Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ağustos '07

 
Kategori
Aile
 

Bir kedim bile yok, anlıyor musun?

Bir kedim bile yok, anlıyor musun?
 

Güneşli mi güneşli bir tatil günü. Günün anlam ve önemine uygun sesler geliyor dışarıdan, gökyüzünden. Uçak sesleri, helikopter sesleri. Üst kattaki genç yaşta evlendiği için mutsuz ve umutsuz yaşıtım kız temizlik yapıyor. Evi süpürürken bile öfkeli. Hırçın, hırçın süpürüyor evini besbelli. Minik, çok sesli bir de oğlu var. Yüzüne her baktığımda ben de senin gibi gazete tomarıyla eve gelmek, sokakta sapır şupur dondurma yemek istiyorum, diyor tuhaf bakan gözlerle.

Evet, evet, beni hiç sevmiyor.

Hatta geçen hafta, Kanlıca'da "Suna'nın Yeri"ne gidiyorken, onun bakışlarındaki nefret yüzünden yokuş aşağı yuvarlandım. Ödüm patladı, canım yandı. O yaptı, o'nun gözleri yaptı, biliyorum. Yemeğe elimde kolonya ve pamukla gittim. İlk yarım saat dizimdeki yara yüzünden canım yandı, çoban salataya doğru düzgün bandıramadım bile.

Canım yandığında bandırma olayını es geçiyorum, yokuştan yuvarlanmam bunu da anlamama vesile oldu.

Mutsuz bir insanla karşı karşıyaysanız, siz de mutsuz oluyorsunuz, yokuştan düşüp, kafanızı, dizinizi yaralayabiliyorsunuz.

Gerçekten.

Düşüşten bir sonraki gün ise hayatımın bebişiyle karşılaştım.

Büyükdere'de, dostum Bayan Focoult'un evinin tam önündeki çay bahçesinde. Masmavi gözleri, gri tüyleriyle onu bulduğumuzda, yine mızıkçılık yapıp, Bayan Focoult'a dönüp, "Önce sen al kucağına, sonra bana ver n'olurrr" dedim. Yine gıcıkını çıkarmadı sevgili dostum. Ama kucağındaki bebek, birden uykuya dalmasın mı? Yorulmuş sokaktaki hayhuydan ve tabii ki sıcaktan. Kucağıma çekip alamadım. "Uyu bebeğim, büyü bebeğim" diyemedim.

Ama hemen harekete geçtim. Evime götürmek istedim tam o an bebişimi.

Annemi aradım, olmaz dedi. Babam şehirdışındaydı, mesaj atayım, yoğundur, dedim. Tabi, eve getireceğimi anlar anlamaz, 2 saniyede geri döndü ve "Yine nerden çıktı kızım, hiç uslanmayacak mısın?" dedi.

Üzüldüm. Hem de çok. Ne olurdu benimle gelse, bizimle olsaydı.

Derdimi anlatamayacağım için, HİÇBİR şey demedim.

Sadece beni en çok anlayan insan, kardeşimi aradım ve aile mensubundan bir tek canım kardeşim "Abla, getir, bakarız" dedi. Beni sadece kedimden biraz daha büyük bebişim anladı.

Her zaman olduğu gibi:(

Anladınız tabii, yine bir kedi alma, bakma, evimize dahil etme derdindeyim.

Rus-İran kırması bebeğimi alamadım. 3 aylıktı, gözleri bana benziyordu, hali tavrı da benim gibiydi. Çoğunlukla miskin, birinin omzunda uyuyakalmaya bayılan cinsten.

Ama olmadı. Gece eve kös kös geri döndüm.

Kedi mevzusunu kimseye açmam artık, bir tek Bayan Focoult anlar halimi, hislerimi. Hem onun o kadar çok kedisi var ki evde, şimdi benim gri prensim de dahil oldu kocaman ailelerine.

Çok mutlularmış, öyle diyor.

Bana da yalnızlık kaldı geriye. Şimdi dostumu her aradığımda kedimi soruyorum, o benim kedim kim ne dersin.

Sözcüklerle sahip olsam da bir kediye, yine de o benim kedim işte.

Dertliyim kedimsiz, dertli.

Şimdi, bu tatil gününde evde, dizimde ona süt verirdim, Moda'ya çıkarırdım, dondurma verirdim (azıcık tabii, bebek o, biliyorum), ben kitap okurken, gazetelere gömülmüşken o güzel gözleriyle bana eşlik ederdi. Bakışı bakışıma değerdi.

Ama şimdi yalnızım, hem de hiç olmadığım kadar...

 
Toplam blog
: 87
: 1432
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

29 yaşında ve yengeç burcuyum. Her sabah 'flu' gözlerle dünyaya merhaba dememi sağlayan 5 numara göz..