Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ağustos '08

 
Kategori
Dostluk
 

Bir münzevinin Ege anıları...

Bir münzevinin Ege anıları...
 

ufukta görününen Yunan kıyısı, yanımdaki boşluk dostun yarası


Farklı yaşanır özlem iki yakasında egenin; bir yanda terk edilmişliğin ağır boşluğu dokunur yüreklere, öte yanda yüz yıllık memleketinden kovulmuş olmanın buruk acısı. Ve inanın yakılan her şarkıda, türküde, gönül yaralarını dağlayan bir ilaç kokusunu duyarsınız nemli gözlerle. Aslında kalbinden akan tomurcukları silen mendildir adeta insanların birbirine duyduğu özlem ki, kardeşliktir, komşuluktur, sevdadır, yeri geldiğinde ağabeyliktir, ablalıktır, babalıktır bu dostluğun altında yatan masum sebep. Bu güzel toprakların tarihine kazınmış nahoş destanıdır aslında, Anadolu Halklarının birbirine duyduğu özlem; lakin beni en derinden etkileyeni, köklerimi ve yuvamı geride bıraktığım Doyran’dır, Selanik’tir, Makedonya eyaletidir.

Balkan Harbi ertesinde sille tokat sınır dışı edilmiş büyük dedem ve ninem; ilk evlatlarının mezarını arkalarında bırakıp geri dönmüşler anavatana yeniden. Sakın sitem ettiğimi düşünmeyin, bu yazgıda yok bir kabahati konunun komşunun, aksine gözyaşları içinde uğurlamışlar Salihleri ile Fahriyelerini, ne de olsa en sevdikleri komşileri. Aksi yönde de devam etmiş bu göç dalgası Türkiye’den Yunanistan’a; onca sevgi, hüzün dolu anı, geride bırakılan büyük bir inançla ve saygıyla bir arada yaşaya gelmiş olmanın verdiği buruk şaşkınlık. Geri gitmiş ayaklar, yüzlerce yıl yuva olmuş topraklardan bir az daha uzaklaşılırken, lakin çare yok buyruk verilmiş, artık herkes kendi memleketine geri dönecek...(?)

Ne hissedersiniz bu duruma düşseniz bir hayal edin; eviniz, biricik yuvanız bomboş, bazı eşyalar atılmış her biri bir köşede, ne de olsa yola götürülemeyecek kadar ağırlar ve yol uzun. Bundan 15 yıl öncesi elinize doğmuş Fatma ağlamakta, gözyaşı dökmekten kızarmış gözleriyle size serzenişte, söğüdün dibinde. “Gitme abam n’olur gitme, ne ettik? Ne isterler bizden? Sen bize ne ettin ki sana git derler? Ne olur abam ne olur gitme!” Durum farklı değil elbet, karşı yaka ötede...

Yıllardır anlatırlar hep bizim koca evi ve Salih dedenin evine özlemini. Salih dede günde üç paket sigara içmekte, eşini, biricik Fahriye’sini kaybedeli on sene olmuş, yan kaykılmış divanda söyler dururmuş gayri. Çiftliği, içi inek, koyun dolu ahır ve ağılları, Fahriye’sinin sağılan sütlerden peynir yağışını, Yorgo’yu, Mustafa’yı can yoldaşlarını iç geçirerek anımsayışını. Bunları dinleyerek büyüdük biz, içimizde hep ukde olarak kalmıştır dede otağımızı gidip Yunan ilinde sorup bulmak ve hala varsa şayet yaşayan eşi dostu, bir de onlardan dinlemek mütebessim küçük devi ve dünyalar güzeli Fahriyeyi.

Otuz sene beklemek gerekiyormuş velhasıl gidip görmek için Doyran’ı, Selanik’i. Bulduğumuz bir boşluğu değerlendirmek için kardeşimi de alıp atladım arabaya, iki birader döküldük yollara, içimiz kıpır kıpır, yaramaz çocuklar gibi gülümsemekte yüzlerimiz. Ne neyle karşılaşacağımız belli, ne de bir yol, bir iz bulabileceğimiz… Yaklaştıkça uzak gelmeye başladı yol, hiç bitmeyecek sandığımız vakit gece saat 22:00’yi gösteriyordu. İnternetten bulduğumuz otele kaydımızı yaptırdığımızda ise saat çoktan 23:00 küsuru bulmuştu. Hemen banyo yaptık ve süslenip dışarı çıktık. Destino’ya vardığımızda tam gece yarısı olmuştu.

