Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mayıs '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir odada bir kaç yaşam hikayesi...

Bir odada bir kaç yaşam hikayesi...
 

Huzur evine hiç gittiniz mi?

Bilkent’ten arkadaşım Şule hanımla, hem büyüklerimizin anneler gününü kutlamak hem de fotoğraf (Amatör Afsad fotoğraf sanatçısı) çekmek üzere kendisinin aynı zamanda gönüllü olduğu, bende bütün genç büyüklerimiz adına ( DÜYADER ) Dünya Yaşlılık Derneği’nden biri olarak huzur evini ziyarete gidiyoruz, yolda durup bir demet karanfil alarak.

Sevgili Gülgen Dural Hocamı (Türkiye Güçsüzler ve Kimsesizlere Yardım Vakfı Başkanı) göremiyorum. Ben kendisinin yanına gidiyorum. Tesadüf kendisi de benim şehrime Urfa’ya gidiyor.

İlk ziyaret yerimiz Hacer (85) hanımın odası oluyor. Sanki evinizin bir odası gibi her tarafı temiz ve düzenli. Hacer hanım bizimle biraz sohbet edince “nasıl unuttum size şeker ikram edeyim, kolonya tutayım “diyor. Şekerleri çift aldırıyor bize.

Kolonyayı zarif bir genç kızın elinden gibi alıyoruz.

Hacer hanımla sohbet çok keyifli geçiyor. Gözünün biri çok iyi göremese dahi yine de haline şükrediyor. Geçmişten, gelecekten konuşurken diyor ki, “eskiden yokluk vardı. Buzdolabı yoktu. Her şey doğaldı. Bağlarımızı kendimiz eker, bellerdik. Her işi kendimiz yapardık. Tereyağı da yerdik. Hiçbir şey olmazdı. Kazanlarda çamaşır yıkardık. Şimdi kolesterolümüz birçok şeyimiz için tereyağı yasak.

Maşallah sizi dinç ve sağlıklı gördük. Bunu neye borçlusunuz?

Her şeyden önce aile terbiyesi önemli… Aile düzeniyle yetişen insan başka oluyor.

Bizlere yardımlaşma ruhu verildi. Yürüyemeyen bir insanın yemeğini, çayını bu yaşımda bile götürürüm. Kışın karda, buzda dışarıya çıkamıyorum. Koridorda yürürüm. Merdivenleri iner, çıkarım. Bu güzel sohbeti can kulağıyla dinliyoruz.

“Etajerdeki aile fotoğrafını gösterip bunlar benim çocuklarım onlara zamanında derdim ki,

yavrum okuyun, adam olun. Boyacılık yapıp, gazete sata sata okudular.”

Burada her oda kendi içinde yaşanmış en az 70 yıllık anılarla dolu. Fotoğraflara bakıyoruz. Zaman nasıl çabucak geçmiş. Bedenin şekli zamana yenik düşmüş günlerin ezikliğinde.

Siz mi burayı seçtiniz?

Çocuklarıma dedim ki; sizin yanınızda sığıntı gibi yaşayamam. Bana burayı tavsiye ettiler. Eşimi kaybettikten sonra yalnız kaldım. Alışveriş yap, eve gel, pişir, topla zor gelmeye başladı. Burada huzurluyum.

Ordan, burdan konuşmalarımız devam ediyor. “Atatürk’ümüz öldüğünde 3. Sınıftaydım. Çok iyi insandı” derken uzaklara bakıp gözleri doluyor.

Neye dikkat edelim diyorum. Her şeyden önemlisi sağlık… Ondan daha önemlisi aklına sahip çıkacaksın.

Her şeye bilir bilmez karışmayacaksın.

 

Rabiye (79)

13 yaşında evleniyor. 16 sene sonra eşini kaybediyor.

“Evde zordu. Bazı işleri yapmak burada herkes bizimle ilgileniyor.” Eşi kendisinden 20 yaş büyükmüş. “O zamanlar öyleydi bize sormadan istedikleri kişiyle evlendirirdi ailelerimiz ”diyor başını yere eğerek.

Müskünaz (82)

Yüzündeki çizgiler bazen kederi, bazen de yılları hatırlatır, anlatır. Müskünaz’ın yüzündeki çizgiler safi keder dolu…

Siyah ceketinin hüznü gözlerinden okunan bir hanım Müskünaz.

Evliliği daha baştan sıkıntılı bir şekilde başlıyor. Kocasının istediği kızı ailesi kabul etmiyor ve böylece baştan yanlış bir evlilik, kara bir örtü gibi çatılarının üzerine örtülüyor. “benim günahıma girdiler” diyerek iç çekiyor. Her hamile kalışında eşi arkadan bir tekme vurarak kadıncığazı hastanelik edermiş. 5 bebeğini bu nedenle düşürmüş. Her hastaneye gittiklerinde doktor dermiş ki, “talihsiz kızım yine mi bu halde geldin.”

“Kaç seneden sonra adam beni boşadı. Ankara’ya geldim. Çocuklarım benden uzakta, bir de üvey annenin elinde kaldılar. 16 yaşındaki kızım annemi çok özledim gelsin diye feryat figan etmiş. Kız kardeşimle gittik. Ona sarıldım, kokladım. Sonra yanımızdan ayrıldı. Ardından öyle bir haber geldi ki, bir annenin duyacağı en acı şeydi.” Derken ağlıyor/ağlıyoruz. Gencecik bebem kendini asmıştı. Oysa bana söz vermişti. Öğretmen olup sana bakacağım. Derdi.

Donup kalıyoruz. Sessizlik… Üzüntü…

Arkadaşım elindeki karanfillerden birer tane veriyor ve odadan ayrılıyoruz. Keder bize yapışıp sürükleniyor peşimiz sıra…

Aydın (90)

Aydın hanım Azeri. Odaya girdiğimizde saçları dağınık yatağı dağınık etrafa bakınıyordu. Arkadaşım Şule, başka bir hanımın fotoğrafını çekerken; Aydın hanıma göz ucuyla baktım. Yatağından usulca kalktı. Eflatun desenli yatak örtüsünü güzelce yatağına örttü. Battaniyesini katlayıp ayakucuna düzgünce koydu. Dolabından mor bir hırka çıkardı ve giydi. Eflatun eşarbını örttü. Geldi ve karşımızdaki sandalyeye oturdu. Bütün bu süreci büyük bir keyifle ve hayran kalarak izledim.

Masada bir elma. Bıçak. İlaç kutusu. Tepsi üzerinde el örgü bir bez. Dolabın üzerinde örgü süs patikler… Küçük dolabın üzerinde beyaz kenarı pembe bir şekerlik. Köşede Fiskos bir  masa, masanın üzerinde el işleme bir örtü. Üzerinde pembeli beyazlı yapma bir çiçek.

Pencerenin kenarında menekşeler. Mor ve beyaz renkte. Beyaz çiçekler solmuş ve kurumuş. Sehpanın üzerinde masa saati. Duvarda yaprakları her gün koparılan takvimlerden. Keçiören huzurevinde her oda da ayrı bir yaşam öyküsü, ayrı bir dünya, ayrı bir kişilik vardı. Aynı olan herkesin bir yatağı ve bir dolabının oluşuydu. Aynı olan sevgiyle dolu, sevgiye aç yüreklerdi.

e-mail:belginturan@gmail.com

                 

15.05.2012

 

 
Toplam blog
: 439
: 512
Kayıt tarihi
: 04.02.09
 
 

Lisansını Anadolu Üniversitesi/ İşletme Bölümü ve Anadolu Üniversitesi/ Sosyoloji Bölümlerinde “O..