Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mart '16

 
Kategori
Öykü
 

Bir İstanbul masalı

Bir İstanbul masalı
 

Snaycı Deniz Bulut ile RumELİ magazin Galası


Yine bir yolculuk; her yolculuk öncesi bir telaş, bir koşmaca ile gecen zaman, koşmaca:
Belki de oldukça basit bulduğumuz günlük olayların içinde yer almak zaman zaman can sıkıcı gibi gözükse de benim açımdan hiç de öyle değil. Hayata dair birçok ders çıkartmak mümkün. Dış dünyayı, hatta içimizdeki o gizemli çözümleyemediğimiz dünyayı bir başkası nasıl ele alırdı diye düşündünüz mü hiç? Bu şekilde bakınca hele bir de yollara çıkınca farklılıklarımız, ortak noktalarımız gözler önüne seriliyor. Yaşamım boyunca sevdim yolculukları. koltuğuma oturunca ne çok yaşanmış anı canlandığın da kalemle kağıtla dostluğun başlar yazmadan edemem yaşanmışlıkları yine böyle bir gün kalem dönmeye başladı beyaz sayfaların üzerinde .

Oğlum uzun yıllardır İstanbul’da yaşıyor ve işleri nedeniyle pek de fazla görüşme imkanı bulamıyoruz. Bu hasretlik, bu ayrılık zor gelse de hepimizin avuntusu olan bir söz var ya “Sağlık olsun da varsın gurbet olsun.” İşte bir anne olarak ben de böyle rahatlatıyorum kendimi.

Nedense eskiye dair hep büyük bir özlem duyuyor insan. Geçmiş günlerde farkına varamadığınız, kendinizi gelecekteki yaşamınızla ilgili bir türlü hazırlayamadığınız bir durum, büyük bir yıkım yaratıyor anne yüreğinde.
İsyan etmek demeyelim ama arada bir de keşkeler çıkıyor dilinizden, yüreğinizden. Dizinizin dibinde olduğu günlerde de “Ah bir büyüseler, başka şey istemem.” diyorsunuz.

Haydi buyurun tezat duygular yumağına, çöz çözebilirsen.

Okuduğum bir yazıda kadın kendini şöyle ifade ediyordu: “Sudan çıkmış balığa döndüm.” “Evet, tam da beni anlatıyor.” demiştim.

Kendi kanatlarıyla uçan çocuklarımın bana ihtiyacı kalmamış mıydı?

Arkalarından önlerinden koşarken vaktin, hayatın nasıl geçtiğini anlayamamıştım. Tek amacım büyümeleri, güçlü olmaları, ayaklarının üstüne sağlam basmaları değil miydi? Peki, şu an karşı karşıya kaldığım durum neydi? İşe yaramayan, bir kenara çekilmiş, kara kara düşünen ve şimdi ben ne yaparım düşüncesiyle boğuşan kadın ben değil miyim? Çoğu zaman kendimi uzay mekiğinin gerek kalmayınca fırlattığı parçaya benzetiyorum, uzay boşluğunda yapayalnız dönüp duran. Dönerken de beni de sessiz ve ıssız bir girdaba çeken bu hayat, beni boğmaya başladığın hissettiğimde, bir şey yapmalıyım diye düşünmeye başladım. artık demir almak zamanının geldiğini hissettiğimde kendimi satırların arasında buldum. Nasıl unutmuştum, yıllardır karaladıkları mı? Sarıldım, oğluma kızıma sarılır gibi sarıldım. Yazdıkça hayata daha çok sarıldım. o kenara atılmışlık duygusunu unutmaya başladım. Artık kalemle yolculuğum başlamıştı. şiirler derken denemeler,anılar birde baktım kısa öykülere döndü. ve doğdular birer birer, yeni çocuklarım, her doğana daha sıkı sarıldım. sarılamadıklarıma.
Sonra fuarlar başladı. Fuar kokusunu ilk aldığımda sarhoş oldum. yazmak böyle bir duyguydu. Bir kez aldın mı artık hep solumak istiyor insan, tatmadığım duyguların esiri oluyorsun. Beğenilmek sana ait olanın ellerde taktir görmesi anlatılmaz bir duygu. Bu duygu selinin içinde akma doyumsuz bir yazma hevesi veriyor insana. İşte yine bu güzel duyguları yaşamak için aldığım davet üzerine:

