Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ocak '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir ömür içine birden fazla hayat

Bir ömür içine birden fazla hayat
 

Bazen kendimle yalnız kaldığımda, bilirsiniz herkes gibi bir sürü düşünceler zihnimde uçuşmaya başlar. Hep bir şeyler yapayım diye plan yaparım ancak nasıl yapacağımı tam olarak bilemem. Muhakkak bir engel oluştururum kafamın içinde. Örneğin bir kitap yazmak isterim çoğu zaman… Okuyan herkesin içinde kendinden bir şeyler bulduğu bir kitap. Peşinden hemen bir tedirginlikle muhalefet çıkar ortaya; Daha imla kurallarını tam olarak bilmiyorsun, senin neyine kitap yazmak. Burada bile editörleri çıldırtma noktasına getirmişimidir kesin, kaç tane yazım sırf imla kuralları nedeniyle geri döndü, düzelt diye.

Ama bu imla kuralları neden diye soruyorum, yazının insanın özgürlüğünün bir yansıması olması gerekmiyor mu? Neden her şey gibi yazılarımızı da kalıpların içine sokmak zorundayız? Yine cevap kafamda beliriyor. Sen yazarken iyi hoş, birbiri ardına yazıyorsun da, okuyan yazdıklarını okurken senin ses tonunu bilemediği için, vermek istediğin havayı ya da düşünceyi belki yansıtamazsın. Virgül olmadan düz bir cümle ile içinde virgül olan bir cümle arasında mana açısından dağlar kadar fark olabilir. Haklı bir savunma ama bu seferde dur şuraya virgül koyayım, dur şuraya iki nokta üst üste koyayım acaba buraya noktalı virgül mü gider? Birbiri ardına üç noktadan sonra büyük harflemi başlanır yoksa yeni paragraf mı açılır? Soruları birbiri ardına kafamın içine dolunca, bu sefer yahu ben ne yazıyordum diye donuyorum. Hadi bakalım ondan sonra da ne heves kalıyor ne istek.

Üniversite bitirmiş, üstüne üstlük master yapmış birisinin imla kuralları ve yazım kuralları hakkında çok az bir şey bilmesi belki bazıları için acınası gelebilir, benim pek de önem vermediğim bir ayrıntı maalesef. Çünkü kendimi biliyorum, önem verirsem yazamam. Sıkılırım, şimdi olmaya başladığı gibi çünkü yeniden başladım sormaya ….

O yüzden karar verdim. Elimden geleni yapacağım ama savaşmayacağım. Yazı yazarken imla canavarını fazla önemsemeyeceğim. Editörler bu konuda tam tersini düşünüyorlardır eminim, onlarda diyorlardır ki, iyi sen önem verme bende yayınlatmam. Oldu bitti . Galiba benim yazılarım artık editörle dertleşme şeklinde olacak gibime geliyor.

İnsan ömründe, birden fazla farklı hayat yaşarmış derler. Bu söze katılıyorum. Ama aslında hayatımızı karartmak için bazılarımız elinden geleni yapmıyor mu? Nasıl mı ? Bana göre insan lüksünün kölesidir. Hırs adamı köleleştirir. Çünkü beklentileri yüksek olan veya hayalleri uçuk olanlar bu beklenti ve hayallere göre bilinçaltından aldıkları emire göre hareket ederek, kontrolsüz bir çabalama içine girerler. Bu çabalamaların sonu hep hüsrandır bana göre. Öyle yok işte çalıştı başardı lafları bence artistik patinaj gıcırtılarıdır. Bu işin kısmetle de alakası var tabi, yani kısmette yoksa ağzınla kuş tutsan boştur.

Rızık meselesi diye bir mesele vardır. Bana göre bir insanın yiyeceği 1.000 TL ise, o adam 100.000 TL de kazansa yine ancak 1.000 TL yi yiyebilir. Geri kalan 99.000 TL, ya borca gider, ya dolandırılır, ya da hiç beklemediği kimsenin başına gelmeyecek bir musibet gelir ona gider.

Hayatı fazla zorlamanın bir gereği var mı diye sorarım bazen kendi kendime. Kimisi vardır, devlet memurudur ya da mütevazi aylıklı birisi, sabah işine gider, işini yapar ve akşama ekmeğini sigarasını alır evine gelir. Bütçesine göre hareket eder. Kimisi vardır, beklentileri çok yüksektir, çok para kazanayım, lüks yaşayayım der ve bu iş çıplak maaşla olmaz der, kendi işini kurar, gecesini gündüzüne katar, çalışır, didinir, çabalar ama kısmeti azdır, tabiri caizse ağzıyla kuş tutar ama yine ancak o mütevazi adam kadar yiyebilir. Bunun daha kötüsü ise aynı beklentilerle çalışmadan kazanayım der ve yasal olmayan işlere girer, kumar oynar öyle helak olur.

