Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Şubat '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir köy çocuğunun yaşam hikayesi

Bir köy çocuğunun yaşam hikayesi
 

KÖYDE ÇOCUK


İsyankarlıkla başlayıp doğru yolu bulana kadar inişli çıkışlı bir süreç... Yedi çocuklu bir ailenin üçüncü oğlu... Okuma yazması olmayan bir anne ve oldukça sinirli, despot bir baba... Çalış ye hesabı… Köy ve çocuk sevmem, anamı da babamı da sevmem diyor. İsyankar, çünkü sevgisiz. Her yaz bacağım kolum kırılırdı, doktora gitmeyi bırak, sınıkçı bile görmeden, yamuk yumuk, ağrıdan kıvrana kıvrana, iyileşirdi.
Köyde temmuzda veya ağustosta kazakla, dizi kırk yerden yamalı bir pantolon, altında don yok, ayağımda kardaş lastiği, biri ayağıma üç numara büyük, diğeri ise bir numara küçük ve ikisi de yama görmüş, olsun ırmakta yıkayıp giydim diyor, parladı, ne çok sevindim.

Sen hiç köyde ahırda eşek anırdı diye dayak yedin mi? Beni babam eşek neden anırıyor diye döverdi. Sen hiç kendi yaşadığın evden ekmek çaldın mı? Diyor ve devam ediyor. Dişin ağrıdığı için ağladın diye, diş ağrısını unutturacak kadar dayak yedin mi? Ben çocukluğumu, köyü, anamı babamı sevmem, kardeşlerimi de… Çünkü bu sözcük çok yabancı bana. Her gece Allah’a beni yaratığı için isyan ettim, ağladım. İnancım yoktu zaten, bu yönde bir eğitim alamadım diyor. Allah’a sabah olmasın, gün ağarmasın ve beni yok et derdim diyor. Sadece onun yarattığını, yok olmak içinde onun izninin olması gerektiğini biliyordum. Ya diğerleri, onlarda benim gibi, ama kimse kimseyi tanımıyor sanki… Birlikte aynı evi paylaşmıyorlar, yaşamıyorlar sanki… Yaşama amacımız; yeme içme -bir kuru ekmek peynir, kim kaparsa yiyip bitirmek ve karnını doyurmak için boğulurcasına gayret edip, bir köşede üstüyle başıyla uyumak olurdu. Nadiren de çorba içilirdi.

Ben yıkanmayı bayramdan bayrama gördüm. Bayramları çok severdim, yeni giysi yoktu ama en azından yıkanıp paklandıktan sonra şeker yerdik. Üç gün ne mutlu olurdum, üç beş şeker avucumda, biri ağzımda uyurdum. Sabah uyanınca ağzımın suyu akmış, şeker bitmiş… Ama o tat hala damağımda… Akan suları ziyan olmasın diye elimle siler, yalardım… Ben çocukluğumu sevmem, anamı babamı da… Dokuz yaşında anam git, çalış dedi, kendine bak. Benden önce olan bir oğlunu da yolladı bu şekilde. Ablamı on bir yaşında kocaya verdiler. Diğerleri küçük, kimi beşikte, kimi eşikte… Ablamın kocası gerçekten koca, kocaman ve yaşlı ve çok pis, leş gibi kokan bir adam… Ablam onun üçüncü karısı, babam ona ekmek yedirmemek için o koca adama verdi, para da aldı. Bak ben çocukluğumu sevmem, babamı da anamı da, köyü de sevmem ve anam git dedi, beni kapıya koydu. Kasabaya gittim. Biraz dolaştım ve bir arabanın damperine saklanarak, oradan oraya derken, nasıl oldu bilmeden, o gizemli şehir İstanbul’a ulaştım. Bu arada on yaşıma girdim. Orada sokaklarda yatmak, köyde evimde yatmaktan daha iyi, daha emniyetli geldi. Arada benden büyük çocuklar dövse de, yediğim dayak babamınkinden hafifti. Ben de onları dövmeyi öğrendim. En azından burada eşek anırmıyor ve neden anırdı diye döven de yoktu. Bir şeyler satmaya başladım. Akşam benim gibi olan çocuklarla beraber yiyorduk.
Yaz geldiğinde, kendime bir gömlek aldım. Vay be! Benim bir gömleğim vardı, artık… Ben, neredeyse doğduğumdan beri giydiğim kazağı yaktım. Sur dibinde ateşte bitler cızırdadı. Oh be! Artık bayramlarda değil de her gün deniz dedikleri, o çok su var ya, üstünde gemi diyorlar acayip büyük bir şeyler yüzüyor, bizim köy kadar, orada çimiyoruz. Ne kadar temiz biriyim diyorum kendi kendime ve mutlu oluyorum… Anamı babamı sevmiyordum ama, bazen de onlar da burada çimse diyorum.