Apar topar hazırlanıyorum, eşimle biletimi alıyoruz ve yine otogardayım. Ne kadar mutluyum bilemezsiniz,
İki güzel duyguyu bir arada yaşamak;bu vesile ile hem oğlumu göreceğim,hemde fuarı solumak,İçim içime sığmıyor, kırık kanatlarım iyileşti, uçuyorum. Yavrucuğum, işte geliyorum.
Onca insan kalabalığı ve onca otobüs… Kimi hareket etmek için bekliyor, kimi almış yolcularını geliyor. Bir bir inceliyorum suretleri, yüzlerindeki ifadelere bakıyorum, konuşmalarına kulak misafiri oluyorum. Dokunmak istiyorum uzaktan uzağa hayatlarına çünkü binlerce yaşanmış hikâye var burada.

Büyük bir heyecanla kavuşmak için bekleyenlerin gözleri ışıltılarla dolu, dudaklarında büyülü bir tebessüm. Yerlerinde duramıyorlar, bakışları gelecek otobüste. Kim bilir kaçıncı kez kalkıyor oturduğu yerden kara yağız delikanlı. Her defasında “Bu da değilmiş.” deyip dönüyor banklara. Rötarlı gelecek galiba. Yolcusu için ben de dualar ediyorum sağlıkla kavuşun diye, o farkında olmasa bile. Elinde koca çuvallarla geliyor hacı şapkalı, beyaz sakallı amca. Anlaşılan gurbettekilere memleketten bir şeyler gönderiyor. Tutuversem ucundan diyorum, tam bu sırada yetişiyor hızır gibi zayıfça bir sarı oğlan. “Aman!” diyorum, “Şükür insan evlatları da var.” Tam bu sırada otobüse binmeye çalışan esmerce adam dikkatimi çekiyor. Boynuna kenetlenmiş küçük ellerden yavaşça, hiç istemeden de olsa kurtulmaya çalışıyor. Gözyaşları birer sicim olmuş, akıyor ufaklığın. Elinin tersiyle ovuşturarak sıvazlıyor kara gözlerini, “Gitme!” diye yalvarıyor asker traşlı babasına. “Ayy gözüme bir şey kaçtı.” diyor, sıvazlıyor, çaktırmadan oğlunun sırtını.

İşte benim otobüsüm de geldi, vedalaşma vakti. Bir yastığa baş koyduğum hayat arkadaşımı Bafra’da bırakmak hiç içime sinmese de çaresiz gidiyorum. “Kendine iyi bak.” diyerek tembih üstüne tembih ediyorum. Camdan bakıyorum, elimi sallıyorum, dualar ile bırakıyorum seni, Allah’a emanet ol diyerek. Çok istemişti benimle beraber gelmeyi, olmadı. Evde ona ihtiyacı olan anne ve babasını düşündü. yutkundu.....

Bu sefer beşinci koltuktayım, can kenarı pek rahatım yanıma oturan da olmadı. Ne konuşanım var yanımda ne de hayatını hiç çekinmeden anlatan. Elimde not defterim, kısa kısa gelişen olayları karalıyorum. Belki de merak edenler vardır bu kadın habire ne yazıyor diye. Tabii ki birileri de benim hayatıma dokunmak isteyebilir, o halde “Merhaba yabancı!”
Bugün oldukça puslu bir gün, yağmur bulutları dolu dolu, her an gök boşalabilir bereket olup toprağa. Hava şartlarının şu an beni hiç de psikolojik yönde karamsar hissettirdiğini sanmayın, tam tersine mutluyum. Oğluma gidiyorum, daha ne olsun. Güzeli görmeli, tadını çıkarmalı yolculuğun. “Yaslan koltuğuna.” diyorum, ohh sefam olsun.

