- Kategori
- Anılar
Bir muallimin hatıra defteri 58: Hulusi Kavruklar’ın istikbal beklentileri...
Değerli arkadaşım; iki sene bir çatı altında; bir oda içinde. Bu sene de ayın sırada kardeş gibi arkadaşlık yapmaktayız. Bizi gurbette birleştiren bu kültür yuvası oldu. Eğer düşünüş ve ideallerimiz bir olmasaydı; bu sıcak yuvada görüşüp kaynaşmanın imkanı olur muydu? Sen ve ben o zaman bu yuvanın isminden başka bir şeyini bilip; orada üç sene yaşadıktan sonra ayrılık acılarını duyan kimselerin hislerini duyup anlayabilir miydik? İşte bu gün bu isimle “öğretmen” olacağız diyoruz. Birbirimizden ayrılacağız, onun için yuvasından ayrılan kimseler gibi acı duyuyoruz. Daha gerçi yılın başındayız, birbirimizden ayrılacak daha çok zaman var; fakat o günleri düşündükçe; bana sanki şimdi ayrılacak mışız ve bir daha buluşamıyacak mışız gibi geliyor ve acı duyuyorum; bilmiyorum belki sende aynı acıyı duyuyorsun.
Hayata bir an evvel atılmak hepimizin emeli. Biz hayatı daha nazari olarak biliyoruz. Çünkü ta küçük yaştan bu zamana kadar hep okuduk. Hayatı okul penceresinden ve çalışanları yalnız gözlerimizle gördük. Hayat; bence öyle bir varlık ki, şahıslara göre değişir. İyidir, insan kendisini hayata hazırlayabilmişse; fenadır, eğer hayatı süslü, parlak ve şatafatlı görmüşse…
İşte hayat bence bu iki kısımlı paralel yol gibi… Fakat nede olsa ben, doğru söylemek gerekirse, hayatın daima iyi yönlerini görmeye çalışıyorum. Onun acılı yanlarını da sonra anlayacağımızı düşünüyorum.
Yani hayat ve insan adeta bir meyva ağacı gibidir. Yaratıcıdır ve her ikisini de o yaratır. Bir ağaç nasıl yerden bitip dallanır, yapraklanır ve nihayet nesli için meyva meydana getirirse; insan ve hayatta böyledir; doğuyoruz… Bir gençlik devri geçiriyoruz, nihayet kemale erip meyvalarımızın tatlı taraflarını böyle ağızlara tat vermek için değil dimağlarda şuruplaştırmak istiyorum. İşte hep arzularımız bu değil mi arkadaşım. Hayat da bizim cephemizden böyle görülmez mi? Okullar bu hayatın izleri, insan da onun bir hatıra defteridir. Senin bu hatıra defterin belki bir gün anlatır; bütün o yaşanan gariban hayatları.
Bu üç yılda geçen her 365 gün birer özgün hatıra olacaktır. Bu hatıranın sönük taraflarını canlandırmak için şu küçük defterinin sahifelerini karıştırırken , ismini bile unuttuğun sıra arkadaşını bu vesile ile hatırlayacak ve bu sönük yazıların altındaki şu küçük ismimi heceleyeceksin. O zaman kimbilir ben ve sen nerelerde olacağız? Sen maziyi iyi anlıyorsun ve ona hakkı olan kıymeti veriyorsun. Seni böyle gördükçe inan, sana imreniyorum. Ben maziyi daima ölmüş bir zaman, derdim. Fakat sen beni ikaz ettin. Mazinin, istikbalde de canlı ve yaşayan bir olgu olabileceğini öğrettin. Fikret’in dediği gibi:
“Mazi, o şimdi ölmüş iken şimdi ve nihayet
Bir cisim olan ;o şimdi ölen şimdi canlanan
Mevcut, evet o dalga , girdab-ı hatırat…”
İşte arkadaşım, bir hatıra olarak yazdığım şu satırları gelecekte bir gün okursan hem maziyi hem de beni anmış olursun. (III.B 790. Sıra arkadaşın: Hulusi Kavruklar)