Yıllar yılı bu devam etti. Bir yerlerde işe girip çıkmalar… En son iplik fabrikası… İşte oğlum on beş yaşındasın, çok büyüdün…

Bu arada köyden birinin geldiğini haber aldım. Benim küçüğüm olan kızı evermişler, yani satmışlar. Babamı da sevmiyorum ya zaten, olsun dedim. Ama onun kocası da, koca adammış ve pis biriymiş…

Burada, deniz kenarında yürüyenleri seyrediyorum, bak ne güzel, oğlan kızın elinden tutup geziyor. Bir keresinde ben de bir kıza gezelim mi dedim de, babamdan beter tokat attı. Gene isyan… Tokat atılsın diye mi verdin Allah’ım sen bu yüzü, dedim, çok üzüldüm. Bu arada arkadaşlar güldü, öyle denir mi dediler, çıkalım mı demen lazım dediler ve on beş yaşımda ilk kez ağladım. Hala çocukları, çocukluğumu, köyü, anamı babamı sevmem…

Askerlik için çağırıldım. Çalıştığım patron askere git gel evlat, dedi. Beni götürüp askerlik şubesine bıraktı. Yazdılar, çizdiler… Ha bu arada çat pat okuyorum ve yazıyorum. Bir asker al sülüsünü (trene bileti) haydi uğurlar ola! Dedi. Ne dediğini anlamak için nereye ağabey dedim. Höst! ne ağabeyi sen şu anda askersin komutanım diyecen, Manisa dedi. Nere ki orası dedim. Get işine dedi. Döndüm patrona, gidecekmişim dedim. Evet al bu harçlığı ve git dedi, yolun açık olsun, yolu da bir güzel tarif etti. Ben sana harçlık yollarım dedi. Dönünce de çalışırsın… Elini öperek askere gittim. Parada, mektupta yolladı.
Ben anamı babamı sevmem, çocukluğumu da… Bu günden sonrada, nefrete dönüştü sevgisizlik... İyice piştim askerde… Dönüş, iş başı ve yıllar sonra bir ev tuttum, yatak aldım. Artık fabrikada yatmak yoktu, vay be... Benim yatağımı da, sobamı da, çaydanlığımı da patron verdi. Çay yapıyorum… Derken, kendi işim, kaloriferli bir ev tutum. Buzdolabı aldım. Dışarı bakıyorum herkes üşüyor, ben sıcacık evde… Kendi işim ve üç beş kişi yanımda çalışıyor. Akşam eve geliyorum. Ben patronum artık diyorum. Aynaya bakıp kedimle konuşuyorum, sevinçten uyku girmiyor gözüme… Eski patron vesile oldu evlendim… Ve iki çocuk…
Çocukları sevmem, çocukluğumu da, anamı babamı da, köyü de sevmem… Ve günlerden bir gün, biri iş için müracaat etti. Baktım soy ismi aynı benim ki gibi. Kim acep,
gelsin, dedim. Benim köyden çıkışım gözümde canlandı. Gir dedim. Birde ne göreyim
karşımda, ben kendimi gördüm. Ve işte, duran bendim. Kimsin? Nerelisin? Dedim. Ben iş istiyorum dedi. Nereli olduğunu söyleyince, yerime çakıldım kaldım. En küçük kardeşimdi bu…Sanki baş aşağı olmuştum. Ayaklarım yerden kesildi, boğazım kurudu, tamam dedim. Anan baban var mı? Dedim. Babam var abey, anam geçen yaz öldü dedi. Sevmiyorum dediğim anam yoktu artık… Kulağımda, git kendine bak, nereye gidersen git diyen sesi çınladı bir kez daha… Her gece çınlardı gerçi, ter içinde uyanırdım… Hemen toparlanarak ayağa kalktım ve başka kimin var, kaç kardeşsin dedim. Yedi kardeşiz, ikisi yitik, dedi.
Nasıl dedim, köyden gitmişler, ölmüşler. Ben bilmiyorum ya, anan baban
anlatmadı mı? Dedim. Yok dedi. Ve ben yerime oturdum. Bir müddet düşündüm, içimden
hey Allah’ım, beni neden yarattın dedim. Sen buraya nasıl geldin dedim. Ne
ediyim bayım, kaçtım. Babam ahırdaki eşek anırsa dayak atıyor. Aha aynı laflar,
tekrar aynı şeyler… Değişen bir şey yok. Nedense birden ağlamak ve sarılmak
geldi. Kendimi yenemedim karşımda duran, yanık tenli, çelimsiz gencin
karşısında. Gel lan! Dedim. Bir sarıldım. Aman beyim ne kadar iyisiniz dedi yazık…
