Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Eylül '11

 
Kategori
Deneme
 

Bir insan niçin yazı yazar?

Bir insan niçin yazı yazar?
 

Bir insan niçin yazı yazar?..

Konuşarak kolayından derdini anlatmak varken, insanoğlunun kendisini, kendi eli ile zora sokmasının nedeni ne ola ki?..

Ünlü edebiyat adamı Jorge Luis Borges bu konuda şunları söylüyor:

- Yazmaktan vazgeçemem… Benim kaderim, [bir okur ve] yazar olarak, hep edebiyata dönük oldu: Ben acil bir soruna ve bir iç gerekliliğe yanıt vermek için yazarım… Ancak, kendi adasında yaşayan bir Robenson olsaydım asla yazmazdım!..

İnsanoğlu derdini konuşarak zihninde ve gönlündekileri tam olarak anlatamadığı kanısına vardığında yazmaya başlıyor.

Yazarken düşünmeye dilediğiniz kadar süre verme imkânına sahipsiniz.

Karşınızdaki insanın beden dilinden ya da ona karşı olan duygularınızdan etkilenme gibi bir riskin yükünü de taşımıyorsunuz.

Ayrıca günün her hangi bir saatinde “konuşma” sizi yakalayabilir. Oysa yazma zamanını ve yerini siz seçiyorsunuz özgürce…

Demek ki, yazarken kendi evinizdesiniz; konuşurken ise deplasmanda, yakın çevreniz ya da toplumun orta yerinde…

Yazdıklarınız sizi [yani düşünce ve duygularınızı] istediğiniz ölçüde ifade etmiyorsa, dilediğiniz an durup, kendinizi geri çekebilir, yazma ediminize ara verebilirsiniz… Oturduğunuz yerden kalkıp, derin derin nefes alabilir, ıslık çalabilir ya da karşınızdaki duvarı yumruklayabilirsiniz…

Ama konuşurken karşınızda “toplum” vardır; önünüz arkanız toplum tarafından kuşatılmıştır.

Konuşurken toplumun kurallarına uymak, karşınızdaki kişinin onurunu gözetmek hoşlandığı ya da nefret ettiği şeyleri gözetmek zorundasınızdır, ifadelerinizi konuşma ortamının koşullarını ile uyarlı kılmak durumundasınızdır…

Peki, yazarken sahiden [ve gerçek anlamda] özgür müsünüz?

Hiç sanmıyorum.

Yazarken özgürlüğünüzü boğan, sizi toplumsal hayatın zorunluluklarına düğümleyen görünmez bağlar vardır.

Bir kere aklınıza her esen şeyi, estiği gibi ve o şiddette yazamazsınız. Bu işin de toplumsal paydalı bir hesabı ve kitabı vardır.

Öncelikle yazdıklarınızı okuyacak olanların sizi öngördüğünüz gibi tanımlamalarını sağlayacak bir “oto/sansür”ünüz mevcuttur.

Sonrasında toplumdan kaçırdığınız kişisel suçlarınız/ ayıplarınız/ özürleriniz/ tövbeleriniz vardır… Hiç kimse kolay kolay kendi “iç-ben”ini tüm çıplaklığı ile topluma açıklayamaz; o ölçüde soyunup, çırılçıplak kalacak cesareti bulamaz…

Erişilen ruhsal yükseklik ve derinliğin gerçekte kaç okka çektiği, insanın yazarken ne kadar içten olduğu ve ne ölçüde “kendi” gerçeğini dürüst bir biçimde ortaya koyabilmesi ölçütü ile belli olur…

Ama insanların kendi çirkinliklerini toplumun önüne sere serpe dökmeleri de tek başına bir marifet değildir. Sanıyoruz bu noktada önemli olan, kişisel hesaplaşma rahlesinde dürüstçe benimsenen gerçekçiliktir.

İnsan, kendi gerçeğini erdemle [toplumsal değerlerle] boyamadan hesaplaşma masasına yatırabilmelidir.

Kaçışlarını, ertelemelerini, yalanlarını, çıkarcılıklarını ve akla gelebilecek tüm olumsuz niteliklerini, kendini savunma mekanizmasının çarkına kaptırmadan kendini sorgulama yiğitliğini gösterebilmelidir.

Ünlü yazar Amodo şöyle demektedir:

1) Yazmak, insanın iç gerekliliğine verdiği bir yanıttır…

2) Hemen bunun yanında ise, toplumsal sorumluluklarının ertelenmesi mümkün olmayan bir gereğidir.

Demek ki yazar, insanoğlunun [naçiz] bir temsilcisi olarak, yaşadığı topluma karşı üstlenmiş bulunduğu sorumluluklarını bir “iç gereklilik” mertebesine yükseltmesini bilebilen yetkin bir kişidir… Kendisini bu nitelikler içinde yetiştiren ve geliştiren bir kişilik yapılanmasının usta bir mimarıdır…

Gül ile bülbülün öyküsünden, gül ile bülbülün içinde yaşadığı düzenin olması gereken ilke ve esaslarını çıkartan bir toplum-bilimcisidir.

İnsanlık idealleri yönünde sürdürülen toplumsal mücadelelerin ateşleyicisi ve bu mücadelelerin savaşçılarına güç, moral ve bilinç götüren bir devrimcidir…

Yazı yazan kişi, aynı zamanda genel koşulların öznel niteliklerini araştırmaya yönelik olarak sürdürülen hummalı bir çalışmanın mütevazı bir neferidir.

Yazar, bireycidir.

Yazar, toplumcudur.

Yazar, birey ile toplumun kesiştiği noktada, sözü edilen karşıtlığı çözüme doğru yükselten sentezin köprüsüdür… Bu köprünün tam orta noktasında çevresini gözlemleyen bir yaratıcıdır…

Ünlü yazar Amodo, işte “bu zorunluluğun gereğini yerine getirmek için yazıyorum” diyor… Ve hemen ekliyor:

- Bu durumda, “yazmama”yı… İstesem bile başaramam!..

farukhaksal@superonline.com 

 
Toplam blog
: 913
: 485
Kayıt tarihi
: 30.01.09
 
 

1942 yılının Şubat ayında Bursa'da (Mehmet Kemalettin'den olma, Emine İffet'ten doğma olarak) dün..