiz, çünkü kime ne kadar rızık tayin edildiği bilgisi gaybidir.

Bu biraz da doktorun elindeki bütün verileri değerlendirerek "hastanızın 6 aylık ömrü kalmış" demesine benzer. Bazen bu hastalar yıllarca yaşamaya devam eder. Oysa bütün deliller aksini gösteriyordu. Çok yaşamışızdır, meteoroloji yarın için yağmur gösterir. Şemsiyenizi yanınıza alır, yağmurluk giyersiniz. Ertesi gün hafif bir çiseleme ve ardından güneş açar. Bütün gün elimizde şemsiye taşımak zorunda kaldığınız için meteorolojiye kızarız. İhtimaller... halbuki bütün olasılıklar sağanak yağış gösteriyordu.

Allah C.C yarattığı insanlara benzemekten münezzehir. O, cimri değildir. Bilgisinin istediği kadarını, isteği zamanda, istediği kişiyle, istediği şekilde paylaşır. Bu nedenle herkes her ilmi aynı miktarda bilemez. Herkes kendi yetenekleri ve niyetleri doğrultusunda kabiliyeti kadarını alabilmiştir. Her doktor, her öğretmen, her mühendis aynı mesleği aynı şekilde icra edemez. Burada Yaratıcı'nın çeşitliliğe ne kadar değer verdiğini de görüyoruz aslında, herkes aynı tezgahtan çıksa ve papağan gibi aynı şeyleri söyleyip dursa kuşkusuz buna ilim denmezdi. 

Allah en doğrusunu bilir. O, Alim ve Hakimdir. Yerde ve göklerde yaratılmış her şeyin en yüce bilgisine sahiptir. Bize O'nun sistemini anlamaya çalışmak üzere hayret denizine dalmak düşer.

Başka bir yazıda görüşmek dileğiyle,

Sevgiler

 

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 6
: 148
Kayıt tarihi
: 11.07.07
 
 

İngilizce öğretmeni, astroloji öğrencisi, INTJ-A ..