Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Mayıs '17

     
    Kategori
    Aşk - Evlilik
     

    Bir masal

    ''O duyduklarının hepsi birer masaldan ibaret. Öyle bir yer yok.'' dedi gülerek.

    Küçük Prenses'in kurduğu hayallerle dalga geçen göçebe kendinden son derece emindi. Onlarca diyar gezmişti ancak Küçük Prenses'in heyecanla anlattığı Güvenli Kale'ye yolu hiç düşmemişti.

    Soğuk kış gecelerinde seyyahlar, ateşin etrafında toplanır; uyku tutmadığı için çadırlarından çıkar ve birbirlerine gezip gördükleri diyarları anlatırdı.

    Seyyahlar gittikleri yerleri anlatmayı severdi. Diğerlerinden daha çok yer görenler ise gururla anlatırlardı mermerden şehirleri, ahşaptan limanları, altından sarayları. Güvenli Kale ise bu gecelerde anlatılan bir efsaneydi herkesin gözünde.

    Dağ kadar yüksek çelik kulelerin etrafında örülmüş mermer blokların koruduğu, Ulu Tepeler'in arkasındaki diyarda tüm dünyaya hakim konumda bir kaleydi anlatılan. Kalenin konağı gümüşten yapılmıştı. Binbir renkli camların içinde meşe ve kaşmirin ahenkli mobilyaları sahiplerini ağırlardı. Kaleyi en asil şövalyeler korurdu ve hepsinin başında ise Baş Şövalye bulunurdu. Baş Şövalye kaleyi yönetirdi. Onun emrinin altında herkes bolluk ve güven altında yaşardı. Kalenin etrafındaki araziler verimliydi.

    Baş Şövalye yüzlerce yıllık ömrünü hiç göstermeyecek şekilde son derece genç ve yakışıklıydı. Güvenli Kale'nin tüm halkı ona güvenirdi. Çünkü tüm halkı ejderhalardan ve kötü ruhlardan o kurtarmıştı. Güvenli Kale'nin hakim olduğu topraklara dışarıdan hiçbir kötülüğün girmesine izin vermiyordu. Topraklar, Baş Şövalyenin Büyük Savaş'tan sonra yaptırdığı bir büyü ile korunuyor ve gizleniyordu. Efsaneye göre bu topraklara sadece içinde saf iyilik olan günahsızlar girebiliyordu. Ve bir kehanete göre Baş Şövalye bir gün dışarıdan girecek bir kişi için sonsuz hayatından vazgeçecek ve kendi hanedanını kuracak oğullara sahip olacaktı. Güvenli Kale topraklarına hakim olan koruyucu büyüyü kaldırıp emrindeki diğer şövalyelerle dünyanın tamamını kötülükten arındıracaktı.

    Küçük Prenses, seyyahın tavırlarına çok sinirlenmişti.

    ''O kaleyi bulacağım göreceksin, terk ettiğim evime orayı kendi gözleriyle görmüş gerçek bir kahraman gibi geri döneceğim!'' diye haykırdı.

    Seyyah yine alaycı bakışlarıyla seslendi Küçük Prenses'e, ''diyelim ki o diyarı buldun, orası güçlü bir büyüyle korunuyor, sadece günahsızlar ve içi saf iyilikle dolu olanlar girebilir, eğer yine de girmeye çalışırsan hayatını kaybedebilirsin'' dedi.

    Küçük Prenses korku dolu gözlerle dinledi seyyahı. Terk ettiği kuzey diyarında kimse ona böyle bir şey anlatmamıştı. İçindeki merak ve cesaret onu sarayından çıkartmıştı. Ünlü Güvenli Kale'nin bahçelerinde gezecekti, büyük kuleyi görecek ve konakta misafir olacaktı. Eve geri döndüğünde oradan hatıralar da getirecekti. Başka türlü Kral ki kendisi Küçük Prenses'in babası olur, onun bu macerasına inanmayacaktı ve onu saraya hapsedecekti.

    Kış geceleri son derece soğuk olurdu kuzeyde. Güneye doğru havanın daha sıcak olacağını düşünmüştü. Ancak sığındığı bu kervanın çadırları da kamp ateşi de onu ısıtmaya yetmiyordu. Çok üşümüştü, erzakı ise çok az kalmıştı. Birkaç gün içinde Büyük Kütüphane'ye varamazsa ne yapacağına dair hiçbir fikri yoktu. Veliaht prenses olarak Kraliçe'nin Broş'unu teslim alma töreni henüz bir ay önce gerçekleşmişti. Broş'u koyduğu cebinden elini çıkartmıyordu. Kraliyetin bu en önemli mücevheri ona emanetti ancak o kraliyet topraklarını terk etmişti!

