Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Şubat '07

     
    Kategori
    Gündelik Yaşam
     

    Bir nasihat

    Hayat en başta bir oyundur hepimizin gözünde. İki oyuncak araba, bir plastik toptan ibarettir. Annemizden işiteceğimiz azar en çok korktuğumuz şey, yiyeceğimiz bir fiske ise sınırı geçtiğimizin işaretidir. Bu oyun gün geçtikçe genişlemeye ve zorlaşmaya başlar. Okula başlarız herbirimiz. Arkadaşlar ediniriz. Sonra hepimizin amacı sınıf takımında oynamaktır. Eve hep kan ter içinde geliriz. Ve korktuğumuz başımıza gelir. Yine sınırı geçmişizdir.

    Zaman ilerledikçe dersler ağırlaşmaya başlar. Okuyacaklar ve okumayacaklar diye iki sınıfa iter hayat bizi. Her dönem, her sene fire vermeye başlarız. Ahmet'i babası okuldan alır ve bakkal Tahir amcanın yanına çırak verir. Süleyman ise sanayide mobilyalara zımpara yapmaktadır uzun süredir. Cemil de bırakmıştır öss'ye giden yolda kalemini. O artık okulun önünde çıkışları ve ona kalmış gibi tüm benliğinle köşede caddeyi beklemektedir. Ayşe ise gelin olacağı günü.

    Ortak oynadığımız oyunun elemanları tükenmektedir. Ve herkes kendi oyununun kahramanıdır artık. Herbirimiz kendi kurallarımızla oynamaya başlarız. Ve o kadar ileri gideriz ki, hayatın kurallarını gözardı etmeye başlarız. Çünkü artık gencizdir. Kanımız delidir. Gözlerimiz kördür. Yanlız kendi doğrularımız vardır. Hep toz pembe hayaller aklımızda kurtulacağımız günü bekleriz. Ortak oyuna dimdik, yıkılmadan devam edenleri ise inek, ot zannederiz.

    Çoğumuz işsizdir. Boş gezeriz. Çevremiz boş gezenlerle doludur. Ve çalışacak insanları da engelleriz. Kimimiz köşe başlarına dikiliriz, kimimiz ise kafada üç kilo joleyle piyasaya çıkarız. Boşluk bizi her gün biraz daha içine çekerken, oyunumuz ise buna paralel olarak daha da heyecanlanmaya baslar. İçimizdeki doyumsuz hayvan buna çok sevinmiştir. Her geçen gün kötü alışkanıklarımız artar. Mutlu ama şaşkınızdır. Bazen kendi oyunumuzda, kendi kurallarımız geçmez olur. Bu bizi ürkütse de, oyunumuza mecburmuş hissiyle devam ederiz. Kendimizi boşluğa ait hissettiğimizden, merakımızdan, aldığımız tatların hoşumuza gittiğinden ve gözlerimizin körleştiğindendir bu. En çok da merağımızın uyandırdığı keşfetme duygusu bizi yönlendirmektedir. Aslında hayat bizi uyarmıştır. Bu İLK ihtardır.

    Bir gün yolda yürürken eski arkadaşlarımızdan biriyle karşılaşırız. Üniversite okuduğunu öğreniriz. İyi gittiğini söyler. Ve bize nası gittiğini sorduğunda ondan aşağı kalmamak adına ''çok iyi'' deriz. Çünkü dışarıya güçsüzlüğümüzü yansıtmamak zorundayızdır. Oyunumuzun kurallarından biri budur. Ama kullandığımız maddeler, bilerek ve bilmeyerek, kendimize veya çevremize yaptığımız kötülükler, maneviyatımızı, insanlığımızı güçsüzleştirir. Her geçen gün bizi biz yapan değerlerimizden uzaklaşırız. Karakterimiz çökmeye başlar. Buna doğru orantılı olarak içimizdeki şeytan zafer gününe iyice yaklaşır. Küçükken sıkı sıkıya sarılıp, kucağından inmediğimiz anne, babamızdan bile uzaklaştırmıştır bizi.

