Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Eylül '11

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Bir komedya ustasının tragedyası

Bir komedya ustasının tragedyası
 

Jean-Baptiste Poquelin, daha bilinen yani sahne adıyla Molière


HASTALIK HASTASI VE MOLIÈRE

Tiyatro okumayı severim. Yanlış anlamadınız evet okumayı. Seyretmenin tadı, keyfi tartışılmaz o ayrı ancak, tiyatro eserini sahne sahne okumak bambaşka bir keyif verir bana. Çoğu kez o eseri okurken kendimi, “bazen oyunu yöneten kişi, bazen de kMarakterlerden biri” olarak kurgularken bulurum. Tiyatro eserini okurken olabildiğince özgür kalan hayal gücümle sahneyi, dekoru, kostümleri, oyuncuları, sesleri, vurguları hatta seyircinin tepkilerini bile duyabilirim. Bu yüzden bende bir tutkudur tiyatro eserini okumak.

Kütüphanemi düzenlediğim bugün elime Molière’nin “Hastalık Hastası” adlı eseri geçti. Bir çırpıda okuyup bitirdim yine. Çoktandır okumaktan bu kadar hoşnut olduğum bir eser almamıştım elime. Fazla ciddi konulara gömülüp veya kişisel gelişimle uğraşıp edebiyatı biraz ihmal etmiş olduğum için utandım kendimden. Tam o sıralarda genel yayın yönetmenimden gelen mesajla tam da yazma için dolu dolu olduğum sırada asıl görevimin başına geçiverdim: yazmaya. Ama yazmak için de okumak gerek azizim. Haksız mıyım? Tabii Molière kesmedi arkasından da Ahmet Altan’la devam ettim okuma serüvenime. Ama aklım hala Molière’de kalmıştı.

Bugün sizlerle dilim döndüğünce Molière’i ve Hastalık Hastası’nı konuşmak istiyorum.

Jean-Baptiste Poquelin, daha bilinen yani sahne adıyla Molière, 15 Ocak 1622’de Paris’te zengin bir evde doğuyor. Saray halıcıbaşı görevini yürüten babası tutumlu bir tüccar olmakla nam salmış. Annesi ise yine bir halı tüccarının fazla eğitimli olmayan ancak lüks yaşamayı seven bir kızı. 1637 yılında dede desteği ile çok istediği şimdiki adı “Louis le Grand Lisesi” olan bir koleje gidiyor. Beş yıl Latince eğitim ve iki yıl felsefe eğitimi aldıktan sonra 1639’da kolejden mezun oluyor. Bir yıl sonra hayatını değiştiren adamla tanışıyor: Madeleine Bejart.

1643’de Molière ayrı bir ev tutuyor ve başta Bejart olmak üzere, tiyatro oyuncularıyla çevrili bir hayat kuruyor kendine. 1644 yılında tragedyalarda rol almaya başlıyor. Jean Baptiste Poquelin ilk defa Molière adıyla kumpanyanın başına geçiyor. Ancak bir yıl geçmeden alacaklılarla başı belaya giriyor ve hapse atılıyor. Babasının veya kumpanya arkadaşlarının borçları ödemesi ile 24 saat sonra hapisten çıkıyor. İçine bir tutku olarak saptanan tiyatro sevgisiyle, 1647’den sonra bütün hayatını tiyatroya adıyor. 13 yıl sürecek taşra gezilerine çıkıyor ve eserlerini ardı ardına sıralıyor. Ancak Molière’in sivri dili “Gülünç Kibarlar” adlı sahne eseriyle başına dert açmaya başlıyor. Dikkatleri bu eserle çeken Molière’e ilk nefret okları da yine bu eser sebebiyle doğrultuluyor. Saray oyuncuları ve saray halkı bu oyundan hiç haz etmiyorlar.

1662de trupunun kurucularından olan arkadaşı Madeleine Bejart’ın Comte de Modene’den olan kızı Armande Bejart’la evleniyor. Üç çocukları oluyor; ama bunlardan yalnızca tek biri yaşıyor. Kral tarafından kendisine 1.000 livre yıllık maaş bağlanıyor. 1664’te Kral, Molière'in oğlunun vaftiz babası oluyor. Aynı yıl Kral’ın bağladığı yıllık maaş 7.000 livreye çıkarılıyor.

 Bu dönemde Molière drama kuramcısı Boileau, La Fontaine ve Racine ile dostluk kuruyor. 1669’da Tartuffe’un oynanmasına izin verilerek tekrar sahneye çıkıyor "Kadınlar Okulu" ve "Tartuffe" oyunları yüzünden Cizvit Jansenitlerle arası bozuluyor ve onların ve diğer koyu dindarların öfkesini üzerine çekiyor. Molière. İki yıl sonra (1671), kadim dostu ve kayınpederi olan Madeline Bejart’ı kaybediyor.

