Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Nisan '08

 
Kategori
Blog
 

Bir kampanya öyküsü

Bir kampanya öyküsü
 

Biri bitmeden diğeri başlıyor


Benim doğduğum yörelerin tek katlı ve geniş bahçeli evleri, bu evlerin de fesleğen kokulu çocukları vardı. Çağla ağaçlarının tepesinde sincaplar gibi dolaşmak, aylak aylak İzmir Körfezi’ne girip çıkan gemileri saymak, çam ağacından mamul lastikli sapanlarla cam çerçeve indirmek gibi tuhaf oyunları vardı bu çocukların. Bunaltıcı Ege sıcaklarından korunmak için “cebren” yatırıldıkları öğlen uykuları da olmasa, keyiflerine diyecek yoktu.


Hayatında bir kez olsun tozlu yollarda yalınayak yürümemiş, gazoz kapağı toplamamış, bilye yuvarlayıp ütülmemiş, çelik çomak oynarken kafası gözü yarılmamış ve bütün bu hergeleliklerin sonucu anasından günde üç posta(eşek sudan gelinceye kadar) dayak yememiş kuşaklara anlatması zordur bunları.


Oysa bilenler bilir; güz yağmurlarıyla birlikte okul da başlardı. Bu beyaz yakalı karga sürüleri her sabah okul önünde toplanır, adam olacaklarına dair ant içtikten sonra sınıflarına dağılırlardı. O zamanın okullarında (altmışlı yıllar) sadece iki kere ikinin dört ettiği, çiçeklerde çanak ve taç yapraklar olduğu öğretilmezdi tabii.


Bir hayli bol olan milli bayramlarda bizleri coşkulandıran törenler düzenlenir, günün mana ve ehemmiyetini idrak etmemize çok dikkat edilirdi… Anarak yâd eder ve her 9 Eylül günü kurtarırdık güzel şehrimizi…(E temsili tabii, ben hep Efe olurdum).


Birlik ve beraberlik esastı ve kampanyalar(sihirli değnek) sayesinde her türlü soruna çözüm bulunabilirdi.


Ortada yabancı menşeli bir mal göremezdik ama yabancı malları yerin dibine sokan Yerli Malı Kampanyası vardı ve en az bir hafta sürerdi kutlamaları. Biz, ayakkabı deyince Beykoz, elbise deyince Sümerbank’tan başkasını bilmeyen veletler bol bol portakal, elma, fındık, fıstık yer; ağız şapırtıları arasında günün mana ve önemini vurgulayan konuşmalar dinlerdik öğretmenlerimizden. Ne şimdiki kuşaklar gibi Nike bilirdik, ne Adidas, ne de Livas(Ne kadar da şanslı şimdiki kuşaklar değil mi?)!


Bu kampanyacılık tutkusu bizim iliklerimize kadar işledi ve o körpe beyinlerimize adeta nakşedildi!(Bakınız lütfen bizim çarşıya) Örneğin etraf meşin yuvarlak peşinden koşturmaya elverişli çayır, çimenliklerle kaplıydı ama o zamanlar bir futbol topuna sahip olmak, bugünün sayısal lotosunda altıyı tutturmak kadar imkânsızdı…


En zengin ailelerin bütçelerinden bile zırnık çıkmıyordu bir futbol topu için.


Haytalığın lüzumu yoktu!


Tek çare, Göztepe Stadının o yüksek duvarlarına akbabalar gibi tünemek, Göztepeli futbolcuların antrenmanını dikkatle takip etmekti. Ünlü solaçık Kasap Halil antrenmanda ölçüyü kaçırıp bir şut patlatacak da, meşin yuvarlak o yüksek duvarları aşıp dışarı kaçacak da, malzemeci Paytak Namık durumun farkına varmayacak da, bizler de bir top sahibi olacağız!


Uzun iş değil mi? Her seferinde boynu bükük ayrılırdık stattan. Mahalleye süklüm püklüm dönünceye kadar malzemeci Paytak Namık’ın kulaklarını çınlatır, bir futbol topuna sahip olmadığımız için kendi kendimize kızardık!


