Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Aralık '13

 
Kategori
Kitap
 

Bir mimarın mekanda zaman yolculuğu; Ustura

Bir mimarın mekanda zaman yolculuğu; Ustura
 

Tarih tadında mimarlık


Küçük bir panik atağın üzerine, normal dozundan fazla aldığınız ilacın ardından uyuyup, 1800’lerin başında, bir hamamda ve hamamın göbek taşında çırılçıplak uyansanız ne yapardınız? Başlangıç size Michail Douglas’ın başrolünde oynadığı The Game (Oyun) filmini mi hatırlattı? Evet, bir benzerlik olduğu su götürmez ancak, bu olayın müsebbibi profesyonel bir oyun organizasyon firması değil, zeki ve entelektüel bir akademisyen aklı. Yani zihinsel bir kurgu.

Ahmet Turan Köksal’ın Ustura isimli kitabı, bu yılın, en hızlı okuyup, en kısa sürede (dört gün) bitirdiğim kitaplardan birisi. Bir kitabı ortalama 10 ila 15 gün arasında bitirdiğim düşünülürse, bu kitabın beni ne kadar sürüklediği ortaya çıkar.

Kitabın yazarı ile kitabın kahramanının arasında ciddi benzerlikler olması, kitabı bir kat daha ilginç kılıyor. Kitabın yazarı kısmına daha sonra değineceğim.

Kitabın kahramanı bir mimar. Üstelik akademisyen olan ve üstüne üstlük bir fakültenin dekanlığını yürüten ve üniversitenin rektörlüğüne aday olan bir mimar. Ancak sahip olduğu veya talip olduğu idari unvanlar onu mesleğinden uzaklaştırmamış. Aksine, geleceğin mekânını tasarlamayı görev edinen bir mesleğin erbabı olarak, mekânın kökenini, geçmişten bu yana gelişimini merak edinen bir meczuba dönüşmüş. Meczup diyorum çünkü, 200 yıl öncesinin İstanbul’una dönmeyi kendisine hedef edinmiş birisini kitabın başında ancak böyle tanımlamak mümkün. Zaten, kahramanımız zihin oyunu ile 200 yıl öncesinin İstanbul’una geri gidebildiğinde de, ortaya çıktığı mekanın sakinlerine kendisini meczup olarak tanıtacaktır.

Ancak kitabın kahramanının da – bu arada kahramanımızın ismi Mustafa Ayas Ofyaz – kitapta sık sık bahsettiği gibi, mesele basit bir zamanda yolculuk değil. Bu günün dili, kıyafetleri, davranış kalıpları ve alışkanlıkları ile 200 yıl öncesine gidilebilse dahi, doku uyuşmazlığından kısa sürede helak olup gitme olasılığı çok yüksek.  Bu nedenle gidilen dönemin tüm değerlerini, alışkanlıklarını, idari ve toplumsal tarihsel gelişimleri, yaygın olan yazı ve konuşma dillerini, teknolojinin düzeyi, hangi keşfin hangi dönemde hayata geçtiği, dönemlerin üretim kapasitesi ve becerilerini bilmek, o dönemde hayata tutunabilmek için önemli. Olayı basitçe tanımlarsak Matrix filmindeki, filmin kahramanlarına dövüş sanatı ya da helikopter pilotluğu bilgisini yüklemeye benzer bir işi, tarih öncesine uyumlu bir şekilde gerçekleştirmek gerekiyor.

Kitap hızını, Mustafa Ayas Ofyaz’ın, kendisini 1807’ün İstanbul’unda bulması ile alıyor. –Her ne kadar kahramanımız tarihte yolculuğa başlamadan bir ölüm ve cenaze vakası yaşansa da, bu vakayı beklenen gelişmeyi geciktirici bir hız tümseği olarak değerlendirdim-