Şu sıralar Mart başı, cemrelerin bir bir düştüğünü düşünürsek bir bakıyorsun bahar, bir bakıyorsun dondurucu kış. Hatta yine aldanıyor o güzelim ağaçlar, tomurcuklanmış, çiçeklenip açmışlar gelin gibi.
Dağlar morsu alabildiğine, grimsi zirvesi gölgeli, yoksa efkâr mı basmış dumanlı başına? Sevgilisi güneş bir gösterse yüzünü, yeşilin bin bir rengine boyanacak tekrar. Ya o kızıllıklara ne demeli? Bir yangın var içinde, bastırılmış derinlere, saklanmış belli. Çıplaklıktan üşüyen ağaçlar baharın gelmesi için yalvarıyor adeta, yine var olmak, doğmak için. Diyorum ki kendi kendime “Bir tuvalim olsa, bir de boyalarım, fırçamla can versem bu eşsiz manzaraya.”

Tek tük evler görüyorum sonra, kümeleşip bir araya gelen binalar. Düşünüyorum da komşuluk kaldı mı? Binalar yalnız da ya insanlar? Haber vermeden ne gelen var ne giden, Nerede o eski günler diyoruz da söyleyin hangimiz o unutamadığımız günleri tekrar geriye getirmek için çaba gösteriyoruz.

Yolculuk başladıktan 15-20 dakika sonra mola veriyoruz Kahve servisi başlıyor. Hiç sevemedim üçü bir ara dayı ben bir sıcak su diyorum. kahvem var benim, anlatıyorum beni huysuz sanmasın diye muavıne, bazen bulunuyor isterseniz dolaba bakabilirim diyor teşekkür ediyorum yanımda var, bir minik kek veriyor bana , sonra bir gülücük gönderiyor en samimisinden. biraz kitap okuyorum loş ışıkta gözlerini dinlendirmek için kapadığımda uyumuşum, yapılan anonsun sesi ile uyandım. Dinlenme tesislerindeyiz. Kahvaltı yapanlar, sigarasını tellendirenler ve durmadan telefon görüşmesi yapanlar. Ağır yemek kokusu rahatsız ediyor beni, pek yaklaşmak istemiyorum tesise, tek ihtiyacım tuvalet, hemen akabinde tekrar temiz hava almak istiyorum. Kara benizli adam dikkatimi çekiyor, elinde fırça, arabaları temizliyor büyük bir özenle. Yakınından geçiyorum, yosun rengi gözleri anlamlı bakışlarımın farkına varıyor, o da bana bakıyor ne oluyor dercesine, hay Allah.

Vakit doldu, yola devam, yine izlemliyorum gözümün görebildiğini. İşte akıp giden yollar, coşmuş olabildiğince, almış önüne arabaları hızla akıyor trafik. Sorsam derdini neler anlatır kim bilir. Üç ya da dört tane uçan kuş görüyorum, aman diyorum bu ne sevinç bilmem. Hep sevmişimdir onları, güzel ötenler, göç edenler, hele de martıları. Yol levhasını görüyorum, en kısa zamanda görmeyi diliyorum. Yine gökyüzüne bakıyorum, mavilikler arıyorum ama yok, bulutlara bakıyorum çocukluğumda yaptığım gibi, şekillerini benzetmek istiyorum bu sefer, yapamıyorum. Evet, bu sefer yalnızım, iki kelam konuşmadan geçiyor saatler fakat yolcular var kendi hallerinde muhabbet eden. Genç kızın küçücük ekrana düşmüş aksini görüyorum, tatlı bir uyku çekiyor erkeğinin güvenli omzunda, “Ahh!” diyorum, “Sevmek ne güzel.” Çiftli koltukta yanındaki arkadaşına bir şeyler anlatıp, her geçtiğimiz yerde işaret parmağını kaldırıp duruyor yaşlı babacan adam. Elindeki şövalye yüzük oldukça zevkli bir seçim, altın kaplama saati oldukça şık. “Keşke duyabilseydim.” diyorum, birçok bilgi sahibi olurdum böylece. Kapı tarafındaki çiftli koltukta genç bir adam yer yer dökülmeye yüz tutmuş saçlarını sıvazlıyor. Her başına dokunuşu hiç ayrılmaya razı olmadığı saçlarıyla veda edercesine.

Arkamı dönüp bakmak istemedim, fazla merak başıma dert açabilirdi. Kıs kıs gülüyorum bu halime, ben de bir hoşum yahu. Tekrar dışarıyı seyretmeye koyuluyorum, terk edilmiş evler görüyorum, sıvası dökülmüş, boz badanasıyla, yıkılmış çatısıyla, yaşlı insanları hatırlatıyor. Bir nefes bekleyen, bir hal hatır isteyen insanlar gibiler. Bacası tüten ev arıyorum, sobanın yandığını ispatlarcasına işte mavi boyalı ev. Fokur fokur kaynayan çaydanlık var mıdır üstünde? Dumanı tüten tavşankanı geçiyor mudur birilerinin kursağından?

