Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '10

 
Kategori
Eğitim
 

Bir öğrencimin düşündürdükleri

Bir öğrencimin düşündürdükleri
 

bu gözler genç yaşta solmasın...


Dün bir öğrencim geldi ofisime; ders kaydını onaylatacakmış. Derslerine internetten bakınca, durumunun hiç de parlak olmadığını gördüm ve hemen “<ı>sen nereliydin?”, “<ı>kaç kardeşsiniz?”, “<ı>ailenizin geçimi nasıl sağlanıyor?” türünden sorular sorarak, konuya yumuşak bir giriş yaptım. Allahtan yumuşak bir giriş yapmışım, ondan sonra bana gelen bilgiler karşısında küçük dilimi yuttum ve hayatta her türlü zorluğa alışkın olan ben kısa süreli bir şok yaşadım.

Öğrencim, Şanlıurfalıymış, beş kardeşlermiş, en küçükleri kızmış ve 4. sınıfa gidiyormuş, anlattığına göre de maddi sıkıntıları yokmuş. Bunları anlatırken arada öylesine bir cümle kurdu ki “<ı>işte” dedim “<ı>Türkiye’de kendisine aydının diyenlerin, görmek istemediği ve yardım elini uzatmadıkları acı bir gerçek”. Müsaade ederseniz hemen ondan bahsedeyim; “<ı>en küçüğümüz kız hocam ve biz ona gözümüz gibi bakıyoruz, bizim için en değerli varlık” dedi ve ardından da “<ı>şu beşinci sınıfı bitirse de okuldan alsak” diye de devam etti. Bu devamın sonunda da benim hayretlerim daha da arttı. Bizlerin üniversitelere bakışı, beklentileri ve halkın belirli kesimlerinden gelenler arasındaki farkları daha da belirgin şekilde ortaya koymaya yetti. “<ı>Hocam, okuyup da ne olacak? Üniversitede okuyanların düştükleri ahlaksızlık çukurunu ben birebir görüyorum ve kardeşimin böylesi bir ortama girmesini hiç ama hiç istemem”. Çocuğa biraz bastırınca “<ı>yanlış düşünüyorsun, üniversitede 25 bin öğrenci varsa, sana göre yanlış davranışları çok küçük bir azınlık yapıyordur. Tabi ki yanlış davranış kavramı da kişiden kişiye değişir, ama siz aldığınız/verdiğiniz ahlaktan eminseniz dünyanın en kötü yerine de gitseniz, hata yapmazsınız” şeklinde yumuşak bir yaklaşımla iknaya çabaladım. Öğrencim “<ı>Hocam, bunu siz böyle algılıyorsunuz; ben ise başka türlü algılıyorum. Hatta ben, kendi çocuğumu dahi kız olursa fazla okutmam” dedi. Nuh diyordu, peygamber demiyordu… İnanmıştı bir defa buna, ya da inandırılmıştı. Kısa vadede çözüm alınamayacağından ısrardan vazgeçtim. Arkasından, bir gün yeniden gelir umuduyla “<ı>arada-sırada bana uğra sohbet edelim” diye seslendim. Bakalım gelecek mi?

Sonra da düşünmeye başladım; Öğrencim, gözleri gibi baktıkları, üzerine titredikleri kız kardeşini çevreden kaynaklana nedenlerden, okuldan alıp, 18ine geldiğinde de evlendirmeyi onun için iyilik olarak görüyordu. Elbette ki onları aydınlatacak eğitim-öğretim kurumlarını da bu noktada önemli düzeyde sorumluluğu var. Modernizmi, liberalizmi, bilimi, akılcılığı öcü gibi göstermek için elimizden gelen her şeyi yaptık. İçimizde ki güya aydınlanmacı gibi görünen ama aslen karanlığa hizmet eden ikiyüzlüler yüzünden.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşayan insanların ve bu bölgelerden göç alan Türkiye’nin diğer bölgelerindeki gettoların çoğunun karşılaştığı sorundu bu, Türk, Kürt, Arap fark etmeksizin. Ondan sonra da, kendisine aydınım diyenler çıkıp “<ı>Demokrasi isteriz” diye ahkâm kesiyorlar ve ortalığı yakıp-yıktırıyorlardı. Oradaki millet fertlerimizi, güya!!! düşünen insanların hiç birisi de, ben gidip o bölgede yaşayayım, oraları aydınlatayım, batıda olduğu halde orada olmayan değerleri oralara taşıyayım diye uğraşmıyor, çaba harcamak yerine oturdukları yerlerden ahkam keserek, o bölgelerin ana sorunu olan duygusallığı kullanarak kendileri ve çocukları için mekan kapma çabası içerisine giriyorlardı. O bölgelere ışığı götürmek ve duygusal ilişkiler sonucunda elde edilen sahte makamları, unvanları, mevkileri, saygınlıkları yıkmak için çaba harcamak yerine yaşadıkları mekânları oralaştırma çabası içerisinde ışığın girmesini, yayılmasını engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar, sırf kendi egolarını ortaya çıkaran içlerindeki hayvanları doyurma umuduyla sürekli besliyorlardı. Ondan sonra da, iş bilmeyen, kapasitesi sınırlı olan, son dönemlerin meşhur “<ı>Dunning Kruger Teorisi”ni doğrularcasına, cahil cesaretiyle dünyayı değiştirmeye çalışıyorlardı. Kendi bildikleri birkaç doğruyu, dünyayı değiştirebilecek doğrular sanarak. Kapasiteliler de alçak gönüllülüklerinden ve bilginin getirdiği şüpheciliklerinden “acabalarla” yol almaya çalışıyorlar ve “cahil olup da cahil olduğunu bilmeyenlerin de açtıkları sorunları çözmek zorunda kalıyorlardı.

Hadi o zaman artık şapkayı öne koyup düşünme zamanı geldi de geçiyor bile. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde doğup, büyüyen, oraya duygusal olarak bağlı olan insanlar dahi, devlet için çalışıp, devletten maaş aldıkları ve her türden imkâna sahip oldukları halde, oralara gitmek istemeyip, olanlardan sürekli olarak devleti suçluyorlarsa, burada bir gariplik yok mu onu anlamaya çalışalım. Bu noktayı anladığımız ve gerçekçi çözümler bulduğumuzda inanın tüm sorunlarımız çorap söküğü gibi çözülecektir.

 
Toplam blog
: 128
: 898
Kayıt tarihi
: 26.01.07
 
 

Kimim? Nereden gelir, nereye giderim?29 Kasım 1970 tarihinde Türkiye'nin Doğu-Batı geçiş yolunun en ..