Yiyeceğimiz üç kuru lokma, neden kendimizi bu kadar hırpalamak? Efendim onun BMW si var bende istiyorum. Haydi, atılır bir sürü çapının üstünde risklere, kendiyle beraber ailesini de etrafını da sürükler sonuç perişan, rezillik kepazelik.

Zaten kominizim “Neden onun varda benim yok” lafından çıkagelmiştir. Kominizm derde deva mıdır diye soracak olursanız değildir kanaatimce, olsaydı görürdük, kitaplarda okumazdık.

Neyse, aslında bu tür konuları konuşurken, bir demli çay içmek lazım.

Hayat çok enteresandır. Geçen gün bir tanıdığımızın annesi vefat etmişti. Onun cenazesine gittim. Genellikle cenazeler de hep felsefe yaparım. Bu cenazede de, bir köşeyi çekilip taziyeye gelenleri seyredip, bir de yatana bakıp başladım düşünmeye.

Bu dünyaya eğer yeme, içme, giyinme, para kazanma, borç ödeme, alış veriş yapma, evlat yetiştirme, çocuk olma, patron olma, işçi olma, ebeveyn, arkadaş olma, eş olma olma gibi nedenlerle geldiysek, ölüm niye diye sordum. Eğer bu nedenlerle geldiysek burada kalmalıydık ve sonsuza kadar yaşamalıydık. Amaç bu çünkü. Ama gidiyoruz. Kimi genç, kimi yaşlı, vakitli vakitsiz fiş çekiliveriyor ve tası tarağı bırakıp gidiyoruz. Ne eşimizi, ne çocuğumuzu, ne malımızı ne mülkümüzü alıp gitmiyoruz. Sadece, hatta üzerimizdeki elbiseleri bile almadan hadi bize müsaade demek zorunda bırakılıp çıplak bir şekilde, nasıl geldiysek aynı şekilde, dünyadan çekiliyoruz, alınıyoruz artık ne derseniz deyin.

Askerlik gibi aynı, yatakhaneden düşülüyorsun, levazımattan düşüyorsun, yemekhaneden düşüyorsun, silahını süngünü iade ediyorsun ve nasıl geldiysen o şekilde gidiyorsun.

Demek ki başka bir şey için geldik. Yukarıda saydığım eş olma, çocuk olma, arkadaş olma, para kazanma, vs. faktörlerinin önüne bir sıfat eklemek için geldik. İyi veya kötü. Hangi sıfatı yüklersek onunla gideceğiz, demek ki bize lazım olanlar bu sıfatlar. Çünkü diğerleri, biz istesek de istemezsek de oluyor. Doğunca mecburen bir çocuk oluyoruz. İyisini veya kötüsünü belirlememiz lazım. Evlenince eş oluyoruz. Sıfatını yine belirlememiz lazım.

Peki o zaman, bu kadar kendimizi niye hırpalıyoruz. Borç altına girip inim inim inliyoruz ve beraberimizdekileri de inletiyoruz, uykularımız kaçıyor. Veya hayat koşusunda ne bilim hep sıkıntı verecek , yokuşları seçiyoruz ? Yüksekler ne kadar cazip olursa olsun bir gün bitecek. Yüksekteki bir adamın yükseği bırakıp gitmesiyle, alçaktaki bir adamın bırakıp gitmesi herhalde aynı olmasa gerek.

Birisi kendini çok hırpalamış ve yükseğe çıkmış, bırakıp gitmesi gerekiyor nasıl ayrılacak ? Birisi o kadar çabalamış ama çıkamamış, bırakıp gitmesi gerekiyor. Hangisi sizce daha rahat bırakır?

Ömür içinde birden fazla hayat yaşanır demişitm ya, bir ömür içinde bazen zengin bir hayat yaşayıp, birden fakir bir hayata geçebiliriz, işçi iken patron, patron iken işçi olabiliriz, sağlıklı iken sağlıksız olabiliriz ve tekrar yine aynı ömrün içinde eski hayatımıza dönebiliriz , anlayacağınız ömür içinde her bakımdan farklı hayatlara bürünebilir, şekilde şekile girebiliriz. Ömrümüz içinde, birçok değişken duruma girip çıkarız, kışı yaşarız ama sonra yaz geliverir, peşinden yine kış gelir ve ömür nihayet bulur. Bu devir daim içinde finish bayrağını görmeden maksat neler yaşadığın değil, nelere nasıl tepki verdiğin ve nasıl sonuçlar doğurduğun içindir bence.Çünkü o sonuçlara göre karne notumuz belli olur. Daha doğrusu kendi notumuzu kendimiz belirleriz. Hayat iyi ile kötü arasında bir yelpazedir bana göre ve biz bu yelpazenin hangi uç noktasına yakın olacağımızı belirlemek için buradayız diye düşünüyorum.

 
Toplam blog
: 116
: 735
Kayıt tarihi
: 27.07.06
 
 

1994 Uludağ Üniversitesi İ.İ.B.F. İktisat bölümü mezunuyum. Aynı üniversitede Genel İktisat Polit..