Telefonum çalıyor, oğlum ilk yola çıktığımda aramıştı iyi yolculuklar dilemek için, şimdi de “Seni karşılamak için geleyim mi.” diyor. Samandıra’dayım. İstanbul’a çok az mesafe kaldı, yine kavuşmalar yaşanacak ve nice hikâyelere şahit olan otogar bizi de içine alacak. Bu sefer kırmızı yerine kahve tonlarındaki rujumu sürüyorum yine gülümseyerek. Gelme! işinden olma. Servis getirecek. İndiğim yer eve çok yakın. Sen işine git. ’’Bu gün uzak şubedeyim. Akşam erken, gelmeye çalışırım.’’ Telefon kapanıyor. Zor bu gençlerin işi İstanbul’da yaşamak daha da zor.

Akşama kadar işim çok ana yüreği işte evde biraz temizlik yapıyorum. sonra, atmış beş yaşı kartımı çıkarmak için Karaköy’ün yolunu tutuyorum. için kötüsü jetonum yok alabileceğim yer de yok, yinede atlıyorum otobüse şoföre izah ediyorum para olarak vermek için, rahat ol teyzem sen geç otu diyor, sağ olsun. hemen konuşmayı duyan bir beyefendi
-Geç kalırsınız Karaköy’de işlem dörtte bitiyor. Beşiktaş İskelesınde var. Oraya yetişirsiniz. Eliyle işaret ediyor, karşıda şu Türk bayrağını gördünüz mü? İşte orası. Seviniyorum. Karaköy’e gitmekten kurtuluyorum. derken Nurcan’ım, Rüyam arıyor. geldin mi diye, sıra beklerken muhabbet başlıyor telefonda kuyruk uzun sanki herkes bu günü bulmuş. işimin ne zaman biteceğini soruyorlar. o arada Gazeteci arkadaşım Necati Mumay’da arıyor. hoş geldin diyor. programımı soruyor. ’’ bu gece Rumeli Magazin dergisinin ödül ve kutlama gecesi var müsaitsen senide alalım diyor. Oğlumla konuşayım. Geç dönecekse size haber veririm diyorum.
Bu arada sıram geldi. Kartımın süresini On yıl uzattılar. ’’ bakalım on yıllık ömrüm var mı?’’
Oğlumu arıyorum. hemen o kadar işinin arasında dönüyor bana. evde kaçta olursun diyorum. Anneciğim Bostancı’dayım.İşim dokuzda biter. Son vapura yetişeceğim. eve gelmem on biri bulur. bende arkadaşlarla Bayram Paşa’ya gidiyorum. Evde buluşuruz o zaman diyorum. vedalaşıyoruz uzaktan uzağa. Burası İstanbul
Rüya yeniden arıyor Ablam akşam geliyor musun diyor.Nurcan Arıyor. Araba ile götüreceğim sen otobüsle Emin önüne gel. seni biz alırız diyor. Vadullah arıyor. Ablam hoş geldin. seni alalım diyor. anlatıyorum tamam diyor. bende oraya geliyorum diyor, telefon kapanıyor. ben otobüse binerek Emin Önünün yolunu tutuyorum.
Dostlar bir simit sarayında toplandık. Sohbetin ardından. Nurcan araba ile geldi.arabaya doluştuk. Hoş geldin muhabbetinin ardından Necati Mumay’’ın eşin almaya gidiyoruz. biz neşe ile gidiyoruz da ne gidiş sanki santim santim ilerliyoruz. yoğun bir trafik beş dakikalık yolu biz yarım saatte gidemedik. Ama sohbet öyle güzel ki kimse şikayet etmiyor. Sonunda yol açılıyor. bizde hızla ilerliyoruz. Yengeyi alınca Bayram Paşa’nın yolunu tutuyoruz. yeri biraz zor bulsak da törenin yapılacağı yere vardığımızda Rüya bizi kapıda karşılıyor. Yerlerimizi ayırmış. oturuyoruz. İlk yanımıza ’’Türkiye Haber İstanbul Expresse’sın yayın yönetmeni Ahmet Kaplan Bey geliyor tanışıyoruz. çok mutlu olduğunu söyleyerek kartını veriyor yazı gönder yayınlarım diyor. resimlerimizi çekerken. yanımıza çok güzel ve alımlı bir bayanı getiriyor. ben tanımadım ama herkes ona hoş geldin diyor merek içindeyim. yanıma oturuyor. merhaba hoş geldin diyorum. tanışıyoruz. Sanatçı Deniz Bulut Sanatçı bir kaza sonucu gözlerini kaybetmiş. Çok üzüntüler çektiğini yeni yeni hayata döndüğünü anlatıyor. hoş bir sete başlıyoruz. Menejerine resimlerimizi çektiriyor. Konukların ve derneklerin isimleri tek tek okunuyor. ödül alacaklar sıra ile sahneye çıkıyor. katılımız çok olmadığı ödül törenini ilgi ile izliyorum. Bayram Paşa’ya ilk gelişim. güzel bir gece, aksaklıklar olsa da herkes elinden geleni yapmış. Şehit ve Gaziler derneğine ünlü modacı bir gelinlik hediye ediyor gelirini Şehit ve Gaziler derneğine bağışlıyor dernek başkanı teşekkür ediyor. program şöyle devam ediyor:
’’İstanbul’da yayınlanan Rumeli Magazin Dergisinin düzenlediği “Gala Gecesi”nde muhteşem bir konsere sahne oldu. Aslı Kökçe’nin sunumunu üstlendiği programda sahne alan sanatçılar izleyicilere keyifli saatler

