Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ağustos '12

 
Kategori
Deneme
 

Bir maniniz yoksa 78'li yıllarınıza gelebilir miyim?

Bir maniniz yoksa 78'li yıllarınıza gelebilir miyim?
 

78.ler


Sevgiliye Mektuplar

……… Sınıfsız, savaşsız, sömürüsüz bir dünya ve ülke için işçi ile kentlerde, köylü ile kırsalda, biz öğrencilerin önderliğinde verilecek halk savaşının ardından sosyalizmi kurmaktı ütopyamız… Ne işçi ile işçi, nede köylü ile köylü olmayı beceremediğimiz, ama bir dilim ekmeğimizi üniversite ve yurtlardaki yoldaşlarımızla yürekten paylaştığımız yıllardı… İnsan gibi, kadın gibi, adam gibi… Melike Demirağ’ın ‘’ARKADAŞ’’ı o yıllardan yüreğimize çıkmamak üzere yerleşmişti…

……… Emek en yüce değerdi ve bu yüzden işçi, şoför, memur, esnaf, subay olan babalarımızın yolladığı, emeklerinin bir bölümü olan para ile birkaç gün idare olurdu ancak, bu yüzden komün öğrenci hayatının içinde, kendimizi kurtaramadan ülkeyi kurtarmaya soyunmuştuk ve bir türlü giyinemedik halkım, işçim, köylüm ile… Tunceli’de Ali, Artvin’den Cemal, Hicran, Kastamonu2dan Hayati, İhsan, Kıbrıslı Zeki, Tekirdağ’dan Gülfer, Gülser, Diyarbakır’dan Fikret, Gaziantep’ten Fuat, Laz Servet, Malatyalı Ahmet, Erzurumlu Salih, İzmirli Metin, Reha, Balıkesirli Sevtap, Manisalı Ekrem, Adana’dan mensalı demirci Mehmet ve daha nice güzel, nice yürekli insanlar… Akademik, demokratik mücadelemizin kısa soluklu bir-iki saat arasında, Kumkapı’da tahta masa, sandalyeli bir çay bahçesinde mola verirdik, elimizde ince belli çay bardaklarıyla… Yan masada bizi tanımızdan gelen içimizden biri, elinde ince belli bardak belki yoktu ama gazete okur gibi yaparken, belinde bizi koruyan silah olurdu… Suların İstanbul’da kesik olduğu, kayık kiralayıp Kumkapı’dan açılarak denize girip banyo yaptığımızı zannettiğimiz ve bizi koruyan silahı denize düşürdüğümüz yıllardı…

……… Vefa, bozasını tatmadığım ama karşısında ki Unkapanı’nın surlarına yazı yazmamız istendiğinde, tehlikeli ve yakalanma riskinin yüksek olduğunu dile getirmek, korkaklık, mücadeleden kaçmak olduğundan gece yarısı hazırdık boya ve fırçalarımızla… En yiğit yoldaşlarımızdan biriydi ilk kurşunu sol ayak bileğine alan Hayati ve ömür boyu o kurşunun ayağını sakat bırakacak olmasına aldırmadan… Çapa’da bir hafta ranzaya zincirli, ardından Bayrampaşa cezaevi ve ömür boyu sekecek bir ayak…‘’Günler ağır, günler ölüm haberleriyle geliyor’’ du… Lalelide Mustafa, Kadırgada Ahmet aynı hafta içinde ‘’sizde halk çocuğusunuz, ateş etmek istemiyoruz ‘’ demeseler, mavi berelilerin kurşunlarıyla can vermeyip, bugün belki hayatta, aramızda olabileceklerdi…‘’En güzel dünyaları yaktık ellerimizle / Ve bundan dolayı biz unuttuk bağışlamayı’’… Profesör, gazeteci, işçi, memur, sendikacı, parti il-ilçe başkanları, demokrat kamu görevlileri katlediliyor, ta o yıllarda polis teşkilatının İslami faşistlerin eline geçmesini seyreden başbakan, ‘’bana milliyetçiler suç işliyor dedirtemezsiniz’’ diyerek ülkenin bugüne gelmesine o günden zemin hazırlıyor ve bugün Güniz sokakta eli öpülüyor, oysa ona öptürülecek o kadar şey varken… Yurt içindeki sinemalarda seks furyasıda onun döneminin ürünüydü…