    Seyyah bu genç kıza acımış ve ona kendi erzakından bir parça tavuk vermişti. Küçük Prenses, karnını doyurunca uykusu geldi. Sol cebinde sıkı sıkı tuttuğu Broş ve sağ elinde tuttuğu hançer ile uyuyakaldı. Küçük Prenses'in bu macerası ardı ardına gördüğü rüyalarla başladı. Babasının sarayına gelen seyyahlar ve şairlerin anlattığı Güvenli Kale'de görüyordu kendini. Çeşmelerinden bal ve şarap akan, kimsenin fakir olmadığı ve herkesin mutlu olduğu bu diyarları rüyasında görmüştü. Yine Güvenli Kale'nin yolundaydı rüyasında. Yeşil Vadi'den Güvenli Kale'ye uzanan yoldan ilerledi. Çığlıklar duyuyordu, Küçük Prenses'in rüyası birden kabusa dönmüştü. Güvenli Kale'yi alevler içinde gördü!

    İnsanlar kaçıyordu. Çocuklar ağlıyordu. Kötülük, Güvenli Kale'nin asil şövalyelerini öldürmüştü! Yaralar içindeki Baş Şövalye hala savaşıyordu. Küçük Prenses, Baş Şövalye'nin onu fark ettiğini anladı. ''Beni bulmak zorundasın, hepimizin kaderi senin elinde!'' diye bağırdı Baş Şövalye.

    Küçük Prenses terler içinde uyandı. Sabah olmuştu ve kervan yola çıkmaya hazırlanıyordu. Uykusunda gördüklerinden kimseye bahsetmedi. Çantasında kalan elmalardan birini yedi ve yola koyuldu. Güney diyarlarında yağmacılar kervanlara sık sık saldırırlardı. Anneler yaramaz çocuklarını bu yağmacılarla korkuturdu. Yağmacılar bir bronz para için gözlerini kırpmadan cinayet işleyecek kadar acımasızlardı. Küçük Prenses seyyaha Büyük Kütüphane'ye ne kadar yol kaldığını sordu.

    ''Gün batmadan orada oluruz, kervanın arkasındaki yaşlılar bizi yavaşlatmasaydı çoktan varmıştık!''.

    15 günlük yolculuktan sonra Küçük Prenses'in ayakkabıları yırtılmaya başlamıştı. Sarayın koridorlarına ve Kuzey diyarının sokaklarına dayanması için yapılmış ayakkabıları bu yolculuğa karşı çaresiz kalmışlardı. Büyük Kütüphane'ye hükmeden amcası Bilge Rahip'i bulmak tek umuduydu. Onun yardımıyla Güvenli Kale'ye giden yolu bulabileceği haritayı Kütüphane'den temin edebilirdi. Ayrıca erzaka, temiz kıyafetlere ve sağlam ayakkabılara da ihtiyacı vardı.

    Kervanın önünden gelen çığlıklara dikkat kesildi. Yağmacılar saldırıya geçmişti! Günün bu erken saatlerinde yaptıkları saldırıyla kervandaki tüm değerli eşyaları ele geçirmeyi planlıyorlardı. Ayrıca cariye olarak satmak için genç kızları da kaçırıyorlardı! Küçük Prenses bu kaosun ortasından hızla kaçmaya ve ağaçların arasında saklanmaya karar verdi. Koştu ve yoldan çıkarak ormana girdi. Sesler kesilene kadar koştu ve bir ağaç kovuğuna sığındı. Kalbi küt küt atıyordu ve nefes nefese kalmıştı. Bir süre beklemeye karar verdiği anda bir el onu kovuktan dışarıya fırlattı. Leş gibi kokan dev bir yağmacı onu takip etmişti.

    Küçük Prenses, tüm diyarlardan taliplisinin olduğu kadar güzeldi. Adına şiirler ve şarkılar yazılmıştı. Bu güzellik yağmacının gözünden kaçmamıştı, onu cariye olarak satarsa oldukça zengin olabilirdi!

    Yağmacı, Küçük Prenses'i fırlattığı yöne doğru yöneldi, Küçük Prenses pelerinin arkasına sakladığı hançerini sıkıca kavradı. Kendisine doğru gelen yağmacı gülümsüyordu, zengin olacağının hayali gözlerinden okunuyordu. Tam kendisine doğru eğilecekken Küçük Prenses hançerini çıkardı ve yağmacının tam göğsüne bir darbe vurdu. Yağmacı kanlar içinde yere yığılmıştı.

     
    Toplam blog
    : 1
    : 86
    Kayıt tarihi
    : 21.03.16
     
     

    Öğrenci, evlat, yazar, çizer, yaşar ..