Destino, Selanik’in Nişantaşı’sının tam orta göbeğine konuşlanmış bir bar. Perşembe gecesi olmasına rağmen hınca hınç dolmuş kaldırım üstündeki masalardan birine zar zor oturmuştuk ki, yan masadan alkolden pembeleşmiş yüzü ile tebessüm ederek, Ilias seslendi İngilizce. “Siz Türk müsünüz?” dedi ve hemen ekledi “Merhaba kardeş” hem de Türkçe. Sonra masadaki herkes bizimle heyecanlı bir şekilde tanışmaya başladı, gerek fiziği, gerekse tavırları ile isminin benzediği oyuncuyu andıran Penelope tanıttı kendini, ardından dünya şekeri Maria uzattı elini, somurtkanlığının sebebini daha sonra anladığım fakat içtikçe neşeli karakterini açık eden Dimitris girdi söze, merhaba ben Dimitris.

Saatlerce yapılan sohbetler bize şunu gösterdi ki; aslında bu iki halk birbirinden hiçbir anlamda tam olarak koparılamamış ve birbirlerine olan sevecenlikleri, yakınlıkları tüm çabalara rağmen yok edilememişti. Nasıl edilebilirdi ki? İlk olarak ortak dilden örnekler başlandı söylenmeye, “tamam, hayde, yok, kuzum” sonra ortak yemekler, dahası ortak arkadaşlar, daha doğrusu ortak coğrafyalarda geride bırakılmak zorunda kalınmış eşler, dostlar, akrabalar.

Ilias’ın iki nenesi ve dedesi de hala Türkiye’de yaşamaktaydı biri Samsun’da, biri Trabzon’da, Penelope’nin anneannesi İzmir’de, Maria’nın ki ise İstanbul’da, her birinin öyküsü ortaktı ama hepsi yıllarca süren özleme dayanamayıp soluğu evleri olarak bildikleri bu şehirlerde alarak ve yeniden yerleşerek hasret gidermişti. Tıpkı hiç üzerinde yaşama fırsatı bulamadığımız halde, dedemizin gözlerinden süzülen yaşlardan ötürü dayanamayıp, bizim Selanik’e gidişimiz gibi.

Tanımadığımızı fark ettik birbirimizi sonra yıllar yılı, yanlış anlatıldığımızı, yanıltıldığımızı, kandırıldığımızı maksatlı, zorla düşman edilmeye çalışılan bu iki dost halkın ne kadar çok ortak noktaya sahip olduğunu kanıtladık sonra. Selanik Türküsü okuduk biraderle önce biz, onlar ise Çayeli’nden Öteye ile cevap verdi Rumca, sorulan bir soruya içerlediğimde ise Sarı Gyalin ile sitem ettim Ermenice söylerken. Sonrasında daha çok türkü, daha çok şarkı geldi, komünistmiş meğer Dimitris o yüzden sert dururmuş öyle mağrur ya, Nazım deyince yüzünde gülücükler bitti ve Nazım’ın şiirine yazılmış bir şarkıyı büyük bir huşu içinde teganni etti.

Öyle sıcak sohbetler etmişiz ki, iki gece sonra Türkiye’ye dönüş yolunda tekrar uğradığımızda Destino’ya; mekanın sahibi Theodor ve ortağı masamıza izin isteyerek teşrif etti. İçten bir tebessüm ve çekingenlikle şimdi adını hatırlayamadığım ortak, “bize bugün de bir kaç türkü okur musunuz, ne kadar hüzünlü ve güzel okuyordunuz” dedi. Sonra Yunan milliyetçiliği ile ün salmış güzel dost Petros geldi masaya Theo’nun daveti üzerine, edilen bol kahkahalı muhabbetlerden, yeri geldiğinde ise gözleri dolduran hikayelerden sonra Petros masadan ayrılırken cep telefonu verip “buraya gelip de beni aramazsanız beni çok üzersiniz hatta Türk düşmanı yaparsınız, iyi yolculuklar kardeşlerim” dedi.

Petros’un bu sözlerinden sonra sanırım söylenecek pek de fazla bir şey kalmıyor, yazının da başında dediğimiz gibi farklı yaşanır özlem iki yakasında egenin adı milliyetçi bile olsa, halk şarkılarının hep sevgiden sebepli acıdan, hüzünden, ayrılıktan ve özlemden kaynaklandığını düşünmüşümdür. Oysa bu kısa seyahatimizden sonra artık emin oldum ki, kardeşlikten ve dostluktan da sebeplenirmiş...

Sevgiler

Not: Yazıyı okurken sırası ne zaman gelecek diye beklediğinizi biliyorum ama o başka bir yazının konusu olduğu için burada hiç bahsetmedim. Selanik’e gidip de Ulu Önder’in evine uğramadan dönseydim değil MB’de bir daha yazı yazmak, utancımdan evimden dışarı bile adım atamazdım.

 
Toplam blog
: 58
: 795
Kayıt tarihi
: 14.01.08
 
 

1978'de dünyaya gelmişim şirin bir anne babanın ilk erkek evladı olarak. Istanbul'a göçmüşüz sonra k..