Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mayıs '18

 
Kategori
Deneme
 

Bir Köy Ziyaretinde Hitit'lerden Sarkan Anılar

Bir Köy Ziyaretinde Hitit'lerden Sarkan Anılar
 

Çorak Gediği - İmranlı


İnsan çocukluğunda gördüklerini duyduklarını unutmazmış. Öyle derler. Ve galiba doğru söylerler.

Köyden ayrıldığımda 7 yaşındaydım. 1970. Sonbaharı. Sonraki ilk gidişim 2003 İlkbahar. Ve bir de büyük halacığımıza son görev vesilesiyle…  geçen hafta.

48 yıl sonraki ikinciyle 33 yıl sonraki ilk gidiş izlenimlerim çok farklı değil. Yemyeşil doğanın ortasında birbirinden güzel evlerin sayısında bir artış, azıcık yenilenmiş asfalt… Çukurova’nın, Akdeniz Toroslarının yaylaları güzelliğinde ve gelişmişliğinde doyumsuz güzellikte yerleşimler, beldeler.

Küçük, şirin yerleşimlerde modern kent yaşamından izler… Özenli çitlerle çevrili bakımlı bahçeler, panjurlu, şık çatılı, cici badanalı yuvalar, evler…

Her iki günübirlik gezimle çocukluktan belleğimde kalanlar arasındaki fark ise binlerce yılla tekabül edebilecek düzeyde…

Bu kez arabamızla gittik. Giderken fark ettik. 7 yaşına kadar dışarısına adımımızı atmadığımız köyümüzün buraya, bu kuytulara, kuruluş sebebinin sadece gizlenme, korunma amaçlı olabileceğini, başkaca bir hikmetinin olamayacağını konuştuk.

İmranlı – Erzincan yolunun 5. Kilometresinden sağa sapıp dar, virajlı ve sarp yoldan yaklaşık 10 km tırmanarak ulaşılan Çorak Gediği’nden belki yüzlerce kilometre uzaklıkları içeren geniş ufuklara erişen bir panorama… Devamında bu kez her bir dönüşü dipsiz uçurumlara yuvarlanma tehlikeleriyle dolu kilometreler boyu iniş… Karanlık, derin, dar vadilerden kıvrıla kıvrıla köye varış.,, Rakım 1.800…

O korkuyla aşılan Çorak Gediği ki yaya, eşekle, atla, traktör römorkuyla geçildiği dönemlerden günümüze ne çok ağıtlara kaynak olmuş, yiten sayısız cana dair…

Öylesine aşılmaz doğal engellerle çevrelenmiş köyümüzde 7 yaşıma kadarki yaşamımdan anımsadıklarımı ne ben doğru dürüst toparlayıp dinlemeye katlanabileceği kadar özetleyerek aktarabiliyorum, söz gelimi ergen kızıma… ne de o tasavvur edebiliyor kafasında.

Çayın kenarında bitişik yapılmış, alt katları birkaç keçi, koyun, 1 inek ve 1 eşek için ahır olarak kullanılan iki katlı toprak damlı dışları sıvasız, küçükcük evler…

Medeniyetten tek eser gaz lambası ve pencere camları… Diğer her şey ama her şey… kandil, saban, kağnı, döven, külenk, tahta kaşık, yün yatak, çorap, ekmek yapılan baca… aklıma gelen gelmeyen her şey “Hitit”lerinkiyle aynı…

Bundan binlerce yıl öncesine ait resimlerde, kabartmalarda tasvir edilmiş ilk çağ yaşamlarıyla birebir benzer…

Evimize radyonun ilk girişi dahi ben 6 yaşındayken Hollanda’dan dönen ağabeyimle. Ve traktörü de o zaman gördük.

Demek ki sene 1968…

O çağlarda köyümüzü çevreleyen o aşılmaz dağların ötelerinde başka diyarlarda, bizden habersiz bambaşka pek çok yaşam varmış…Bilemezdik.

Karşı yamaçtan düşen çığın altında kalan Hüseyin ağabeyin köyün köpeği sayesinde son anda kurtarılışına kadarki endişeli çırpınışlar…

Köyü basan kurtların karlar içinde sopalarla kovalanışını camdan dehşet içinde izlediğim o anlar…

Hiç unutmam…

Annem Hollanda’dan gelen ağabeyimden naklen bir buluştan söz etmişti…

Bir kutu…

Çok uzakları gösteren, öyle ki, değil karşı sekinin, Çengeli dağının bile arkasında kalan yerleri gösteren bir “kutu”… Hayal gücümün bütün sınırlarını zorlayarak acaba nasıl bir şey ki diye anlamaya çalışıp belki aylarca uykusuz kaldığım ve akranlarıma bin bir abartı ve yalan katarak görmüş gibi anlattığım bir imge…

O köyden çıktık bir traktör römorkunda, İmranlı’da “otel” dedikleri, annemin sabaha kadar baş ve işaret parmakları arasında pire çıtlattığı, o düğmesinden elektrik lambası yakılan, söndürülen, yakılan, söndürülen, tekrar yakılan… ve kafamıza şaplak yenen… odadan ertesi gün otobüse binilip Ankara’ya varılan… kuş uçmaz kervan geçmez diyardan…

Ve 48 yıl sonra çocukluk belleğimde kalan her bir santimetresini hiç değişmemiş olarak göre bula… adım adım, kabirlerini şehirde bıraktığımız anacığımızın, babacığımızın artık unutmuş olduğumuzu sandığımız anılarını, anımsayıvererek, yaşayarak… dolanıvermek.

Elimizde, geçen yarım asırlık ömrümüzde sahip olmak için çırpınıp didindiğimiz, radyo, televizyon, daktilo, fotokopi makinası, faks, fotoğraf makinası, film kamerası, posta imkanı, telefon… aklımıza gelen gelmeyen her türlü ve belki kamyon dolusu cihazın işlevini bünyesinde barındıran akıllı telefonumuzla büyükşehirlerdeki yakınlarımıza canlı yayın yapa ede… mutlu, hüzünlü, duygulu gezeledik

İlk çağdan dijital dünyaya tanıklık etmiş olmanın şaşkınlığını, köyümüzün güzelliğini, yurdumuzun eşsizliğini, sevgiyle yaşamanın doyumsuzluğunu, ne olursa olsun bize bu günleri bahşetmiş olan atalarımıza şükran duygularımızı…

Duyumsadık… Özümsedik.

 

Kenan IŞIK

 
Toplam blog
: 432
: 2964
Kayıt tarihi
: 16.05.07
 
 

Mülkiye mezunuyum. Emekli müfettişim. Ankara'da yaşıyorum. S'oligarşi isimli kitabı yazdım. Kitap..