Cesurca ve hicvederek toplumu aptal yerine koymaya çalışan hemen her kesimle korkusuzca dalga geçen yazar, bu nedenle yaşamı boyunca birçok düşman ediniyor. Ancak yazar; edebi kişiliği sayesinde eserleri ile kraldan çobana kadar hemen her kesimi güldürmeyi başarıyor. Bir dönem kral tarafından korunmaya alınan ancak saray entirikaları ile saraydaki yerini kaybeden Molière, bu yeri tekrar kazanabilme ve tiyatrosunu hayata geçirebilme çabasıyla “Hastalık Hastası” adlı eserini kaleme alıyor. Bu eseri yazarken verem hastalığına yakalanıyor. İlk kez 10 Şubat 1673’te Paris’te sahnelenen oyunda Argan’ı canlandıran Molière, verem hastası olmasına rağmen tiyatrosunu bırakmıyor ve sahneye çıkıyor. Böylelikle tiyatrosunu ve iş arkadaşlarını para sıkıntısından kurtarmayı başarıyor ancak….

Oyunun dördüncü kez sahnelendiği gece (17 Şubat 1673) oyunun son bölümünde sahnede fenalaşarak yere düşüyor. Buna rağmen oyunda renk vermeyerek seyirciyi idare etmeyi başaran sanatçı, tüm uyarılara aldırmadan oyunu tamamlayarak evine gidiyor. Oyunda kurguladığı gibi bir ölümün kendisini beklediğinden habersiz Molière, tam da yazdığı şekilde can veriyor. Hiçbir doktor sırf “Hastalık Hastası” oyunu yüzünden kendisini tedavi etmeyi kabul etmiyor ve onu ölüme terk ediyorlar. Öksürükle başlayan iç kanama sebebiyle evinde yarım saat içinde karısını bile göremeden ölüyor.

Kendisinden nefret eden din adamları cenazeyi kaldırmayı ve kendisini takdis etmeyi reddediyorlar. Molière, karısının ricaları üzerine, Kralın emri ve Başpsikopos’un özel izni ile ancak 4 gün sonra, “ölü doğan/vaftiz edilmemiş yani Katolik kilisesince kabul edilmemiş çocuklar için ayrılan” bir mezarlığa gece vakti, tören yapılmadan sessizce gömülüyor. 1792de Fransız Devrimi idaresi sırasında Molière'in cesedi bu mezarlıktan çıkartılarak o zaman kurulan "Fransız Anıtlar Müzesi"ne geçiriliyor; 1816de ise Paris'te tanınmış kişiler için bir mezarlık olan Pere Laschaisee şair Lafontain mezarı yakınında bulunan bir mezara konuluyor.

MOLİÈR’İN KALEMİNDEN KENDİ ÖLÜMÜ

Molière, “Hastalık Hastası” adlı eserinde kendi ölümünü şu şekilde dile getiriyor. Ne yazıktır ki yazarın bu öngörüsü gerçekleşiyor ve yazar tam da beklediği şekilde bir ölümle dünyadan ayrılıyor. Oyunun başrol karakteri Argan ile Argan’ın kardeşi arasında geçen diyalog şu şekilde:

Argan: O sizin Molière densizin teki! Sahnede dalga geçmek için dürüst hekimlerden başkasını bulamamış sanki

Beralde: Hekimlerle değil, tıpla dalga geçiyor o

Argan:Tıbba burununu sokmak ona kaldı sanki! O koca bir dangalak ne dediğini bilmez! Muayenelerle, reçetelerle alay etmek, hekimler birliğine saldırmak, herkesin yücelttiği bu saygıdeğer beyefendileri sahneye taşımak olacak şey değil, olacak şey değil!

Beralde: Başka kimleri taşısın istiyorsunuz! Farklı meslek guruplarını hicvediyor adam. Her gün prensleri, kralları sahneye koyuyorsa pekâlâ hekimleri de koyabilir.

Argan: Canı cehenneme o herifin! Ben hekim olsaydım şayet, intikamımı almasını bilirdim. Hastalandığında onu ölmeye bırakırdım, hiç yardım etmezdim. Ne yapsa, ne söylese bir damla kan almaz, en ufak bir lavman dahi yapmazdım. Ona derdim ki: "Geber! Geber! Bu sana tıp fakültesiyle alay etmek ne demekmiş öğretir!"  *

Beralde: Adama ne kadar öfkelendiniz böyle.

Argan: Öfkelenirim tabii. Densiz herif ne olacak! Eğer hekimlerde biraz sağduyu varsa dediğmi yaparlar.

* Molière' in Argan'ın söylediği gibi ölmesinden sonra, bu sahne oyuncular ve seyirciler için çok üzücü hale geldiğinden sahnede geçen "Molière" ismi "komedyen" olarak değiştirilmiştir. Ölmekte olan Molière'e yardım etmeyi hiçbir hekim kabul etmemiştir. Hatta ölümünden sonra bazı hekimler, Tanrı'nın Molière' i cezalandırdığını ve böylece tıp fakültesinin intikamının alındığını dahi iddia etmiştir.

