Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Eylül '07

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Bir kitap okudum, aklımı kaçırıyordum...

Bir kitap okudum, aklımı kaçırıyordum...
 

ADSIZ ÇOCUK

Bu aralar o kadar çok tarih ve sanat ağırlıklı okudum ki. beynim uyuştu. Şimdi ne alaka diyecekler vardır... Alaka şu ki, bu tür kitaplar insanı yeterli miktarda yoruyor ve sonra, yani birkaç saatlik bir okuma seansından sonra, kendinizi mumyalanmak üzere içi boşaltılmış bir kadavra gibi hissediyorsunuz. Bazen ağzınızı açıp bir kelime sarfedecek kadar bile takatiniz kalmamış oluyor.

"Artemisia" ile beraber girip çıktığım atölyeler dolusu boya ve vernik kokusu; ayrıca hırs, ihtiras ve göz gözü görmeyen bir toz bulutu içindeki sanat aşkı; "İçimizdeki Tanrıça" ile tarih boyunca tanrıça olan hemcinslerim ve günümüz kadını arasında, elimde olmayan sebeplerle gidip gelen aklım beni mahvetmiş bulunuyordu. Arkasından Fuat Bozkurt'un "Çağdaşlaşma Sürecinde Alevilik" geçti elime. Özel ilgi alanıma girdiği için bunu da okudum. Yıllar önce İzmir’de bir araştırma için katılmış olduğum Hamza Baba Cem Törenleri aklıma geldi. Bu sefer de bir yığın çelişkilerle doldu beynim. Ben boşaltmaya çalıştıkça daha da zorlanıyorum. Her neyse, sadede geleceğim de bir türlü olmuyor.

En sonunda yazmakta olduğum romana dönmeye karar verdim. Iııh! O da açmadı. Meysun bu aralar beni çok yoruyor. (Bu arada, Meysun romanımın baş kahramanı oluyor. Şu sıralar çok sorunlu!!)

“Senin ihtiyacın olan ne biliyor musun?” dedim kendi kendime. Şöyle hafif bir aşk romanı. Veya ona benzer güzel bir hikaye kitabı. Acılarımı dindirecek bir mavi gözlü dev masalı...

Kitapevinin raflarında gözüme takılan ilk kitap her nedense "Adsız Çocuk" oldu. Kitabın kapağında "bir çocuğun hayatta kalmak için gösterdiği yüreklilik" diye de bir ibare var. E, anlasana be kadın!

Bu senin istediğin gibi bir şey olamaz ki!! Baştan yazmışlar işte... Yüreklilik gerektiren bir yaşam mücadelesi söz konusu. Üstelik bu mücadeleyi veren bir çocuk! Bir de "Adsız"... Bu ne demek? Belli değil mi? Çocuk kimliksiz.. yani, acıklı bir durum söz konusu. Tam sana göre değil!! Asla değil... Ama sen ne yaptın? Gittin o kitabı aldın. Hem de Sen... Yani K9 gibi, ağlayacak hiçbir sahnenin söz konusu bile olmadığı, polisiye komedi filminde bile, salondaki tüm izleyicileri rahatsız edecek bir böğürtüyle hüngür hüngür ağlayan sen!!! Olmadı işte!! Ama ne diyeyim? Sana müstahak!

Kitabı sadece bir saat gibi bir sürede okudum. Bu süre boyunca sadece beynimin sağ tarafının işlediğini düşünüyorum. Çünkü sol tarafı tamamen uyuşmuştu. Sürekli elimi kemirdim. İçimden balkona çıkıp deli gibi bağırmak geldi. Mutfakta durmadan tıkırdayıp duran çaydanlık şeklindeki mutfak saatini yere fırlattım. Yine de içimdeki siniri boşaltamadım. Olmadı. Ben gidip o Dave Pelzer denen adsız çocuğun ruh hastası annesini... Ama yok, hayır, önce, o ne menem bir yaratık olduğunu anlayamadığım babasını öldüreceğim. Yok, başka türlü rahatlamam mümkün değil.