Mustafa Ayas Ofyaz kurgu oyununda (2010’ın İstanbul’un da uyur halde iken ve her uyur halde kalınan bir gün, 1800’lerin bir yılına eşit olacak şekilde), 1800’lerin İstanbul’unda, yaklaşık altı yıl kalıyor ve bu sürenin hemen hemen tamamı Fındıkzade’de bulunan bir hamamda geçiyor. Mimarın, Külhan yamağı olarak başlayan hamam macerası, yanaşmacılığa kadar uzanıyor. Ancak bu altı yıl içinde, İstanbul’da, Kabakçı İsyanı, III. Selim’in tahttan indirilmesi, Alemdar Mustafa Paşa’nın müdahalesi ile II. Mahmut’un tahta çıkarılması ve arada İngilizlerin denizden İstanbul’u kuşatmasını içeren karmaşık bir tarihsel dönem yaşanıyor ve kahramanımız tüm bu süreçlerin içinde yer alıyor.  

Ancak bence kitabı ve 200 yıl öncesini ilginç kılan, bu yaşanan toplumsal karmaşadan öte, gündelik yaşamın detayları. Çayın Osmanlı’da hangi dönemde yer edinmeye başladığından, verem ve koleranın toplumdaki yıkıcı etkisine, kullanılan para türlerinden giyim tarzlarına, un tartılan Unkapanı’ndan, yeniçerilerin toplandığı Atmeydanı’na kadar çok dikkat çekici detaylara rastlayabiliyorsunuz. Kitabın kahramanı Mustafa Ayas Ofyaz, okurun aydınlatılmasını düşündüğü her an bilgi birikimini bizlerle paylaşmaktan geri durmuyor.

Romanda, bugünden izlere de rastlamak mümkün. Kitabın kahramanı olan mimar, her fırsatta Zizek okuyor, 2010’larda bir avuç yeşili korumak için başlayan eylemlere katılmış ve geçmişte bir padişahın eğer diktatör kelimesinin anlamını bilseydi, “ben diktatör değil, hizmetkârınızım der mi acaba?” sorusunu soracak kadar günceli takip ediyor.

Kitabın bu kadar ilginç özelliğinin yanında, sona ermiş bir romanla karşı karşıya olmadığımızı da söylemek gerekiyor. Kitabın sonunda, kitap boyunca her an karmaşıklaşan olaylar çözüleceğine daha da içinden çıkılmaz ve akıl yürütülemez bir hale geliyor. Yani kitabın sonunda rahat bir nefes alamıyorsunuz. Bu yazarın, kitabın başında planlamış olduğu bir durum muydu, yoksa kitap ilerleyip klavyesini tutamadığı durumda plan dışı gelişen bir durum mu, buna karar veremedim.

İşte şimdi tam bu noktada biraz kitabın yazarından bahsetmem gerekiyor. Ahmet Turan Köksal, kitabını okumadan tanışma şansı edindiğim bir mimar ve yazar. İşin garip tarafı, kitabın kahramanı ile fazlası ile benzerlik sergiliyor. Her ikisi de, bir mimarlık fakültesinde fiilen dekanlık görevi yürütüyor, her ikisi de bilgisayarda tasarım konusunda uzman, her ikisi Yıldız Teknik Üniversitesi mezunu ve her ikisi de kilolu.

Ahmet Turan Köksal’la bir konferans hazırlığı aşamasında tanışmıştım. Alçakgönüllü bir şekilde konferansımıza katkı sundu ve bu katkı sayesinde mesleğinin detaylarına ne kadar hâkim bir uzman olduğunu öğrenmiş oldum. Örneğin New York’ta Manhattan bölgesinin emsal değerinin nasıl oluştuğu gibi bir detaya vakıf oldum ve kitabı okurken karşılaştığım detaylar bu nedenle beni hiç şaşırtmadı.

Timaş Yayınlarından çıkan bu kitabın okunmasını tavsiye ederim. Kitabı okudukça, İhsan Oktay Anar kitaplarının tadını aldım. Kitaba dair bir temennimi iletmek isterim. Kitabın son bölümlerine kadar, isminin “ustura” olmasından ise “külhan” olmasının daha uygun düşeceğini düşündüm. Son bölümde usturanın kerameti az çok ortaya çıksa da, ben yine de kendi önerimi daha uygun buluyorum.

İyi okumalar dileklerimle.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..