İşte böyle. Levent Suner’in “oyunlarında sadece gülüp eğlendirmekle yetinmeyen, insan zaaflarını da gözler önüne seren, oyun kişilerini insanlaştırmayı başaran onlara kukla gibi kurgulanmak yerine bir derinlik kazandıran, komedyaya insan kavramını yerleştiren, gülünç olmaktan başka özelliği olmayan tipler yerine, toplumun her kesiminden insanı yaşayan, hayatta olduğu gibi canlı bir halde onları sahneye taşıyan” bir sanatçı şeklinde tanımladığı Molière, oyunlarındaki gerçekleri hazmedemeyen kesimler tarafınca bu şekilde   cezalandırılmıştır. Suner Molière’i şu şekilde savunmaktadır:  “Oysa o sadece insanın ezeli zaaflarını, zaten mayasında bulunduğu için değişmeyecek kusurlarını gözler önüne serer. Sahtekârlık, ikiyüzlülük, kibarlığa özenen burjuvalar, sofuluk maskesi altında ihtiraslarını gizleyen düzenbazlar, bilgiçlik taslayan kör cahiller, hastalarından para sızdırmaktan başka bir şey düşünmeyen şarlatan hekimler, züppe asilzadeler, faziletli görünen insanlar Molière komedilerinin ana malzemesini oluşturur. Molière’in kişileri ne kadar tipleştirilmiş, karikatürize edilmiş olurlarsa olsunlar, inandırıcı insanlardır. Molière, ustalığını oyun kişilerini işlemekte gösterir. Onun kişileri yaşam gerçeğine ters düşmezler, onlar olağan, her zaman karşılaşılabilecek insanlardır”.

Çağlar boyu değişmeyen bir gerçeği bir sanatçının hayatında yeniden okuduk bu yazıyla. Doğru söyleyen dokuz köyden kovulur. Bu dünya nabzına göre şerbet verenlerin, adamına göre oynayanların ve dalkavukların dünyası olduğu sürece, daha çok sanatçı eserlerinde doğruları öyle ya da böyle dile getirecektir.

Yazının sonunda Prof. Dr. Sevda Şener’e kulak vermekte fayda var: “Bir klasik komedyada, yazar, seyircisini bir yandan eğlendirirken, bir yandan da onun kusurlarını düzeltmektedir. Tiyatro sanatının faydalı olması isteği Horatius’tan beri tekrarlana gelmiştir. Klasik sanat, bu yararın seyirciyi ahlâk açısından eğitme yolu ile sağlanması üzerinde ısrarla durur. Toplum ahlâkına ters düşen her türlü aşırılık, her türlü zaaf alaya alınarak kusurlu kişi uyarılır. Zaaflarının gülünçleştirildiğini gören kişi kendini düzeltme yoluna gider. Böylece güldürme yolu ile topum üyelerinin genel düzene ayak uydurması sağlanmış olur. Tragedya nasıl kişiyi aşırı tutkulara karşı uyarıyor, onu ölçülü olmaya zorluyorsa, komedya da eksikliklere işaret ederek, kişiyi kendinde gözlediği bu eksiklikleri gidermeye çağırır. Bu anlamda, klasik komedya koruyucu niteliktedir. Kurulu düzenin ilkelerini yürütür. Henüz toplumda yerini bulamamış, kendini kabul ettirememiş ya da kendine özgü yeni bir uyum kuramamış olan yenilikleri alaya alır. Modernleşmenin özentili ve budalaca yanını gösterir. Öte yandan, çoğunluğun sağduyusuna aykırı gelen aşırı tutuculuk, geçerliğini yitirmiş eski değerlere bağnazca bağlılık da güldürüye konu edilir.”

Ve bu sürecin sonunda birçok kesim size “GEBER GEBER GEBER!” de diyebilir. Ölüme doğru giden uzun hayat yolunda yine de doğruları haykırarak dimdik ölebilmek en büyük erdem. Arkamızdan seslenen çığlıklara aldırmadan…

Neslihan Sultan PALA

 

Yararlanılan kaynaklar

“Hastalık Hastası”, http://www.gnoxis.com/Molière-hastalik-hastasi-17067.html

Bülent Sakça kişisel bloğu:  http://www.bulentsakca.com/Molière-hastalik-hastasi.html#comment-313

Levent Suner, Commedia Dell’Arte Etkisinde Üç Oyun Beş Yorum, Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 24:2007, s. 157

Prof. Dr. Sevda ŞENER, Molière ve Türk Komedyası

Vikipedi, http://tr.wikipedia.org/wiki/Moli%C3%A8re



Neslihan Sultan Pala

 
Toplam blog
: 35
: 2068
Kayıt tarihi
: 03.09.11
 
 

1970'li yıllarda başlayan yaşam serüvenimde yazmak daima benim için itici bir güç oldu. İstanbul ..