Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Nisan '14

 
Kategori
Öykü
 

Bir masa hikayesi

Bir masa hikayesi
 

masa


Neşeli iki kuş, dallarımın üzerinde oynaşmaya başlayınca olacakları kestirebilmiştim. Bu en sevdiğim mevsimde, daha önce de defalarca aynısını yaşamıştım. Birkaç gösteriden sonra birbirlerini kabul ederek işe koyuldular. Ormanın her köşesinden topladıkları yumuşak otları, gövdemin uygun bir köşesinde biriktirerek yuvalarını yapmaya başlamışlardı. Onlara ev olmak, onları korumak, yavrularının gelişimini görmek bana her defasında olduğu gibi büyük bir mutluluk yereceğini bildiğimden içim kıpır kıpır ediyordu. Birkaç gün sonra diğer canlılar gibi bende yaprak filizlerimi çıkarmış, ormanı, ihtişamlı haline büründürmek üzereydik. Dallarım arasındaki kuş çifti, nihayet yumurtalarını yapmışlardı. Yakında çıkacak yavruları için heyecanlandıklarını sezebiliyordum.

            Benden çok daha heybetli olan birkaç ağaca bakarak iç geçirdim. Bir gün bende onlar gibi ormanın en yükseklerine ulaşacak ve güneşe yapraklarımla bakacaktım. Büyük ağaçlara imrenirken benden daha küçük olan fidanlara bakarak geçmişim geliyordu aklıma. Hani annemin beni bir tohum olarak toprağa düşürdüğü sonra filizlenerek köklerimi en derine kadar gömme çabalarım. Hele bir keresinde; daha küçük bir fidanken, yakınımdan geçen keçi sürüsünün gövdemi ve yapraklarımı yiyip yok etmeden hızla uzaklaştıkları o tehlikeyi hiç unutamıyorum. Keçilerin birçok fidan arkadaşımı yiyerek yok ettikleri o gün, çok korkmuştum. Bu olaydan sonra ne kadar şanslı olduğumu düşünmeye başladım.

            Her yıl, gökyüzüne biraz daha yaklaştığımı biliyorum. Yakında bende diğerleri gibi kocaman gövdemle gökyüzüne doğru tırmanacağım. Tüm gün, güneşi görebilecek, yağmurun ilk damlalarıyla kucaklaşacaktım.  

            Bahar mevsiminin ortalarına gelmiştik ki, ormanda hiçte alışık olmadığım seslerle irkildim. Etrafımdaki diğer ağaçlarda yapraklarını titreterek korkularını dışarıya yansıttı. Beklemekten başka çaremiz olmadığından, sessiz bekleyişimiz devam etti. Birazdan göreceklerim, endişelerimde ne kadar haklı olduğumu bana acı şekilde öğretecekti.

            Büyük makineler ve ellerinde, gövdelerimizi kesmek için kullandıkları aletlerle gelen insanlar, önlerine gelen ağacı kesiyorlardı. Bir an içimden, keşke onlar gibi ayaklarım olsaydı da oradan koşarak kaçabilseydim diye geçirdim. Gözlerimi kapatarak beklerken gövdeme değen metalin soğukluğuyla irkildim. Sıra bana gelmişti. Direnmek için gövdemi sıkmam hiçbir işe yaramadı. Birazdan, gövdem, köklerimden ayrılmış şekilde yana doğru yatmaya başlamıştım. Tam o anda neden bilmem! Bir an için, üzerimde yuva yapan kuşlar geldi aklıma… Kim bilir ne kadar korkmuşlardır diye geçirdim içimden. Kuşların yuvası da bende toprağın üzerine şiddetle çarparak yere yuvarlandık. Neden, diye düşünürken bir başka insan yanıma yaklaşarak dallarımı bir bir gövdemden ayırmaya başladı. Sonrada beni birkaç parçaya bölerek kamyonlara yüklediler. Araç hareket ettiğinde evime bir daha dönemeyeceğimi biliyordum. Kesilen gövdemin ve dallarımın arasından akan reçinelere engel olamadım. Sarsıntılı bir yolculuktan sonra araç durdu. İri yapılı bir adam, yaklaşarak gövdeme dokunmaya ve kabuklarımı incelemeye başladı.

‘’Bu ağacın reçineleri çok iyi, bunu masa için ayırın’’diyerek, diğer adamlara seslendiğinde biraz içim rahatlamıştı. Bizi ayırmaya başladılar. Diğer arkadaşlarımı, dumanı tüten büyük bir bacaya doğru taşıdıklarını görünce onlar için çok endişelendim. lakin yapacak bir şeyim yoktu. Gece sakin ve sessiz geçti. Beni getirdikleri yer için, atölye demişlerdi. Beni masa yapacaklarını duyduğumda, bunun nasıl bir şey olduğunu merak ettim.

