Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Şubat '10

 
Kategori
Deneme
 

Bir İstanbul Masalı

Bir İstanbul Masalı
 

Aylardan Ekim idi. Hüzünlü bir sonbahar akşamında evimin kapısını kilitlerken hissettiğim hüzün; bir daha o kapıdan içeri girmeyeceğimin bilinci içerisindeki ruh halimin getirdiği sürükleyici ve yıpratıcı bir duygu karmaşasından kaynaklanıyordu. Öyle ya “Bu anahtarlar bir daha bu kapıyı açmayacak” diyordu ellerim yüreğime… Açmadı da

Ne kapılar eskitmişti yorgun ayaklarım gelip-geçerken eşiğine takılmaktan. Bu defa ki mermerdi, aşınmamıştı ama çatlayıvermişti. Orta yerinden. Bana inat, yüreğime inat sanki. “Sen ikiye bölünemezsin ama ben bu işi iyi bilirim” dercesine…

Kim bilir nerededir şimdi o anahtarlar. Kim bilir nerededir o kapı. Kim bilir hangi çöplükte ya da hangi moloz yığınındadır mermer eşik. Kim bilir?

***

Bir İstanbul Masalı hayaliyle; beklentisiyle; ümidiyle değildi bu geliş. Taşı-toprağı altınmış, hele bir gidelim elbet başımızı sokacak bir yer buluruz, midemize dolduracak aş buluruz diyerek değildi hasret mücadelesine karar verişimiz.

Gezilecek-görülecek çok yerleri varmış ya, hele bir gidelim; yerleşelim; gezer tozarız, tadını çıkartırız; sıkılıca da geri geliriz nevinden değildi gurbetin dikenli tellerini yorgan belleyişimiz.

***

Zorunluluktan denilebilir, mecburiyet hasıl oldu denebilir, el-mahkum diye addedilebilir. Evet, ömr-ü hayatımın en deli yıllarında yollarımızın kesişmesiyle aşkına düçar olduğum; günlerce peşinden dolanıp da avucumu bile yaladığım; kendimi onda kaybettiğim ama yine onda bulduğum yaşam pınarım; mutluluk sevincim; huzur sükunum; her şeyden önemlisi ilahi kudretin ruhuma emaneti muhterem zevcem nam-ı diğer “zevce hazretleri” sebebiyle ayak vurduk bu yollara.

Zat-ı alilerinin mecburi hizmet denilen devlet yükümlülüğünden mütevellit tayin olundukları hastane İstanbul nam şehrin hudutları içerisinde olduğundan bu hudutlar içinde yaşamaya mecburiyetimiz hasıl oluvermişti işte.

***

İnsanın yıllarca yaşadığı yer ucube bile olsa gözüne saraydır. Orayı bırakıvermek kolay değildir. Hele ki orada cümle dostları ikamet ediyor, aile büyükleri hayatlarını idame ettiriyor ise o vakit mekanın kutsallığı ve vazgeçilmezliği daha da artıveriyor.

Horoz diyarı nam Denizli ilinden taşı-toprağı altın nam şehir İstanbul’a gelişimizin “seher” vaktindeyiz daha? Kim bilir kaç vakit geçecek bu kendine has deveranı olan döngüden? Kim bilir tan yeri ne zaman ağaracak isli ve puslu gecenin sonunda? Kim bilir kuşluk ne vakit görünecek gri bulutların ardından çıkan güneşle? Kim bilir öğlesi nasıl olacak, ikindisi nasıl ve ne kadar? Ve bakalım akşam olacak mı batmayan güneşlere inat; salına salına inerek ufuklarından? Ve dahi ve, yatsı vakti ne zaman girecek ömrün merdivenlerinde pinekleyen bedenlerin yaşadığı ışıksız gecelerde? Gözler nerede yumulacak kim bilir mavi bakışlara ve yeşil umutlara? Kim bilir?

Murat HACIOĞLU

***

“Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.” Mehmet Akif Ersoy.

www.murathacioglu.com

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..