……… Teknolojinin olmadığı yıllardı, her katliam ve demokratik haklarımız için koyduğumuz korsam mitinglerin ardından coplanır, dağıtılır, kime ne olduğunu bilemez, ertesi gün okul ya da yurtlarda kayıplarımızı, kaybedilenlerimizi öğrenir, bir sonraki korsana kadar hıncımızı marşlar, devrimci türkülerle bilerdik… Sivas, Çorum, Yozgat, Maraş ve ülkenin dört bir yanından, camilerinin tuvaletleri korkunç bir şekilde pis olan ülkemden, Alevilerin- komünistlerin camileri saldırdığı iddia edilir, çocuklar dahi katledilirdi namazdan çıkan caniler ve saldırmaya her an hazır silahlı sivil komandolar tarafından… Her şeye provokasyon denir ama her zaman ölenler aleviler-devrimciler-demokratlar olurdu… Provokasyon diyenler kol kolaydı ne yazık ki… Burunlarının dibinde olmuştu Bahçelievler ve Mamak katliamları ama milliyetçiler suç işlemiyor, yakalanan katiller silahları, bombaları hangi partinin tilki ocaklarından aldığını itiraf ediyor devlet, emniyet bir türlü harekete geçemiyordu… Çünkü hep ‘’Devlet dersinde öldürülüyorduk’’… ‘’Şişli meydanında üç kız / vuruldular güpegündüz / biri Çiğdem biri Nergis / vuruldular güpegündüz ‘’diyen Ruhi Su, yurtdışına çıkış yasaklıydı ama M.Ali Ağca askeri cezaevinden elini sallayarak, poz vererek kaçtı, Demirel sustu, suç işlemezdi çünkü milliyetçiler, katiller, caniler…

……… Adana’ya geldiğimde sabaha karşı 04’te babamın beni uyandırarak apartman duvarına yazı yazanlara ‘’bunlar sizden mi?’’ dediğinde kardeş ve tehlikeli bir sol örgüt olduğunu söylerken ne derece inandı bilmem ama ertesi gün Halkevinde çay içiyorduk geceki tehlikeli çocuklarla… Ülkenin dört bir yanında cinayet işleyen katiller, Adana’da belediye başkanı A. Durak’ın inşaatlarında işçi kılığında saklanır, yataklık ederlerdi. Elebaşlarının bazıları kamyona çarparak, bazıları helikopteri düşerek tanrılarına kavuştular… Bir dost, bir post, bir yoldaş bize yeter, dünyalara bedeldir onların varlığı çünkü… Bugün bile ömrüne ömür katacağımız, uğrunda yollarda olmaktan onur duyacağımız, onlarca dost ve yoldaşımızla elimizde birer dilim ekmekle aynı türkünün içindeyiz, geçen onca zamana ve onca uzaklığa rağmen…

……… Polonezköy’ü bilmezdik belki ama Vietnam’da Ho Şi Minh, Çin’de Mao, Küba’da Fidel Castro ve Che Guevara dünden bugüne yolumuz, yarınımıza ışık ve aşk oldular… Aşkın ayıp, kız arkadaşlarımızın ‘’bacımız’’ olduğu dönemlere inat… Aşk, her zaman içimizde, gözlerimizdeydi, saklamayı bildiğimiz, yüreğimizin temizliğiydi… Ah sevgili; bazısı hayatında ilk kez dişlerini sen için fırçalardı ama bil ki uzaklarda, çok uzaklarda, doğduğu günden, doğduğun güne yüreğini fırçalayan biri var, çünkü sen onun çocukluğu, gençliği, bugünü, geleceğisin, uzattığınız elleriniz hep aynı türkü ve ülkenin içinde kalan…

26 Temmuz 2012 / Pozantı

 
Toplam blog
: 111
: 726
Kayıt tarihi
: 22.01.09
 
 

Adana doğumluyum halen bu kentteyim.. Marmara Üniversitesi İşletme mezunuyum. Deneme ve şiir yazıy..