    İlerleyen zamanda uyuşturucu ve alkol tüketimleri artmaya başlar. Gittikçe bu maddelerin esiri olmaya devam ederiz.

    Doğum günümüzdür o gün. Aldığımız maddelerin etkisiyle zar zor uyanmışızdır. Beynimiz çatlıyordur. Dikkat ettiğimizde evde tatlı bir telaşe olduğunu anlarız. Umursamayız. Akşam yemeğini kaçırmamamız söylenir ısrarcı bir dille. Baştan savmak için "tamam" deriz. Ve o gün doğum günümüz şerefine yapacağımız uyuşturucu, alkol ve çılgınlık dolu parti için hazırlıklara başlarız.

    Hazırlıklar biter, parti başlar. Mütevazi bir partidir bizlere göre. Ve geç saatlere kadar sürer. Gece boyunca evden gelen telefonler sürekli meşgule atılmıştır. Sabaha karşı eve vardığında perdenin aralık olduğunu farkedersin. Halisinasyon gördüğünü zanneder, önemsemezsin. Ama aklında kuşku kalsın istemezsin. Odanın ışığını açtığında gözü yaşlı annen karşındadır. Ve masanın üstünde ''iyi ki doğdun oğlum'' yazan bir pasta. Seni gördüğünde gözleri nehir olur. İçin sızlar gibi olur, özür dilersin, sarılırsın, yatmasını söylersin. Aslında konuşmak, dertleşmek istersin ama çok kötüsündür ve karşısında bu halinle durmak istemezsin. O an bulaştığın bu illete lanet okursun. Çünkü eski sen yoksundur. Eski duygularını ararsın ama bulamazsın. Ağlamak istersin ağlayamazsın. Keşke dersin fayda etmez. Oyun çığrından çıkar. Eskisi gibi tozpembe değildir. Anlayana ikinci ihtardır bu. Anlayan için bile dönüş iyice zorlaşmıştır artık.

    Ve devam eder oyun... Öyle bir hal alır ki; artık tek bir oyun yoktur. Oyun içinde oyunlar vardır. Ve sen hep düşünürsün. Hep bir mahkemedir kafanda. Hayatın yanlız çözme çabalarınla geçer. Bu arada boş durmazsın, hep daha fazla istersin. Bir yarışın içinde bulursun kendini. Fren mekanizman yoktur. Otokontrol özelliğini tamamen yitirirsin. Düşündüklerini gerçek yaşanmış kabul edersin. Olmayan şeyler bile sana olmuş gibi gelir. Bakışların donuklaşır. Çevrede insanlar senden uzaklaşmaya başlar. Yanlız senin gibilerle birliktesindir. Anlayacağın sağa sola tripler atarsın sürekli. Yani delirme sürecin başlamıştır. Çok zayıf düşmüşsündür.

    Bir gece, yine bir uyuşturucu ortamında bulunurken sürecin son evresi gerçekleşir. Artık beynin düşündüklerini, vucudun uyuşturucuyu kaldırmaz. Sınırı çok geçmişsindir. ''Dur'', ''yapma'', ''alma'' gibi laflarda sökmez. ''ALIR AKLIMIZI''. Üçüncü ihtar yoktur. Ve kader ağır bir tokat atar.

    Sonuç olarak; gözlerdeki perdeler aralansın. Gerçeğin farkına varalım artık. Sadece uyumamız isteniyor. Ve bir gün sizin de oyununuz sona erecek. Belki de daha acı olacak. Aslında oyun diye birşey de yok. Tam gerçeği anlayacağımız zamanda kapılıp gidiyoruz bu rüzgara. Gerçeği anlayanlar ise doğru çizginin üstündeler ve dimdik ayaktalar.

    Gerçek şu ki; hayat kendini oyun zannedenleri affetmez. Bu musübet herbirimize bir nasihat olsun...

     
    Toplam blog
    : 1
    : 400
    Kayıt tarihi
    : 14.02.07
     
     

    Kibarım, asiyim ama uzlasmayı bilirim. Şairim, uykuyu severim ama tembel değilim, gezmeyi severim am..