            Beni değişik boylarda parçalara ayırdılar. Her şeyin bittiğini düşündüğüm bir anda parçalarımı bir araca daha yükleyerek, marangoz dedikleri bir yere götürdüler. Başıma neler geleceğini beklerken içeriye beyaz sakallı bir yaşlı adamın girdiğini gördüm. Bana doğru yaklaştı. Elleriyle beni okşamaya, sevmeye başlayınca birden içimde ılık bir şeylerin aktığını, onun nasırlı ellerinde bulduğum şefkati duyumsadım.

Sonra bana ’’Sen genç ve güzel bir ağaçsın, tüm olanlar için özür dilerim’’dedi. Buna inanamadım, bir kez daha reçinelerimin akmasına engel olamadım. Sonra devam etti’’Seni öyle güzel bir masa yapacağım ki, hak ettiğini bulacaksın’’dedi. Yanına yaklaşan küçük bir çocuğa ‘’Gel, yaklaş’’diye seslendi. Çocuk küçük elleriyle bana dokundu. Çocuğa ‘’Bu ağacın sadece ağaç olduğunu düşünürsen marangozlukta başarılı olamazsın, onunla konuşmalı ve onun ruhuna inmelisin. Onu mutlu edebilirsen ancak o zaman iyi bir marangoz olabilirsin ‘’dedi. Çocuk yaşlı adamı dinlerken söylediklerini anlamaya çalışıyor ve işin sadece marangozluktan ibaret olmadığını, ileride yapacağı bu işte başarılı olabilmesi için ağaçların ruhundan anlaması gerektiğini öğreniyordu.

            Korku ve endişelerim, ormanda yaşarken, bastıran sisin arkasından dağıldığı gibi yok oluyordu. Beyaz sakallı adam, ertesi gün, marangozhane denen yere geldiğinde küçük çocuk yanında yoktu. Elleri nasırlı olmasına karşın yaşlı adamın ellerini, gövdeme değen yumuşak dokunuşlar olarak hissediyordum. Hızarların ve keskilerin soğuk metalleri gövdeme değdiğinde yine irkildim. Bu seferki biraz daha yumuşak ve acısı, duyduğum umut ile karışarak, yerini yeni bir oluşumun heyecanına bıraktığında, gövdemin bilinmeyen şekline alışmaya çalıştım. Birazdan, çırak diye seslendiği çocuk içeriye girince, duyduklarımdan sonra daha da emin oldum. Genç çocuk gözlerini kocaman açarak bana doğru yaklaştı’’Usta, ne kadar güzel bir masa olmuş’’diyerek hayretlerini gösterdi. O anda, yeni hayatıma güzel bir masa olarak devam edeceğimi anlamıştım.

            Bundan böyle düşündüğüm tek şey, masa dedikleri şeyin ne olduğunu anlamaya çalışmaktı. Yaşlı adama olan güvenim, benim yeni şeklimin kötü bir şey olmadığını bana fısıldar gibiydi. Çocuk, elindeki fırçayla bana dokunmaya başlayınca, yaşlı adam fırçayı elinden alarak ‘’Bak şöyle yapacaksın’’diyerek çocuğa gösterdi. Fırçanın kılları, yeni bedenimin üzerinde gezerken, kıkırdayarak gülmemek için kendimi sıktım. Ormandaki yaşamımda gördüğüm ve imrendiğim renkli çiçekler gibi renklere bürünüyordum.

Ertesi gün olacakları merakla beklerken yine kapı açılarak iki adamın içeriye girdiklerini gördüm. Arkalarından beyaz sakallı yaşlı adamda içeriye girince rahatladım. Adamlar beni kibarca tutarak bir araca yerleştirdiler. Değer verilmek gerçekten çok güzel bir duyguydu. Araç hareket etmeden hemen önce yaşlı adam’’Ona iyi bakın’’diye bağırdı. O da, bende birbirimize, gözden kaybolana dek baktık.

            Bir evin önünde durunca ‘’Geldiler’’diye bir şey işittim. Evin kapısından, önce bir kadın arkasından iki küçük çocuk dışarıya fırladı. Umarım beni beğenirler diye düşünürken, kadının ‘’Bu harika bir masa’’sözleriyle birlikte kıvrımlarım üzerinde dolaşan ellerinin sevecenliği beni ne kadar beğendiğinin kanıtıydı. İçeriye taşıdıkları sırada, gövdemde en ufak bir çizik dahi olmaması için gösterdikleri özen çok hoşuma gitti. Yeni evime girdiğimde, benim için önceden hazırladıkları yere itinayla bedenimi yerleştirdiler. Üzerime güzel bir örtü örten kadın bana hayranlıkla tekrar tekrar baktı. Buranın yeni evim olduğunu ve geri kalan hayatımı orada geçireceğimi artık biliyordum.

