Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Eylül '07

 
Kategori
Anılar
 

Bir Mustafa sevdim, onun da arkasında Kemal'i vardı

Bir Mustafa sevdim, onun da arkasında Kemal'i vardı
 

Evimde Türksat aracılığı ile çeşitli televizyon kanallarını izleyebiliyordum ama Fransız kanallarına erişebilmem için bir çanağa daha gereksinimim vardı. Alacaktım almasına da havalar çok sıcaktı. Kavurucu güneş altında yazık değil miydi onu kuracak ustaya. Bekledim yazın bitmesini.

Havalar serinlemişti. Artık güneş de eskisi gibi kavurucu değildi. Bir çanak anten almak üzere, hem evime yakın hem de sahibini sempatik bulduğum için, Çalışkan Elektronik’e gittim. Sahibi Mustafa, dükkanındaydı. Her zamanki sevimli tavrıyla karşıladı beni. Geliş nedenimi anlattım. “Kolay, Hocam. Hemen hallederiz” dedi. Gerekli malzemeleri aldı ve düştük yola. Dörtayak Sokak’tan tırmandıktan sonra geldik benim iki katlı taş eve. Dıştaki demir merdivenden çıktık dama. İkinci çanağın yerini belirledi Mustafa. Elektrik gerekliydi. Üçlü prizin kablosunu sarkıttı balkona. Ben de inip ucunu taktım prize. Matkap sesi gelmeye başladı dam başından. Yukarıya çıktığımda anten ayağının monte edileceği delikler açılmıştı.

Çelengiye oturmuş, Çalışkan’ı izliyordum. Anten ayağının montajı tamamlandı. Çanak yerleştirildi, kablo kesildi. Yanına vardım Mustafa’nın. Elinde kibrit kutusundan biraz daha büyük beş girişli bir aygıt vardı. Çanağın birinden gelen kabloyu bir girişine diğerini de bir başkasına taktı. Uydu alıcısından geleni de bağladı. İndik aşağıya, geçtik televizyonun olduğu odaya. Türksat uydusundaki kanallar çalışıyor ama Fransız kanallarının izlendiği Hotbird uydusuna erişilemiyordu.

Çalışkan, “Hocam, galiba dayzik arızalı, bir başkasını alıp geleyim” dedi ve malzemelerini toplayıp gitti. Onu beklerken açtım bilgisayarımı, bağlandım internete, hele neymiş şu dayzik bir bakayım, dedim. Yazılışını da bilmiyordum. Ne yazdıysam, bulamadım bir türlü. İngilizce yazılışını da bilmiyordum. Uydurdukça uydurdum. Olmadı. Dama çıkıp aygıta bakmak aklıma geldi. DISEqC yazılıydı metal kutunun üzerinde. Döndüm tekrar odaya ve internette aramaya başladım sözcüğü. Bir Fransız sitesinde buldum onu: İngilizce “dijital uydu donanım kontrolü” (Digital Satellite Equipment Control) sözünün kısaltmasıymış ve tek uydu alıcısına iki çanak anten bağlandığında alıcının çanaklar arasında seçim yapabilmesi sağlayan bir aygıtmış.

Ben internette gezinirken zaman nasıl da geçmiş! Hava kararmak üzereydi. Kalkıp gittim Çalışkan’ın dükkânına. Yoktu yerinde. Çanak kurmaya gitmiş. Yanında çalışan ustasına, geldiğimi söyleyin diyerek döndüm eve. Gelebilir diyordum. Umutsuzluğa da düşmemiştim. Ama hava iyice karardı, dükkânların kapanma saati çoktan gelip geçmişti.

Ben genelde geç yatar, sabahları da geç kalkarım. Kahvaltımı yaparken Mustafa, belki erkenden rahatsız etmek istememiştir diye düşündüm. Kahvaltı sonrası, çayım elimde çıktım dama. Beklemeye başladım. Saatler ilerliyordu. Bekle babam bekle. Çalışkan, tembel çıktı. Öğle ezanı okunmaya başladı. Sinirlenmeyeyim diyordum ama olmuyordu. Ya sabır! Bir süre sonra bardağı odaya bırakıp gittim Mustafa’nın dükkâna. İçeri yeni girmiştim ki o da elinde alet edevat çantasıyla arabasından indi. Yanıma geldi. Hiçbir şey söylemesine fırsat vermeden, “ Hayatta Mustafaları hiç sevmedim. Buna kendim de dahil. Bir tek Mustafa sevdim. Onun da arkasında Kemal’i vardı, ” dedim ve çıkıp gittim. “Hocam, şey…” Duymadım bile sözünün arkasını.

Bir başka elektronikçiye gitmeyi düşündüm. Ama boşuna giderdim, gelmezdi çünkü. Burada birinin yarım bıraktığı işi diğeri kabul etmez ki. Daha önceleri buna benzer olayları hem ben yaşamış hem de başkalarından duymuştum. Ustalar arasında bir dayanışma mı yoksa bir gelenek mi onu da kimse de bilmiyor. Evde beklemekten başka çarem de yoktu.

İkindi üzeriydi. Odamda kitap okuyordum. Kapı çalındı. Gidip açtım. Mustafa idi gelen. Yanında da Tamirci Kemal. Şaşırmıştım Kemal’i görünce.. Kıkır kıkır gülüyordu Kemal. Gülüşüne de bir anlam veremiyordum.

Çalışkan bana baktı ve gayet ciddi bir tavırla, “ Hocam, biz geldik. Yanımda Kemal’i de getirdim. İşte Mustafa ve Kemal. Herhalde şimdi seversin Mustafa’yı, ” dedi. Şöyle bir baktım yüzüne. Gülmemek için kendimi zor tuttum. Sarı saçlı, mavi gözlü Atam, başını sallıyordu âdeta “Tamam” dercesine.

Hangisinin fikriydi bu, bilemiyorum. Söylemediler. Ama itiraf etmeliyim ki çok hoşuma gitmişti buluş ve davranışlarını. Helâl olsun vallahi. Buna ancak şapka çıkarılırdı…

 
Toplam blog
: 95
: 1738
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

Emekli öğretim görevlisi, çevirmen, öykü yazarı, kültür ve düşün dergisi Gerçemek'in sahibi ve ge..