Çocuk 4-5 yaşlarına kadar el bebek gül bebek. Filmlerdeki mutlu Amerikan ailesi tablosunda yaşıyor. Sonra ne oluyorsa oluyor, anne kuduruyor. Alkoliklik durumları filan, bilirsiniz işte. Tamam orasını anladık da, diğer 4 çocuğu iyi güzel yaşayıp giderken, bizim zavallı Dave, günah keçisi seçiliyor ve başlıyor kadın bu garibime işkence etmeye. Öldürse üzülmeyeceğim valla. Kardeşinin kirli bezlerini yedirmekten başlıyor, amonyaklı deterjan kokusunda zehirlemeye çalışmaktan, bıçaklamaya kadar varan bizim Hortum Süleyman’a bile parmak ısırtacak işkenceler silsilesi uzayıp gidiyor. Kitabın önsözünde metnin o yaştaki bir çocuğun ağzından yazılmaya çalışıldığından bahsediyor. Pek inandırıcı değil. O yaşta bir çocuk bu tür şeyleri tanımlayamadığı gibi çektiği acıları bile bu denli acınası isimlendiremez gibi geliyor bana. Çevirenin günahı boynuna diyorum tabii. Kitap sonuna kadar bu işkenceler ve işkencelerin detayları ve Dave’in bütün bunlarla iç motivasyonu sayesinde karşı koyarak yaşama çabaları ile dolu. Ve bir de çocuğunu ağaçtan toplamış gibi görünen bir şam babası var tabii.. Karısına hiç müdahale etmeyen, aslında Dave’in kahramanı olan ve bir gün onu mutlaka kurtaracak olan baba, bir gün kendisi kaçıp kurtulmayı akıl ediyor da, fazlası yok. Öyle acayip bir mahlukat ki bu adam, oğlu kanlar içinde bıçaklanmış bir şekilde karşısında sendelerken ve annesinin ona bulaşıkları bitirmesini söylediğini anlatırken gazetesini yüzünden çekme zahmetine bile katlanmadan “Anneni kızdırma, git yıka o zaman bulaşıkları” diyebilen bir böcek!! Yahu, öyle böyle değil kızgınlığım, anlatamam!! İnsan inanamıyor bunun gerçek bir hayat hikayesi olduğuna… Bir kere anneyi anlayamıyorsunuz. Bu bir yana, hiç kimseyi anlayamıyorsunuz ki! Dave’in okula kokuşmuş bir şekilde ve bazen günlerce hiçbir şey yemeden aç olarak gitmesine seyirci kalan okul idaresine, öğretmenlerine, hatta hırsızlık yapıp arkadaşlarının yiyeceklerini çaldığı için annesine şikayet eden okul müdürüne insanın inanası gelmiyor bir türlü. Bu kitapta kayıtlara geçen olay, California eyaletinde çocuk istismarı konusunda kayıtlara geçen üçüncü en vahim olaymış! Bak bak! Bir de üçüncü… Yani iki tane, daha kötü var! Yok canım diyor insan içinden. Olmaz böyle şey.. Hem de Amerika gibi gözümüzde büyüttüğümüz, şu çocuk hakları konusunda örnek aldığımız bir ülkede. Hani herhangi bir olay gördüğümüzde “Yahu görüyor musun adamın yaptığını? Çocuğunu sokak ortasında dövüyor. Bu Amerika’da olacaktı ki, göstereceklerdi gününü. Alıverirdi devlet elinden çocuğu, görürdü o zaman gününü, ” filan deriz ya! İşte o adı geçen memlekette, hem de çok uzak değil 75’lerde oluyor bütün bunlar. Okulun hemşiresi de olmasa çocuk bitmiş. Allahtan helal süt emmiş bir hemşire kızcağızla, geçici bir öğretmen durumu farkediyor da, çocuk ölmeden ellerinden alıyorlar ailenin. Yine de bir yığın soru işareti bırakıyor insanın kafasında bu kitap. Yazar, kitabın sonunda bu soruların cevaplarını ikinci kitapta bulabileceğimizi ima ediyor. Sanırım yayımlanmış olması gereken ikinci kitap, Dave’in ailenin elinden alındıktan sonraki yıllarını anlatıyor. Üçüncü kitap ise erişkinlik dönemi. Okumak için yürek ne zaman kendine gelir bilmiyorum şimdilik.

Kitabın arka kapağında ve içinde çeşitli uzmanların ısrarla vurgulamaya çalıştıkları bir şey var. Kitap günümüzde son derece önemli olan bir konuya dikkat çekiyor. Çocuk istismarı. Türkiye’de henüz konu çok popüler değil. Üstelik her birimiz bu konuya ya kapı komşusuyuz, ya da kulak misafiri. Duyup da “ah, vah!” dediğimiz nice hikayesi vardır hepimizin. Bilinmez, Dave kadar mı, yoksa daha az ya da daha fazla mı istismara uğrayan çocuğumuz var, ama emin olduğumuz bir şey var ki, bu aslında gelişmiş ülkelerde olduğundan çok daha büyük bir problem ülkemizde. 1994-1995 yıllarında Çankaya Rotary Kulübü bu konu üzerine kafa yormuş ve bir proje başlatmış. Ben buradan aldığım birkaç istatistiği aktarmak isterim. Araştırma o yıllarda ilkokul beşinci sınıfa giden öğrencilerle yapılmış. Alt sosyo-ekonomik düzeydeki çocukların %65’i anne ve babaları tarafından fiziksel istismara uğradıklarını söylemişler. Üst sosyo-ekonomik düzeyden ise %35’i “Evet. Annem ve babam benim canımı yakıyor” demiş. Bu rakamların ne kadar korkunç rakamlar olduklarını söylememe sanırım gerek yok. Düşüncesine bile dayanmak mümkün değil. Ama buna dayanmak zorunda olan bir yığın küçük çocuk olduğu bir gerçek.

Şimdi bir çoğumuz bunları okuduktan sonra kafasını sallayarak, “ Cık cık cık… Avrupa Birliğine girmeye hazırlandığımız şu günlerde olacak iş değil. Bu konunun mutlaka çözülmesi gerekli. Hem de hemen. Hem de acil çözüm yolları araştırılmalı” diyecektir. Bu konuyu Avrupa Birliği’ne girip girmemekle bağdaştıran zihinlere söyleyecek bir söz bulamıyorum aslında. Sadece şööyle tek kaşımı kaldırmaya çalışarak ve gözlerim hayretle açılmış bir şekilde kendilerine bakmak isterim. Belki bir şey anlarlar.(Pek sanmıyorum ya, her neyse!!) Bütün bunların ötesinde eğer gerçekten bu konuya dikkat çekecekse ve insanları biraz kendine getirecekse lütfen bu kitabı okuyun diyeceğim. Lütfen elinizi yüreğinize bastırarak okuyun. Ve sakın ola ki, bazı çığlıklara kulaklarınızı tıkamayın. Gözlerinizin önünde olan birtakım olaylara arkanızı dönmeyin. Sevgi dolu yarınlara çok ihtiyacımız var arkadaşlar…

 
Toplam blog
: 22
: 1798
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

1968 yılında Ankara’da doğdum. Klasik Arkeoloji okudum ve Sosyal Antropoloji masteri yaptım. Çevirme..