            Ertesi gün bu güzel ailenin üzerime koydukları yiyecekleri hoş sohbetlerle yediğini görünce buraya neden geldiğimi ve masanın ne demek olduğunu da anlamıştım. Yemek zamanlarının gelmesini dört gözle bekliyordum. Tüm aile fertleri yemek zamanı gelince etrafımda diziliyorlar ve benim sağladığım düzlük sayesinde yemeklerini yiyorlardı.

            Bir gün, evin içindeki bağrışlardan sonra derin sessizlikler olduğunu, devamında çocukların bağrışlarıyla heyecanlandıklarını fark ederek bunun saklambaç dedikleri bir oyun yüzünden olduğunu anladığımda merakımda giderilmiş oldu. Komşu çocuklarıyla evin çocukları saklambaç oynuyorlardı. Evin afacan çocuğu, üzerimdeki örtüyü kaldırarak hemen altıma sokuldu. Sessizlik hat safhadaydı. Diğer çocukların sesleri zaman zaman yükselerek ‘’Seni gördüm, sobe’’diyerek koşuşturmalara karışıyordu. Afacan çocuk, sessizce dibimde beklerken elindeki çakıyla bedenime derin çizikler atmaya başlayınca uzun zamanlar önce duyduğum acıyı tekrar hissettim. ‘’Yapma’’dedim. Biran da duyduğum pişmanlığın ardından çocuk bana baktı. ‘’Sen konuşan bir masa mısın?’’ diye sordu bana. Önce ne diyeceğimi bilemedim. Çocuğun sakinliği karşısında gevşedim. Afacan sakinliğini koruyamasaydı kendimi nasıl hissederdim bilemiyorum. O günden sonra sık sık yanıma gelen afacanla, uzun uzun sohbetler ve paylaşımlarda bulundum. Bana hiç duymadığım ve bilmediğim şeylerden bahsediyor bende ona bildiklerim kadarıyla karşılık veriyordum.

            Günler günleri, yıllar yılları kovalarcasına geçip gidiyordu. Evin çocukları büyümüş ve kendi yaşamlarının yönünde gitmişlerdi. Onları çok nadir olarak görebiliyordum. Sonraları eve girip çıkanlar daha da azaldı. Bir gün, diğer eşyalarla birlikte kaldırılarak tozlu bir depoya götürüldüm. Karanlık depoda beklediğim o zamanları hiç unutmuyorum. Artık şansımın benden vazgeçtiğini düşündüğüm bir anda, tozlu deponun kapısı açılarak içeriye birkaç kişi girdi. Aralarından birisini tanır gibiydim. Uzamış bedenine karşın yine de o gözleri hatırladım. O adam evin afacan çocuğuydu. Ne kadar da büyümüş diye geçirdim içimden umut dolu titrek düşüncelerimle… ‘’İşte bu masa ‘’dedi afacan. Karşısındaki sert adam, ‘’Hayır o olamaz, onu çok uzaklardan getirmiştim’’diye karşı çıktı. Afacan, kendi emin olmasına karşın babasından kalan masanın o masa olduğuna ikna edemiyordu diğerlerini. Tam vazgeçmiş gibi gözüktüğü sırada, kısılmış sesimle ‘’Çakı izi’’diyebildim. Kapıya yönelmiş gitmek üzereyken durdular. Afacan sert adama dönerek ‘’O masanın baba ait olduğunu kanıtlayabilirim’’dedi. Yüzündeki tebessümden beni duymuş olabileceğini hissettim. Tekrara bana doğru yaklaştılar. ‘’Alt kısmında çakıyla kazılmış izler olacak’’dedi. Beni çevirince sert görünüşlü adam başını öne arkaya sallayarak onayladı. Beni, iki kişi tutarak dışarıya taşıdılar. Yakında yeni evimin yolunu tutacak ve tozlanan geleceğimden kurtulacaktım. Canımı çok yakan o çakının, bir gün beni kurtarabileceğini hiç düşünmemiştim.

            Beni yeni evime doğru götürürlerken, aslında hiçbir şeyin son olmadığını, her sonun yeni başlangıçlara, her kötülüğün yeni iyiliklere neden olduğunun farkına vardım..

 
Toplam blog
: 13
: 492
Kayıt tarihi
: 19.04.12
 
 

Yazı aklın uzantısıdır... Bazen düşündüklerimi olduğu gibi aktaramıyorum kağıda. İşte o zaman, ak..