İşte böyle bozgun günlerinde ortaya bir kampanya lafı atılırdı ki, bu büyülü kampanya sözcüğü hepimizi heyecanlandırırdı… Birlik ve beraberlik ruhu eşliğinde para toplamalı ve bir futbol topu almalı…


Nedense bu tür kampanyalara bıyıkları terlemiş, askere gitme zamanı yaklaşmış ağabeylerimiz öncülük ederlerdi… Para toplama işini onlar organize eder, biz on iki, on üç yaşındaki yer mantarlarına da para bulma görevi düşerdi! Hesap kitap işlerine burnumuzu sokmaz, ağabeylerimizin “Evdekiler duymayacak!” şeklindeki uyarılarını da kulak arkası etmezdik!


Defalarca bu tür kampanyalar düzenlendiği halde bir top sahibi olamadıksa da, toplumsal dayanışmanın, o bize okulda öğretilen “Birlik ve beraberlik ruhunun” nelere muktedir olduğunu öğrendik!


Kampanya başlayınca dedikodusu da peşinden gelirdi tabii…


“Kaç lira toplanmış?”


“37 Lira 85 Kuruş.”


“Top almaya yeter mi?”


“Hiç yeter mi len! Top bu! Beş numara olacak, bağcıklı değil, siboplu olacak!”


“Şaşı Recep 5 Lira vermiş…”


“Hadi yaaa, nereden bulmuş?”


“Anasının bakırlarını hurdacıya okutmuş!”


“Sen ne kadar verdin?”


“ İki Lira, evdeki boş bira şişelerini…”


Kolay değildi tabii… Para toplanacak ve bir futbol topu alınacaktı. Bu kampanyaya katkıda bulunmayanlar değil topa ayak değdirmek, topun yüzünü bile göremeyeceklerdi. Kural böyleydi ve kesinlikle uyulması gerekirdi.


O zamanlar (altmışlı yıllar) cep telefonu falan olmadığından “Şunu şuraya yazcen, buraya göndercen senin de bir topun olcek!” demezdi ağabeylerimiz. Bütün işler elden yürütülürdü ve kayıt kuyut gibi bürokratik işlemlere pek yer verilmezdi.


Dediğim gibi, hiçbir zaman bir top sahibi olamadık ama mahalledeki ağabeylerimizi de askere boynu bükük ve de parasız göndermedik!


YAZIYLA ALAKALI OLMAYAN BAZI NOTLAR:

Unutmayın: Sadece rejime ve cumhuriyet kazanımlarına değil, başta kendimize ve ülkemize sahip çıkmanın yegâne yolu, kulluk saplantılarından arınmış, duyarlı, soruşturan, sorgulayan ve hesap soran bir VATANDAŞ olmaktan geçer!


Gerisi…


Laf-ı güzaftır Efendiler!


Not: Türk Hava Kurumu bir sivil toplum örgütü değildir! Sivil toplum örgütü olmadığı THK tüzüğünde açık ve net bir şekilde belirtilmiştir! Gerçek sivil toplum örgütlerinin genel kurul delegeleri “devlet ricalinden oluşmaz! Askeri birlikler gibi denetlenemez! Gelirleri üzerinde devletin müdahalesi olamaz! Cumhurbaşkanının ve hükümetin himayesinde, vali veya kaymakam gözetiminde, Silahlı kuvvetler desteğinde görev yapamazlar! Kurban derisi ve bağırsağı toplama konusunda bir ayrıcalıkları olamaz!


Not 2: Türkiye Cumhuriyeti bir muz cumhuriyeti değildir! Türkiye de yirmilerin, otuzların Türkiye’si değildir! Devlete bağlı kurumlardaki bu kampanya eylemleri pek şık bir görüntü vermemektedir! Akrobasi ve gösteri uçaklarına ayrılan bütçe, pek ala yangın söndürme uçaklarına da ayrılabilir(Bağışlarla alınan uçaklar ilgili belediyelere kiralanacak sonuçta.)


Ormanlarımız önemliyse tabii!

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..