Ulan biz kardeşiz, yitik dediğin benim, işte yitiğin biri, benim ben! senin
ağabeyinim dedim. Yerinde, ellerimden kayarak yığıldı gariban… Belki aç… Neden sonra kendine geldi. Ve Allah’ım dualarımı kabul ettin, sana çok şükür dedi.
Bense yıllardır hiçbir şeye şükür demedim, hep isyan ettim, bak sen şu işe dedim, senin inancın bütün mü? dedim. O ney ki abey! dedi. Neyse dedim. Başka, anlat bakalım şu köyü dememle, sen niye hiç gelmedin ki dedi. Boş ver, kime geleyim ki, beni arayan soran var mıydı? Dedim. Ben, bir de abam ağlar sana, diye başlayan uzun bir konuşmadan sonra, sende bu akşam burada yat ve sabah sana üst baş alalım, işe başla dedim. Aklım karışmış, gözlerim tavanda sabah olmuş. Hemen gidip aldım kardeşimi, kardeşim diyemiyordum bile, ne demeliydim onu da bilmiyordum.
Alış veriş, iş işbaşı, yıllar geçti, daha doğrusu uçup gitti… Bir gün kardeşime bir haber geldi, baban öldü diye. İyi olmuş mu desek, tüh ya neden mi desem, ağlamak mı lazım, karışık duygular işte… Şu anda inanılmaz zengin bir adamım ben. Ama ben köyü, çocukluğumu ve anamı babamı da hala sevmiyorum.
İşte ekonomik kriz… Kısa süreli yukarı tırmanış… Şu anda aşağıya doğru sürükleniyorum ve çok hızla düşüyorum. İşler tepetakla oldu. Durdurmak ne mümkün… Bir şeyler engel sanki… Alacak, verecek, koyun kuzu gibi karıştı. Ve de ben artık koşarak geldiğim işyerine sürünerek geliyorum. Günlerden bir gün iş yerine geldim ve isyan ettim. Aynen şunları dedim. Beni neden yarattın, bana neden kocaman bir beyin verdin de, beni bu kadar düşündürdün… Neden zengin ettin. Yukarı çıkmak kolay gel de in şimdi… Neden diye resmen Allah’a isyanla, gök yüzüne ellerimi açarak bağırdım… Zaten inancım
ve imanım zayıftı. Bu isyandan sonra, bir adım atarak merdiven basamağına
bastım ve çıkmaya başladım. Birden benim o kocaman dediğim kuş beynim
dank etti… Be adam, sana bu ayakları, bu kuvveti vermese sen burayı nasıl
çıkacaktın dedi çekirdek beynim o anda… Ben Allah’a hiçbir zaman şükür
etmedim ve hep istedim, oda verdi. Hiçbir zaman aklıma getirmedim,
işte şimdi odama geldim, kendime şunu dedim, oğlum bu dönüş işte… Hadi aptes al,
bir namaz kıl bakalım dedim kendimce… Kulaktan dolma duyduğum birkaç kelime
dua ile aptes aldım. Namaz kıldım, ağladım ağladım… Tam kırk yıllık ağladım ve
çok zor günlerin ardından toparlanmak için çabalıyorum.
Şu anda namazı hiç kaçırmıyorum ve Kuran ı Kerim okuyorum. Her gün bir sayfa… Bana yol gösteriyor, ışık tutuyor. Kardeşim çok iyi ve zengin olma yolunda… Bende köye gidip hayatta kalan kardeşlerimi görüyorum. Ama ben hala köyü, çocukluğumu sevmiyorum, ama inancı, şükrü öğrendim ve huzurluyum. Şu anda kızlarım okudu, biri evlendi, bir
torunum var, çocukları ben hala sevmiyorum diyemem, çok seviyorum bu küçük yaratığı.

Ben kendi çocukluğumu gömdüm ve şu anda sağlık sorunlarımla mücadele ediyorum. Ama Allah’ıma şükrediyorum. Beni yaratmış olduğu için çok şükür diyorum.

Kuran’dan şu iki ayeti sizinle paylaşmak istiyorum…

“Ve bu Kuran, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum içinde bir kılavuz ve bir rahmettir o.”, (Casiye Suresi, 20. ayet).

“İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirir yan yatar, kendisine şer dokununca, hemen duaya koyulur.”, ( Fussilet Suresi, 51.ayet).

Gurbet Meleği


Hafize KILIÇ

 
Toplam blog
: 39
: 659
Kayıt tarihi
: 19.11.06
 
 

Okul hayatımın tümü İstanbul'da geçti . Turizmciyim, kendi şirketim olan turizm sektöründe çalışmakt..