yaşattı. Gecenin sürpriz sanatçısı Cüneyt Şentürk, okuduğu parçalarla salondakilerin alkışını aldı…

Bayrampaşa Gazetesi adına Yılmaz Birinci ve ekibinin konuklarla tek tek ilgilendiği etkinlik, Belediyenin BAYGEM Kompleksi M. Akif Ersoy Kültür Merkezi’ndeki gerçekleşti.

Konuklardan, ses sanatçısı Deniz Akbulut ve diğer sanatçılar birer plaketle ödüllendirildi. Rüya Eren’in de sahne aldığı program 3 saat kadar sürdü… Etkinlikte çok sayıda sanatçı sahne aldı. ’’ Gecenin ilerleyen saatın de geri dönüş başladı. beni T28 bindirdiler Bu otobüsle Beşiktaş iskelesine geldim iki üç duraklık yolum kalmıştı. yinede tekrar otobüse bindim oğlumun evine çok yakın Ertuğrul sitesinin önünde indim merdivenlerden inerek eve ulaştım.Oğlumda yeni gelmişti.
Hoş buldum yavrum, kuzum, canım, seni ne çok özledim bir bilsen. Diyerek hasret giderdik.uzun uzun sohbet ettik. iyice uyku bastırmıştı. iyi geceler diyerek odama çekildim. yastığa başımı koyar koymaz uyumuşum.

Yeniden onun kokusunu duymak, yeniden onun yanında olmak, yüzüne bakmak mutlulukların en güzeli. O kocaman bir adam ama hala benim için minicik bir çocuk.
Sabah onu işe gönderirken hissettiklerim gözlerimi yaşarttı. Ne zaman bu kadar büyümüştü. Güçlü ve sağlam basıyordu yere. sıkıntılarını ban yansıtmasa da ben anlıyordum ama bir şey yapamayacağım içinde anlamaz gibi davranıyordum.
Aslına bakarsanız o ayaklarının üstüne sapasağlam basarken bana da hayata nasıl tutunacağım hakkında ipuçlarını verdi. At gözlüklerimi çıkartmama yardımcı olan yavrularım öğrenmenin güzelliklerini, ufkun gerisini görebilmeyi öğrettiler. hayatta sahip olduğum en güzel varlıktılar. Yolları açık olsun.

Gülseren Akdaş

 
Toplam blog
: 140
: 595
Kayıt tarihi
: 31.08.10
 
 

18.03.1950 yılında Samsun'un Bafra ilçesinde dünyaya gelmiş. Altı çocuklu bir işçi ailesinin üçün..